Dürrizade Fetvası

Günümüzde Atatürk ve Cumhuriyet’e yapılan saldırıların nerelere dayandığı anlamak için gelin geçmişe dönelim.

Önce Diyanet web sayfasına bir göz atalım:

“Kurtuluş savaşı döneminde İstanbul’un işgali sırasında Haydarizâde İbrahim Efendi (1863-1933) Kuva-yı Milliye aleyhindeki fetvâya imza atmamak için dördüncü Damat Ferit hükümetinde yer almamıştır. Damat Ferit Paşa, bu kabinesine istediği kadar Nazır (Bakan) bulabilmesine rağmen, Şeyhülislâm bulmakta sıkıntı çekmiştir. Dinî hayatta yüce yeri olması gereken Şeyhülislam makamını, kendilerine teklif edilenlerden, bu yere hakîkaten lâyık olanlar istisnasız reddetmişlerdir. 3 Nisan 1920’de kurulması gereken hükümet, bu yüzden iki gün gecikme ile 5 Nisan’da, Dürrizâde Abdullah Efendi’nin bu görevi kabul etmesiyle teşkil edebilmiştir.

Hükümetin göreve başlamasıyla birlikte, İtilâf güçlerinin özellikle İngilizlerin baskısı ve desteğiyle Damat Ferit Paşa’nın en kanlı, en azılı tahrikleri de birbirini kovaladı. Meclis-i Mebusan’ın 11 Nisan’da resmen kapatılması, Damat Ferit’in bu iktidarı zamanına rastlar. Mustafa Kemal Paşa ve Anadolu harekatı hakkındaki fetvâların çıkarılması da bu devrede hızlandı. Dürrizâde Abdullah Efendi, ilk fetvasını da 11 Nisan’da yayımladı. Kuva-yı Milliye, Şeyhülislâm’ın kaleminde Kuva-yı Bağıye yani eşkiya kuvvetleri olarak tanımlanıyordu. Hükümet başkanı Damat Ferit, bu fetvâya dayanarak Mustafa Kemal Paşa ve ulusal harekat aleyhinde bir beyanname neşretti.

İstanbul’da basılan gazetelerde de yayınlanan bu fetvalardan, çok miktarda Anadolu’nun her tarafına çeşitli vasıtalarla (postayla, Anadolu’ya geçen kimseler aracılığıyla vs.) hatta İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtılmıştı. Bu arada İngiliz konsolosları, İngiliz torpidoları, Rum ve Ermeni teşkilatları ile Yunan kuvvetleri de Fetvâ’nın dağıtımında görev aldılar.

Fetvânın Anadolu’da yayılması ve zararlarını önlemek için sıkı önlemler alınmış ise de bunda pek başarılı olunduğu söylenemez. Zira TBMM’nin açılışı arifesinde, ülkenin işgalden kurtulabilmiş köşeleri, ayrı görüşlerin kavga sahnesi haline gelmişti. Bu yıkıcı fetvalar ve Bab-ı Ali’nin beyannameleri ile aldatılan halk, yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikilmişti. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar baş göstermişti. İsyancılar, Ayaş belinden Ankara’yı seyreder hale geldiler. Türk Milli Mücadelesi için zor günler yaşanıyordu. İç ve dış ihanet odakları el ele vererek, Anadolu’da bir kardeş kavgası çıkartmak suretiyle müslüman halkı birbirine kırdırmak istiyorlardı. Durum her geçen gün daha tehlikeli bir hal aldı. Ulusal harekatın başarısızlığı dahi söz konusu olabilirdi.

Böyle bir anda başta Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi (Börekçi) olmak üzere pek çok din bilgini vazifeye koştu. Anadolu’da sağduyu ve vatansever ulemayı harekete geçirerek karşı fetvalar çıkardı. Bu yönüyle Milli Mücadele’de fetvalar savaşına da tanık olunmuştur. Hemen belirtelim ki, bu savaşta 152’yi aşkın Anadolu ulemasınca tasdik edilen Ankara Fetvası, Dürrizâde Abdullah’ın imzasını taşıyan İstanbul Fetvası’na üstün gelmiştir.”

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzalı, tarihe “Dürrizade Fetvası” olarak geçen 11 Nisan 1920 tarihli bu fetvada; Kurtuluş Savaşına katılan herkes halifeye isyan ile suçlanmış olup bağımsızlıktan yana olanlar din düşmanı olarak gösterilmiştir. Fetva sorar; Asilerin katli din, yasa, töre vb. bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin verilen bir eylem midir.  Buna yine Fetva yanıt verir; İslam dinine göre yapılması gerekli olandır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi işgalcilerden kurtarmaya çalışırken, işgalcilerle işbirliği yapanların onlara nasıl ayak bağı olduğunu ve öldürülmeleri için türlü entrikalar çevirdiğinin belgesi günümüz diline yakın ve özetle şöyle:

Dünya düzeninin nedeni olan İslâm Halifesi (Yüce Allah, onun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) Hazretlerinin yönetimi altında bulunan İslâm beldelerinde bazı kötü kişiler, aralarında birleşip ve kendilerine başkanlar seçerek Padişah’ın bağlı uyruklarını hileler ve yalanlar ile kandırmaya ve yoldan çıkarmaya, Padişah’ın yüksek emirleri olmadan halktan asker toplamaya kalkışıp, görünüşte askeri besleme ve donatma bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriat ve Padişah’ın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Allah’ın kullarına zulmetmeye ve suçlar işlemeye, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile kırıp döküp, yerle bir etmek, Padişah’ın bağlı uyruklarından nice günahsız kimseleri öldürdükleri ve masum kanlarını döktükleri, müminlerin Emiri olan Padişah emrinde bulunan bazı dîni, askeri ve mülkî memurları kendi başlarına görevden alma ve kendi kötülük arkadaşlarını tayin, hilâfet merkezi ile memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak amacıyla yüksek halifelik makamına ihanet suretiyle Padişaha başkaldırmakla, Devlet-i Âliye’nin düzenlerini, memleketin âsayişini bozmak için yalanlar yaymak ile halkı kışkırtmaya ve kargaşalığa gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş  olan adı geçen başkanları ile yardakçıları ve onlara bağlı olan kimseler eşkıya düzeyinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra hâlâ inat ve bozgunculuklarında direnirlerse, adı geçen kimselerin kötülüklerinden ülkeyi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak gerekli olup, ’Fe-katilü elleti tebga hatta tefaa ile emerillah’ Kuran ayeti  gereğince katledilmeleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri yasal  ve zorunlu olur mu?                      Sorusunun yanıtı: Gerçeği Allah bilir ki, olur! …Bu suretle halifenin askerlerinden olup da eşkıyaları katledenler gazi ve eşkıyalar tarafından katlolunanlar şehit ve günahlarının bağışlanması için Hz. Peygamberin aracılığına nail olurlar mı? Sorusunun yanıtı: Gerçeği Allah bilir ki, olur! ” Dürrü Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.

Fetvanın aslı:

Dünya nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin (Yüce Allah onun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) idaresi altında bulunan İslâm beldelerinde bazı şerir şahıslar aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek, Padişah’ın sadık tebaasını hileler ve tezvirler ile kandırmaya, Padişah’ın yüksek emirleri olmadan asker toplamaya kalkışıp, görünüşte askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriata ve Padişah’ın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Allah’ın kullarına zulmede gelmeye ve suçlar işlemeye, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile tahrip, yerle bir etmek, Padişah’ın sadık tebaalarından nice mâsum kişileri kati ve masum kanları döktükleri, müminleri emiri olan Padişah emrinde bulunan bazı dinî, askerî ve mülkî memurları kendi başlarına azil ve kendi hempalarını tayin, hilâfet merkeziyle memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak maksadıyla yüksek halifelik makamına ihanet etmek suretiyle imama itaatten dışarı düşmekle, Devlet-i Aliye’nin nizam ve düzenlerini, memleketin asayişini bozmak için yalanlar yaymakta, halkı fitneye sevk ve fesada gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş olan adı geçen reisler ile aveneleri ve onlara bağlı olan kimseler mertebesinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra, hâlâ inat ve fesatlarında direnirler ise, adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup ‘Fekatilu elleti tebga hatta tefaa il emerillah’ â-yet-i kerimesi gereğince katilleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olunur mu? Beyan buyrula!
Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olur.
Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.
Böylece Padişah’ın ülkesinde savaş kudretleri bulunan Müslümanların, adil halifemiz ve imamımız Sultan Mehmet Vahdettin Han hazretlerinin çevresi etrafında toplanıp bunlarla çarpıçmak için yapılan davet ve emirlerine koşup adı geçen eşkiyalar ile savaşmaları vacip olur mu? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar.
Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.
Bu suretle Halife Hazretleri tarafından adı geçen eşkıya ile çarpışmak için tayin olunan askerler çarpışmaktan kaçınır ve firar eylerse büyük günaha girip ve asi olup, dünyada şiddetle cezaya ve âhirette acılı azaplara hak kazanmış olurlar mı? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar.
Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.
Bu suretle Halife’nin askerlerinden olup da eşkıyaları katledenler gazi ve eşkıyalar tarafından katledilenler şehit, ve şefaate nâil olurlar mı? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar.
Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.
Bu suretle eşkıyalar ile muharebe hakkında çıkarılmış bulunan Padişah emirlerine itaat etmeyen Müslümanlar, asi ve şer’an cezalandırılmaya hak kazanmış olurlar mı? Beyan buyrula! Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olurlar.
Dürrizâde Esseyyit Abdullah tarafından yazıldı.

Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık. Diyanet İşleri Başkanlığı. http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/yweboku.asp?sayfa=3&yid=27 (Sayfa Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından daha sonra kaldırılmıştır)

Veren ve yazan

Kimilerince Dürrizade fetvasını Mustafa Sabri’nin yazdığı iddia edilir. Yaygın olan kanaat Mustafa Kemal hakkındaki ölüm fermanını bizzat Mustafa Sabri’nin kaleme aldığı ve başta imzalayacak  hain bir Şeyhülislam bulunamadığı, sonunda Dürrizade’nin bulunup ona imzalatıldığıdır. Fetvada, Şeyhülislam olarak imza sahibi, Dürrizade’nin adı geçmektedir. Aslında bunların önemi yoktur zira özgeçmişine bakılırsa Mustafa Sabri’nin Dürrizade’den hiçbir farkı olmadığı görülmektedir: OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN. Hiç olmazsa ikisinden birini kurtarmak isteyen dincilerin bir tarafının Dürrizade’yi diğer tarafı da Mustafa Sabri’yi akıllarınca aklamak için  bu yola başvurdukları anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a göre de fetvayı hazırlayan bizzat Mustafa Sabri’ydi. Celal Bayar aynen şöyle diyor: “Mustafa Sabri Efendi… İngiliz himayesine girmekten başka kurtuluş yolu olmadığını iddia edenlerdendir. Milli Mücadele’nin şiddetli düşmanıdır… Kuvayı Milliyecilerinin Katli Vaciptir Fetvasını yazan  odur, imza eden Dürrizade’dir…” (Celal Bayar, Ben de Yazdım, C. 8, s. 142).

Aşağıda konuyla ilgili iki örnek verilmiştir.

Birincisi Murat Bardakçı’ya ait olup “çok sığ” bir örnektir. Tutturmuş fetvayı Mustafa Sabri vermedi diye. Mustafa Sabri verdi diyen yok ki. Yazdı diyen var. Verenin kim olduğu imzasından belli.

Cehaletin de bir sınırı var! İdam fetvalarını Dürrizâde vermiştir!

BİR haftadır yurtdışındayım ama gündemi hemen her dakika değişen Türkiye’de nelerin olup bittiğini merak etmemek ne mümkün? Saat başı gazetelerin internet sitelerine giriyorum…

İki gün önce, bir “Mustafa Sabri Efendi tartışması” çıktı: Tokat’taki bir imam-hatip lisesine Tokatlı Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin ismi verilmiş ama gelen tepkiler üzerine vazgeçilmiş ve okulun ismi “Tokat Şehit Yakup Akdağ Anadolu İmam Hatip Lisesi” yapılmış.

Tepkilerin gerekçesi ise, mâlûm: Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki meşhur idam fetvalarını Mustafa Sabri Efendi’nin verdiği iddiası.

Tartışma işte bundan çıkıyor ama sâbık Şeyhülislâm’ı savunanların da, veryansın edenlerin de söylediklerinin hemen hepsi yanlış!

YANLIŞLAR VE DOĞRULARI

Şimdi baştan aşağı hatâlı ve uydurma olan bu iddiaların birkaçını nakledip doğrularını yazayım:

– Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliye hakkındaki idam fetvasını Mustafa Sabri Efendi vermişmiş…

Yanlış! Tarihimizin yüzkarası olan o fetvayı veren Mustafa Sabri değil bir başka şeyhülislâmdır: Dürrizâde Abdullah Beyefendi! Fetvanın tarihi 10 Nisan 1920’dir ve o tarihte “meşihat” ta, yani şeyhülislâmlık makamında Dürrizâde vardır. Dürrizâde 5 Nisan ile 30 Temmuz 1920 arasında, yani 3 ay 25 gün boyunca şeyhülislâmlık yapmış ve bu pisliği işte o sırada etmiştir.

– Mustafa Sabri Efendi, Damad Ferid’in “değişmez şeyhülislâmı” imiş ve bu makama beş defa gelmişmiş…

Uydurma! Damad Ferid Paşa beş hükümet kurmuş ama Mustafa Sabri’ye beş değil, dört hükümette görev vermiştir. Kurduğu dördüncü hükümetin sadrazamı Dürrizade Abdullah Efendi’dir ve fetva rezaleti bu hükümette yaşanmıştır.

– Mustafa Sabri Efendi, Damad Ferid Paşa ile beraber Sevr Andlaşması’nı imzalayan hükümetin de üyesi imiş!

Palavra! Sevr Andlaşması’nın altında Damad Ferid’in, Mustafa Sabri’nin yahut hükümetin imzası yoktur; bu utanç belgesini Türkiye’nin Bern’deki olağanüstü temsilcisi ve tam yetkili ortaelçisi Reşad Halis Bey ile her ikisi de “Âyân Meclisi Üyesi” yani “senatör” olan Rıza Tevfik Bey (Bölükbaşı) ve Hâdi Paşa imzalamışlardır.

AL BİRİNİ VUR ÖTEKİNE!

Açık söyleyeyim: Mustafa Sabri Efendi imparatorluğun son döneminin önemli bir din âlimidir, sözkonusu fetvalar gerçi ona ait değildir ama İttihad ve Terakki’ye muhalefeti yüzünden Kuvâ-yı Milliye’ye de karşı çıkmış ve Dürrizade Abdullah Efendi kadar olmasa bile millî harekete büyük zararlar vermiştir. Hele, Lozan Andlaşması’nın imzalanmasından sonra hazırlanan 150’likler listesine alınması üzerine gittiği sürgünde genç Cumhuriyet’in aleyhinde yaptığı neşriyat ile yayınladığı “Yarın” Gazetesi’ndeki yazıları da öyle yenilir-yutulur şeyler değildir. İş böyle olunca, bir okula isminin verilmesinin tepki görmesi ve okulun adının değiştirilmesi kaçınılmazdır.

Ama ortada daha vahim bir vaziyet var: Mustafa Sabri Efendi’nin aleyhinde demediklerini bırakmayanların onun hakkında hiçbirşey bilmemeleri, meselâ Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki Dürrizade fetvalarını ona ait zannetmeleri ama âbık şeyhülislâmın ismini okula verenlerin de kahramanlaştırmaya çalıştıkları kişi hakkında tıngır tıngır olmaları ve “Bu fetva onun değil” diyememeleri…

Her iki taraf da birbirinden boş ve eskilerin “Cehâlet bir belâdır ki giriftâr olmayan bilmez” sözüne mükemmel birer örnek teşkil ediyorlar!

Murat Bardakçı. Habertürk 16.11.2017  https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1715706-cehaletin-de-bir-siniri-var-idam-fetvalarini-durrizade-vermistir

Murat Bardakçı eleştiriler üzerine hatasını anlamış, 3 gün sonra yeni bir yazı yazmış, ancak yazıda hatasını kabul etmek yerine konuyla hiç ilgisi olmadığı halde başka bir Mustafa Sabri daha var falan filan deyip tevil etmeye yani lafı dolandırmaya çalışmıştır.

İkinci örnek Milli Gazete’de yayınlanmış olup gayet tutarlı. Fetvanın Dürrizade Şeyhülislam olmadan önce yazıldığını, Dürrizade’den önceki Şeyhülislam tarafından imzalanmadığını açıklıyor. Yazanı açıklamıyor ama açıklayanlar var.

Dürrîzâde‘nin, Millî Mücadele aleyhindeki fetvası…

Mehmed Âkif‘in başyazarlığını, Eşref Edib‘in sahipliğini yürüttüğü Sebilürreşad Mecmuası‘nın İstanbul‘daki idarehanesi Ankara-İstanbul arasında Millî Mücadele‘nin irtibat bürosu durumundadır; gizli muhaberenin merkezi olmuştur.

Nitekim 4 dönem Balıkesir mebusluğunu yapmış olan gazeteci Hayrettin Karan konuyla ilgili şu bilgileri verir:

“… Sebilürreşad, Millî İstiklâl dâvâsına iştirak eden yegane bir dini müessesedir, ki başında Eşref Edib ile Âkif Bey vardı. Millî Mücadele‘nin manevî cephesinde Sebilürreşad‘ın çok mümtaz bir mevkii vardır… (1)”

Diğer taraftan, Millî Mücadele aleyhine çıkarılmak istenen fetva, Mehmed Âkif‘in tavsiyesi doğrultusunda Sebilürreşad‘ın sahibi Eşref Edib tarafından uzun süre engellenmiştir. Nitekim Mehmed Âkif Ankara‘ya hareketinden önce yakın dostu Eşref Edib‘e şöyle der:

“… Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalışmak lâzım. Bizim tarafımızdan halkı aydınlatmaya ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara‘ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanedeki işlerini derle topla. Sebilürreşad‘ın klişesini al, arkamdan gel. Meşihat‘takilerle de temas et. Harekat-ı Millîye aleyhinde bir halt etmesinler…(2)”

Âkif, Ankara‘ya giderken Şeyhülislâmlık makamında Haydârîzâde İbrahim Efendi bulunmaktadır. Âkif‘in ifadesiyle, Haydârîzâde İbrahim Efendi‘nin “Harekat-ı Millîye aleyhinde halt etmeye” hiç niyeti yoktur. Çünkü âlim, fazıl, din ve millet sevdalısı olan Şeyhülislâm Efendi, “Anadolu‘daki millî hareketin çok şiddetli taraftarıdır.” İngilizlerin İstanbul hükümetine tazyikine karşı uzun süre dirense de, sonunda bu görevden 4. kez istifa eder. Yerine Dürrîzâde Abdullah Efendi getirilir.

Eşref Edib, Âkif‘in emirleri doğrultusunda Dürrîzâde‘yi makamında ziyaret eder. “Anadolu kıyamının memleketi işgal eden düşmana karşı millî bir cihad” olduğunu belirtir. Bu cihad aleyhinde verilecek bir fetvanın millî ve dinî çok büyük bir hata olacağına dikkati çeker. Fakat çok geçmeden, Dürrîzâde, yine Âkif‘in ifadesiyle, “Millî Hareket aleyhinde o haltı edecek”, yani malûm fetvayı verecektir.

“Damat Ferit Paşa‘nın kurduğu hükümetler döneminde, “Kuva-yı Milliye” aleyhindeki faaliyetler daha da şiddetlenir… Son olarak 5.4.1920‘de Salih Paşa Hükümeti düşer, onun yerine tekrar Ferit Paşa Hükümeti (dördüncü kez) kurulur.. Damat Ferit Sadrazam olduktan sonra, özellikle İtilâf güçlerinin baskısı ve desteğiyle “Anadolu birliğini içten yıkmak için her türlü tezvire” başvurur. Öyle ki, “… Emir-i Sultaniye itaat etmeyen Müslümanlar…”a ceza tehdidinde bulunan fetvalar yayınlatır. Bunlardan en tesirlisi, en önemlisi ve Anadolu‘daki millî hareket için en tehlikelisi, 11 Nisan 1920 tarihinde Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah imzasıyla yayınlanır.

İtilâf güçlerinin özellikle İngiliz istek ve baskısıyla hazırlanan bu Fetva-yı Şerife‘de özetle; Anadolu hareketi Padişah‘a karşı ayaklanma sayılıyor, Kuva-yı Milliye kötülenerek Padişahın sadık tebaasına zulüm edenlerin katledilmeleri gerektiği ileri sürülüyordu. Ayrıca fetvada Kuva-yı Milliye‘ye karşı savaşırken ölenlerin şehid olacakları da belirtiliyordu. Bu fetva şöyledir:

“Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu Tanrı‘nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri‘nin veliliği altında bulunan İslâm memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve kendilerine elebaşılar seçerek Padişahın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla aldatmakta, yoldan çıkarmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, Şeriat‘e uymayan ve yüksek emirlere aykırı bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sâdık tebasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah tarafından atanmış bazı dini, askerî ve sivil memurları istedikleri gibi memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.

Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Hâlifenin yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilâfet katına ihanet etmektedirler. Ayrıca Padişah‘a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve asayişini bozmak için düzme yayınlar ve yalan söylentiler yayarak halkı azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hâlâ kötülüklerine inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek ve kulları fenalıklardan kurtarmak, dince yapılması gerekli olup, Allah‘ın “öldürünüz” emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır? Beyan buyrula…

Cevap: Allah bilir ki olur.

Dürrizâde El-Seyid Abdullah

Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan Müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmed Vahdeddin Han Hazretlerinin etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.

Cevap: Allah bilir ki gerekir.

Dürrizâde El-Seyid Abdullah

Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan buyrula.

Cevap: Allah bilir, ederler.

Dürrizâde El-Seyid Abdullah

Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi, asilerin öldürdükleri şehid sayılırlar mı? Beyan buyrula.

Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.

Dürrizâde El-Seyid Abdullah

Bu takdirde, Padişah‘ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat etmeyen Müslümanlar, günahkâr ve suçlu sayılıp şerîat yargılarına göre cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.

Cevap: Allah bilir ki, ederler.

Dürrizâde El-Seyid Abdullah.”(3)

Başta M. Kemal olmak üzere, millî hareketin ileri gelenleri; “Padişah ve halife dahi esirdir. Makam-ı hilafet ve saltanatın kurtarılması lâzımdır.” diyerek düşman elinde esir olan halifenin zor ve baskı kullanılarak böyle bir fetvanın yayınlattırıldığı, haliyle bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu üzerinde durdular. Daha sonra karşı fetva girişiminde bulundular…

1 Hayrettin Karan, “Millî Mücadelede Sebilürreşad, Mehmed Âkif ve Eşref Edib, Sebilürreşad”, X/239, (Ankara 1956) S. 14

2 Eşref Edib (Fergan), Mehmed Âkif, Hayatı ve Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, C. 1, İstanbul 1938, s. 56.

3 Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadelede Din Adamları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2007, s. 146- 164.

Milli Gazete https://www.milligazete.com.tr/haber/1117219/durrizadenin-milli-mucadele-aleyhindeki-fetvasi


Bülent Pakman. Mayıs 2010. Not ekleme Ekim 2018. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.

Abu Dhabi 2013

Bülent Pakman kimdir?

Milli Mücadele – Kurtuluş Savaşı ile ilgili tüm yazılar

Milli Mücadele _ Kurtuluş Savaşı

6 Responses to Dürrizade Fetvası

  1. sems dedi ki:

    yani bir kac hainin fevasina bakarak bütün müslümanlari karalamak, halbuki 1. meclisin büyük bir bölümü din adamiydi veya en azindan dindar insanlardi milli mücadele bu insanlarin da gayretiyle gerceklesti, daha sonra atanmislarin (2. meclis) türkiye de terör estirdi diktatörlügü destekleyerek bu vatani bu hale getirmenin temellerini atti.

    Beğen

  2. Mahmutoğlu dedi ki:

    Bence de bu yazıdan tüm müslümanların ya da müslüman din adamlarının karalandığı sonucunu çıkarmak yanlış olur. Ama şu sonucu çıkarmak lazım; her mertebede, en üst seviye din adamlığı makamında bile çıkar peşinde koşan yanlış insanlar bulunabilir ve bu insanlar mevkilerini, ünvanlarını kullanarak, söylemleri ile halk avcılığı yaparak kişileri yanlış bilgilendirip yanlışlara yönlendirebilirler. Günümüz Türkiyesinden çok farklı değil. “İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır.” / “Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler”. Hitabedeki bu sözler tüm Cumhuriyet tarihi boyunca geçerliliğini korudu ve korumaya da devam edecek (maalesef).

    Beğen

  3. cem ali inan dedi ki:

    1. meclis veya 2. meclis diyerek hakikati saptırmaya kalkışmak dürrizade Abdullah ların elan bulunduğunun kanıtı değil midir ?Zaten ; bu fetvanın yayın tarihinden 10 yıl sonra menemende ilkel gericiler ve dinciler Atğm. Kubilayı hemde beceriksizce korkunç acılar çektirerek başını kesip bir sopanın ucuna takmadılar mı? Bütün bu örnekler bağnazlığın ve irtica tehdidinin ne kadar önemsememiz gerektiğinin kanıtlarıdır.

    Beğen

  4. Geri bildirim: Vahdettin 1919 | Pakman World

  5. Geri bildirim: Pakman World

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.