Ankara Fetvası

Kurtuluş Savaşı sırasında İtilâf güçlerinin özellikle İngilizlerin isteği ve baskısı ile İstanbul’da İslam Teali Cemiyeti’nin kurucularından, Kuva-yı Milliye’cilere kudurmuş haydutlar diyen Mustafa Sabri Milli Mücadele’ye karşı  bir fetva yazdı. Ancak fetvayı imzalayacak Şeyhülislam zor bulundu. Sonunda Dürrizade Abdullah imzalı, tarihe “Dürrizade Fetvası” olarak geçen 11 Nisan 1920 tarihli fetva; Kurtuluş Savaşına katılan herkesi halifeye isyan ile suçlamış, bağımsızlıktan yana olanları din düşmanı olarak göstermiştir. Fetvaya göre; vatanını, namusunu kurtarmak için varlarını yoklarını ortaya koyanların katli din, yasa, töre vb. bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin verilen bir eylemdir, İslam dinine göre yapılması gerekli olandır.
Fetva’ya göre Kuva-yı Milliye aslında Kuva-yı Bağıye yani eşkiya kuvvetleriydi.
Fetva İstanbul’da basılan gazetelerde yayınlandı, Anadolu’nun her tarafına İngiliz konsolosları, İngiliz ve Yunan uçakları, İngiliz torpidoları, Rum ve Ermeni teşkilatları ile Yunan kuvvetleri dahil bütün imkanlarla dağıtıldı. Bu yıkıcı fetva ve onu izleyen fetvalarla Bab-ı Ali’nin beyannameleri ile aldatılan halk, yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikildi. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar baş gösterdi.

Bu konudaki daha geniş açıklamalarımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Kurtuluş savaşının Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi) olmak üzere pek çok din bilgini göreve koştu. Mehmet Rıfat Efendi başkanlığında, Ankara‘da bulunan beş müftü, dokuz müderris ve medrese müdürü ile altı kişilik ilmiye sınıfından oluşan toplam yirmi kişilik bir grup Osmanlı Şeyhülislamı Dürrizade’nin ihanet fetvasına karşı aşağıdaki fetvayı yayınladılar:

“Dünyanın düzeninin sebebi olan Müslümanların Halifesi (Allah onun azametini ve hilafetini kıyamet gününe kadar uzatsın) hazretlerinin hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul, Halife’nin rızası hilafına olarak, müslümanların düşmanları olan devletler tarafından fiilen işgal edilerek İslam askerleri silahlarından soyulup bazıları haksız yere öldürülerek, Hilafet merkezinin korunmasını üstlenen, bütün istihkamlar, kaleler diğer harp vasıtalarını zapt ve resmi muameleleri yürütme ve müslüman askerleri techize memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi, milletin hakiki faydalarını temin edecek tedbirler almasından fiilen yasaklama, sıkı yönetim ilanı, Divan-ı Harpler teşkil ederek İngiliz kanunlarına uygun olarak muhakeme ve cezalandırma suretiyle Halife’nin hükmetme hakkına müdahale ve yine Halife’nin arzusu hilafına olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisine düşmanlar tarafından tecavüz edilerek, gayrimüslim vatandaşlar ile işbirliği halinde müslümanları öldürüp, mallarını soygun ve yağma edip, namuslarına tecavüz ederek mukaddesatlarını tahkir ettikleri taktirde yukarıda açıklandığı gibi harekete maruz kalan ve esir olan gayretlerini sarfetmek bütün müslümanlara farz olur mu?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir, OLUR (Düşman saldırdığı zaman onunla savaşmak herkese farzdır. Bu durumda kadının kocasının izniyle, kölenin de efendisinin izniyle savaşması gerekir. “ Kenz ve Bezzaziye adlı eserlerde “ . Eğer bir müslüman kadın doğuda baskına uğrarsa batıdakilerin onu esaretten kurtarmaları gerekir. ”Bahru’r Raik adlı eserde.)

Bu şekilde hilafetin meşru haklarını , gasbedilen gücünü geri almak ve tecavüze maruz kalan memleketleri düşmandan temizlemek için cihad edip savaşan müslümanlar dinen baği (devlete isyan etmiş) olurlar mı?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLMAZLAR (isyancı diye gerçek imama itaati haksız olarak tanımayan müslüman gruba denir. “Mecmeu’l-Enhur adlı eserde”).

Yukarıda yazıldığı şekilde Hilafetin gasbedilen haklarını geri almak için, düşmanlara karşı açılan savaşta vefat edenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR (Şehit şunlardır : Düşman, isyancılar ve yol kesiciler tarafından öldürülenler veya ellerinde belirli bir işaretle savaş meydanında bulunanlar, bir müslümanın bir başka müslümanı dinen öldürmesi gerekmeyen bir konu dolayısıyla zulmen öldürdüğü taktirde öldürülen, aynı şekilde zımminin yine dinen öldürülmesi gerekmeyen bir konu sebebiyle bir başkasını öldürdüğü taktirde öldürülen şehittir.” “Zeylei adlı eserde”)

Bu şekilde cihat edip dini görevlerini yerine getiren müslümanlara karşı düşman tarafından müslümanlar arasında silah kullanıp adam öldüren kişiler en büyük günahı işlemiş ve fesat çıkarmış olurlar mı?

Cevabı Budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR. (Allahü taala şöyle buyurmuştur: “Fitne adam öldürmeden daha kötüdür. Bundan dolayı da fesatçılar fitneye başvurur” “ Fethül Kadir adlı eserde”).

Düşman devletlerin zorlaması ve kandırması sonucu verilen hak ve hakikat ile bağdaşmayan fetvalara müslümanların bağlanmaları ve dinen ona göre hareket etmeleri doğru olur mu?

Cevabı budur: Allah en iyisini bilir. OLMAZ. (Zorlama rızayı yok eder! “Velvaliceyh adlı eserde”).

16 Nisan 1336 (1920)

Mehmet Rıfat (BÖREKÇİ)

Ankara Müftüsü”

Ankara fetvasının hazırlanmasında izlenen strateji hain İstanbul hükümeti fetvasını fetvada kullanılan kelimelerle vurmak olmuştur. Padişaha bağlı olanlar da göz önüne alınarak tüm halka şu mesaj verilmiştir: Padişah ve halife dahil olmak üzere İstanbul hükümeti düşmanların elinde esirdir. Hilafet makamı ve saltanatın kurtarılması gereklidir, bunun için savaşanlar şehit ve gazi olurlar. Düşman elinde esir olan halifeye zor ve baskı kullanılarak yayınlattırılan fetvadaki hükümler geçersizdir.

19-22 Nisan 1920 tarihlerinde, Öğüt, İrade-i Milliye, Açıksöz gibi Milli Mücadele yanlısı gazetelerde yayınlanan, Kurtuluş Savaşında 152’yi aşkın Anadolu ulemasınca tasdik edilen Ankara Fetvası, Dürrizâde Abdullah’ın imzasını taşıyan İstanbul Fetvası’na böylece üstün gelebilmiştir.
Bu fetva yüzünden Mehmet Rıfat Efendi 24 Nisan 1920 tarihinde padişah Vahdettin imzasıyla Ankara Müftülüğü görevinden alındı ve Padişahın Divan-ı Harbi tarafından Milli Mücadeleye verdiği destekten dolayı idama mahkum edildi.

Rıfat Börekçi’yi tanıyalım

Rifat Börekçi

Cumhuriyetimizin ilk Diyanet İşleri Başkanı. Hep Atatürk’ün yanında durmuş, saraya başkaldırmış, halife padişah hain Vahdettin tarafından idama mahkûm edilmiş, yurtsever, cesur ve aydın bir din adamı. Börekçi, örnek kişiliği ve bilgisiyle de sevilen bir isimdi. Atatürk 1930 yılında ona gönderdiği bir mektupta “Benim sevgili arkadaşım” diye hitap etmişti.

1860’ta Ankara’da Beynam köyünde doğdu. Babası Börekçizadelerden Ali Kazım Efendi’dir. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için İstanbul’a gitti. Burada Beyazıt Medresesi müderrislerinden Atıf Efendi’nin derslerine devam edip dini yüksek ilimleri tahsil ederek icazetname (diploma) almaya hak kazandı. İlk memuriyetine Ankara’daki Fazliye Medresesi’nde öğretim üyesi olarak başladı. 10 Ekim 1898’de Ankara İstinaf Mahkemesi üyeliğine getirildi. 25 Kasım 1908 tarihinde de Ankara Müftüsü oldu. Ayrıca 1911 yılında bir müddet Sivrihisar Kaymakamlığı görevini de vekaleten yürüttü. Bu arada memuriyetinin yanı sıra, eğitim-öğretime olan ilgisini devam ettirdi. Bu cümleden olarak, 1918’de Musile-i Süleymaniye (Süleymaniye Medresesinde büyük müderrislere verilen bir unvan) payesi ile Bursa Müderrisliği kendisine tekrar tevcih edildi. 1920’de “İzmir Paye-i Mücerridi” ve yine aynı yılda “Mahreç Payesi”ne layık görüldü. Göstermiş olduğu bu başarılarının bir mükafatı olarak, 1920’de de her türlü devlet hizmetlerinde güzel işler görenlere iftihar ve imtiyazı mucip olmak üzere çıkarılan “Dördüncü Rütbeden Osmani Nişanı” ile ödüllendirildi.

Rıfat Börekçi ve eşi Samiye Börekçi (Ankara Belediye Meclisine seçilen ilk kadın üyelerden)

23 Nisan 1920’de toplanan TBMM 1. Dönem’e Menteşe (Muğla) mebusu olarak girdi. 5 Eylül 1920’de kabul edilen “Nisab-ı Müzakere Kanunu”, memurluk ile milletvekilliğinin bir kişi üzerinde bulunmasını yasakladığı için 27 Ekim 1920 tarihinde Müftülük görevini tercih ederek milletvekilliğinden istifa etti. 23 Aralık 1922 – 30 Mart 1924 tarihleri arasında Şer’iye Vekaleti Heyet-i İftâ azalığında bulundu. 4 Nisan 1924’te yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı görevine geldi. Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra “Börekçi” soyadını aldı ve 5 Mart 1941 tarihinde vefat edene kadar bu görevde kaldı. Kabri Ankara Cebeci Asrî Mezarlığı’ndadır.

Rıfat Börekçi ve Atatürk

Rıfat Börekçi, Atatürk’ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti anlatıyor:
Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman “Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.” buyururlardı.”

Kefen parası

1919 Aralık ayının sonları… Atatürk’ün başkanlığındaki Temsil Heyeti, Erzurum’dan Sivas’a giderken yaşadığı yoksulluğu, bu sefer de Sivas’tan Ankara’ya giderken yaşıyordu. Bütün paraları, yol için 20 yumurta, 1 okka peynir ve 10 ekmeğe yettiğinden ancak bunları alabildiler. Allah’tan, Ankara’ya hareket etmeden kısa bir süre önce Osmanlı Bankası’ndan senet karşılığı 1000 liraya yakın bir borç buldular. Ayrıca Sivas Amerikan Okulu Müdiresi bir araba, birkaç lastik ve biraz benzin verdi. Atatürk, bunların parasını ödemek istediyse de müdire kabul etmedi.

Atatürk ve beraberindeki heyet 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiğinde sadece 1200 liraları vardı. Ankara’da yine parasızlık baş gösterdi.

Mazhar Müfit Kansu, o soğuk Ankara günlerinde yaşanan parasızlığı, o günlerin tanığı  anlatıyor:

Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı.…Bankalardan ve kurumlardan ödünç para almayı Paşa’ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, ‘Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin’ diye satmamakta ısrar ettiyse de, bu ısrar ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimse de satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu konuda bir çare bulamayarak, ‘Hele bakalım, sabah olsun, yine düşünürüz’ sözü ile odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta bizi belediye besledi. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde…mustarip bir halde idik…

Atatürk ve Rıfat Börekçi (Atatürk’ün manevi kızlarından Rukiye’nin nikâh töreninde 22 Mayıs 1930

O gece Mazhar Müfit uyuyamamış, yatağında istirahat ediyordu. Kış güneşi Ankara’yı yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı ki kapı vuruldu.
Müftü Efendi geldi” dediler.
Mazhar Müfit telaşla yatağından fırlayıp giyindi. İlk aklına gelen, şeker yokluğu oldu. Hoca, ya kahve isterse? Peki ya sigara içiyorsa! Ne şeker ne sigara vardı. Kısa bir süre sonra Ankara Müftüsü Rıfat Efendi, Mazhar Müfit’in odasına girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın yanındaki bir iskemleye oturdu. Selamlaşmanın ardından Mazhar Müfit,
Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?” diye söze başlayınca, Rıfat Efendi,
Evet içmem!” dedi.
Sigara?
Onu da kullanmam…” Aslında Rıfat Efendi kahve içerdi. Ancak yokluğun farkındaydı. Rıfat Efendi tebessüm ederek
Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik” dedi. Mazhar Müfit, yatağın yanındaki kasayı göstererek
Paramız var!” dedi. Oysaki kasada sadece 48 kuruş vardı. Rıfat Efendi, Mazhar Müfit’i dinlemedi bile. Ayağa kalktı. Cübbesinin altından bir torba çıkardı. Torbanın içindeki kâğıt paraları saymaya başladı. Bu sırada Mazhar Müfit,
Teşekkür ederiz, ama bu konuda önce Paşa ile bir görüşseniz iyi olur” deyince Rıfat Efendi, Atatürk’le görüştüğünü söyledi. Bu sırada saydığı paraları tek tek masanın üzerine koyuyordu: 100, 200, 300, 500… derken tamı tamına 1000 lira saydı. Mazhar Müfit, sevincini belli etmemeye çalışarak paraları alıp kasaya koydu. Sonra hemen emir erini çağırdı. Masanın gözünden çıkardığı iki şekeri verip
Bize birer kahve pişir” dedi. Başından beri durumun farkında olan Rıfat Efendi gülümseyerek
Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkılmaz, değil mi?” diye latife yaptı. Kahveler içildi.
Hoca gidince Mazhar Müfit de hemen Atatürk’ün yanına gitti. Atatürk,
Ne kadar?” diye sorunca, Mazhar Müfit,
1000” dedi. Atatürk,
Gördün mü akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu akla gelir miydi? Allah bize yardım ediyor” dedi. Bunun üzerine Mazhar Müfit,
Kul sıkışmayınca hızır yetişmez” deyince Atatürk biraz tebessüm ederek
Şimdi hızırı filan bırak bakalım, masraf ve geliri düzenle…” dedi.
Uluğ İğdemir, “Yılların İçinden” adlı eserinde o gün Müftü Rıfat Efendi’nin Atatürk’e verdiği paranın 1200 lira olduğunu yazıyor.
Cemal Kutay ise o gün Müftü Rıfat Efendi’nin 1000 lira Mazhar Müfit Bey’e, 800 lira ise Cevat Abbas Bey’e verdiğini belirtiyor.

Bu para Rıfat Börekçi ve eşi Saniye Hanımın bohçalarında sakladıkları “kefen parasıydı”.

Kaynaklar:

İstanbul fetvasına karşı misilleme: Ankara fetvası. Milli Gazete

Atatürk’ün yanındaki müftü: M. Rıfat Börekçi. Sözcü. 2 Ekim 2017 https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/ataturkun-yanindaki-muftu-m-rifat-borekci-2032885/

Rıfat Börekçi. Wikipedia https://tr.0wikipedia.org/wiki/Mehmet_Rifat_Börekçi

Dürrizade Fetvası. Bülent Pakman. Mayıs 2010. https://bpakman.wordpress.com/turk-dunyasi/eski-turk-devletleri-turk-yurtlari-turk-topluluklari/eski-turk-devletleri/osmanli-devleti/osmanlinin-milli-mucadeleye-ihaneti/durrizade-fetvasi/

Mustafa Sabri Efendi. Bülent Pakman. Aralık 2013. https://bpakman.wordpress.com/turk-dunyasi/eski-turk-devletleri-turk-yurtlari-turk-topluluklari/eski-turk-devletleri/osmanli-devleti/osmanlinin-milli-mucadeleye-ihaneti/mustafa-sabri-efendi/

Rıfat Börekçi, Atatürk’ü böyle anlatmıştı. Sözcü Haber 15 Temmuz 2012  http://sozcuhaber.blogspot.com/2012/07/rfat-borekci-ataturku-boyle-anlatmst.html

Ayşe Sucu. Nereden nereye. Sözcü Gazetesi 16 Kasım 2015 https://www.sozcu.com.tr › Yazarlar › Ayşe Sucu

Bülent Pakman. Kasım 2018.  İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bülent Pakman kimdir?

Milli Mücadele – Kurtuluş Savaşı ile ilgili tüm yazılar

Milli Mücadele _ Kurtuluş Savaşı

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.