Elbette emperyalizm kandırdı.
Emperyalizm bunu hep yapar…
Kürt şovenizminden çıkar sağlayan iç ve dış odaklar bu gerçeği gizleyerek, Atatürk’ün Kürdistan’a özerklik vadettiğini, ama sonradan vazgeçerek Kürtleri kandırdığını söyleyip dururlar.
Dinciler de “ kurtuluş savaşını dindarlar yaptı. Mustafa Kemal ise dindarlara savaş açarak bir diktatörlük kurdu” diyerek başlar ve olmadık küfürler savururlar. İftira, hakaret, karalama devam eder…
Oysa bir devrim sürecinde her atılım belli bir sıra içinde, halkın desteği kazanılarak yapılır.
Bütün devrim süreçlerinde böyle aşamalar yaşanır. Kurtuluş Savaşı’nda dinsel ögelerin yanında, özellikle yönetici ve yönlendirici kadrolardaki bağımsızlık, vatan, ulus duygularının ne kadar güçlü olduğu unutulmamalıdır. Kurtuluş baştan sona bu kadroların örgütlemesi, planlaması ve canlarını ortaya koymasıyla sağlanmıştır.
Tarihi ve zamanı durdururcasına anlık yorumlar yapmak bütünüyle yanlıştır.
Bu genel doğruyu saptadıktan sonra, Atatürk’ün Kürtleri kandırıp kandırmadığına tarihi bilgiler ışığında bakmaya çalışalım
Kürtçüler yıllardır “Mustafa Kemal Amasya görüşmelerinde Kürtlerin bağımsızlığını (özerkliğini) ve sınırlarını kabul etmişti. Sonradan sömürgeci bir anlayışla verdiği sözlerden döndü ” diyerek propaganda yapmaktadırlar. Kendilerine ezberletilen sözleri sürekli yineleyerek, çoğu Kürt yurttaşımızı bu propagandalara inandırmayı başarmışlardır .
Oysa durum hiç de böyle değildir.
20-22 Eylül 1919 yılında temsilciler Kurulu Başkanı Mustafa Kemal ile İstanbul Hükümeti temsilcisi Salih Paşa arasında imzalanan Amasya Protokolünde şöyle denilmektedir:
“Bildirinin [Sivas Kongresi Sonuç Bildirisi] birinci maddesinde, Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırının Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkânsızlığı izah edildikten sonra bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesi gerektiği birlikte kabul edildi. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olunan karıştırıcılığın önüne geçmek için bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun görüldü…”
-
· Öncelikle söylememiz gerekir ki; bu protokol Osmanlı hükümeti ile yapılmıştır. Kürtlere ait hükümler Osmanlı devleti yıkılmasa ve Mondros Ateşkes Antlaşmasın imzalandığı tarihteki sınırlar korunabilseydi söz konusu edilebilirdi.
-
· Kaldı ki; Osmanlı hükümeti protokolü daha baştan reddetmiştir. Hükümet değişmiş, çoğu maddeyi hiç uygulamamıştır.
-
· Protokolün Türkiye Cumhuriyeti ile zaten bir ilgisi yoktur…
-
· Daha en baştan geçersiz kalmış bir protokolü neden uygulamadı diye Mustafa Kemal’i eleştirmek haksızlık değil midir?
-
· Türkiye cumhuriyetini ille de suçlamak isteyenler protokolün öz olarak ne demek istediğini anlamaz görünmektedirler. Bu konuda içtenlikten yoksundurlar.
-
· Protokol Kürtlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasının olanaksızlığını vurgulamıştır.
-
· Kürtlerin sınır isteklerinin- Osmanlı devleti içinde, bir istek olarak-. kabul edilmesi gerektiği (görüşülebileceği) belirtilmiştir.
-
· Kürtlerin hukuk ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmesine izin verilmesi uygun görülmüştür.(Kimi Kürt aşiretleri merkezi hukuka, eğitime, yönetime, sosyal gelişmeye, düzenli yerleşmeye sürekli olarak karşı çıkmışlardır.)
-
· Kürtlerin bağımsızlığı amacını güder gibi görünen karıştırıcılığın önüne geçilmesi kararına varılmıştır. Kürtler bu konuda uyarılmışlardır..( Birçok Kürt aşireti bu uyarıya aldırış etmedi. Emperyalizmin kışkırtmasıyla çıkardıkları isyanlar yüzünden Musul Türkiye dışında kaldı. On binlerce insan canından oldu. )
Sonraları ise, Türkiye Cumhuriyeti dışında kalan Kürtlerin yaşadığı geniş coğrafyada sınırlar pergel ve cetvelle çizildi. Aşiret ağaları ve şeyhler yerel egemenlikleri karşılığında emperyalizme uşaklık ettiler.
Görüldüğü gibi, Amasya protokolünde Kürtlere özerklik-bağımsızlık ve siyasi sınır tanımak söz konusu olmamıştır. Sadece, bunun konuşulabileceği belirtilmiştir.
İZMİT BASIN TOPLANTISI (16 OCAK 1923)
Kürtçülerin dayandığı bir başka argüman da Mustafa Kemal’in 16 Ocak 1923’te İstanbul’dan gelen gazetecilerle İzmit’te yaptığı basın toplantısıdır.
İzmit Basın Toplantısı’nda Ahmet Emin Yalman’ın “Kürt meselesi nedir” sorusuna Mustafa Kemal yanıt vermiştir. Mustafa Kemal’in yanıtı günümüz diliyle şöyledir:
-
· “Kürt sorunu- asla- bizim, yani Türklerin çıkarına olarak söz konusu edilemez. Çünkü; bildiğiniz gibi, bizim ulusal sınırlarımız içerisinde Kürt unsurlar o şekilde yerleşmiştir ki; pek sınırlı yerlerde yoğundur. Yoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir durum ortaya çıkmıştır ki Kürtçülük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi yok etmek gerekir.. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden ayrı tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük hayal etmektense bizim anayasamız gereğince zaten bir tür yerel özerklikler kurulacaktır. O halde hangi livanın ( il- ilçe arası yer, sancak) halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka, Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları (Kürtleri) da birlikte ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine sürekli sorun çıkarmışlardır. Şimdi; TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin milletvekillerinden oluşmuştur. Bu iki unsur bütün çıkarlarını ve yazgılarını (kaderlerini) birleştirmiştir. Yani, onlar bilirler ki; bu (yazgı) ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz. “
Mustafa Kemal yerel özerklik derken, daha sonra kurulan il özel idarelerini kastetmektedir. Bilindiği gibi il özel İdareleri o ildeki seçmenlerin oylarıyla oluşur. İl genel meclisi toplanır. Yürütme organı olarak il daimi encümenini seçer. İlin bütçesi görüşülür. Yatırımlar planlanır. Dairelerin uygulamaları düzenlenir. Valiler özel idarenin başkanıdırlar. Sağlık, tarım, sanayi ve ticaret, ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve iskân, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, kültür, sanat, turizm, sosyal hizmet ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları; ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarım ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması il özel idaresinin görevleridir.
İl özel idareleri, belediye sınırları dışında olmak koşuluyla; imar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma, orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri yapmakla görevli ve yetkilidir.
Muhtarlıklar, belediyeler, il özel yönetimleri halkın yönetime katılmasına olanak verir.
Atatürk’ün demek istediği budur…
Yine; 22 Temmuz 1922 günlü TBMM’nin gizli toplantısında “Kürtlerin oturduğu bölgelerde adım adım özerk bir yönetim kurulmasını gerekli bulmaktayız” diye okunan bir yönergeden söz edilmektedir.
El Cezire kumandanlığına yollanan bu yönergenin özeti şudur:
-
· “Ülkenin her tarafında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi aşama aşama sağlanacaktır. Kürtler de kendilerini yönetecek yeterliliğe ulaştıklarında yerel yönetimlere sahip olacaklardır. O zaman TBMM idaresinde yaşamaya istekli olduklarını ilan etmelidirler.”