Barbarossa Harekatı

Öncesini okumak için lütfen tıklayın: STALİNLİ YILLAR

Türkler askere alınıyor

Müslüman ve Türk halkları Çarlık Rusyasında da Sovyet döneminde de askere alınmıyorlardı, ancak 2. Dünya savaşı başlayınca yaşları 18-65 arasında olanların hepsi zorla Kızılordu’ya alındılar. Bazı kaynaklarda sayıları 6-7 milyon olarak verilmektedir. Sovyetler savaştan sonra onların Nazilerle işbirliği yaptıkları ve “Sovyet vatanı”na ihanet ettikleri propagandasını yaptı ve bunda başarılı oldu. Bu tamamen yalandır. Yukarıdaki bölümde anlatılanlara maruz kalanların Stalin’den nefret etmemeleri ve onun için ölüme severek gitmeleri nasıl beklenebilirdi? Bütün bunlara rağmen Alman işgali yıllarında “Sovyet vatanı”na ve Komünist Partisi’ne sâdık kalanlar ve Nazilere karşı cephede ve partizan hareketinde savaşanlar da olmuştu.

Neyse, biz tekrar o vatan hainleri denilenlerin hikayelerini anlatmaya devam edelim.

Beşir Alizade

Beşir Alizade

Beşir Alizade – Azerbaycan Türkü. Azerbaycan’ın Kazak rayonundan (ilçesinden). Sovyet ordusunda askere alınır, Tiflis yakınlarında talim geçirdikten sonra önce Krasnodara, sonra da Kırıma gönderilir: “Feodosiya yakınlarında Sovyet birliklerinin savunma hattının ikinci sırasında idim. Hepimizi bit basmışdı. Günde bir defa – o da gece birisi bir tencere getirib yemek adına bir şeyler paylaşırdı. Vessalam. Bir de gündüz dörd kişiye 250 qramlık bir ekmek verirdiler. Ruslar bize hakaretle “yoldaşı” diye hitap ederlerdi. Üç adama bir tüfeng vermişdiler. Deyirdiler ki, birinizi vursalar, o birisi alsın

Barbarossa Harekâtı

22 Haziran 1941 de Hitler Barbarossa Harekatı ile Sovyetleri işgale başladı. Hitler “biz sadece kapıyı tekmeleyeceğiz ve tüm çürük bina yıkılacak” demişti. Alman panzer birlikleri kısa sürede Sovyet sınırlarını geçtiler. Kızılordu bu saldırıyı ihtimal dahilinde görmüş ama yeterince hazırlık yapamamıştı. 26 Haziran 1941 de yani 4 gün içerisinde Almanya, Rus cephesini artık yıkılmış addediyordu.

Sovyet Hükümeti tarafından genel seferberlikte çok milletli Kızıl Ordu’ya alınan Türk soylu askerler arasında çok sayıda orta ve yüksek okul talebeleri veya ilk, orta okul öğretmenleri mühendis, doçent, doktor ve sanatkarlar da bulunmaktaydı. Bizim soydaşların çoğunluğu birkaç hafta süren kısa eğitimden sonra cephenin en önüne Alman panzer paletlerinin altına sürüldüler. Rus dilini bilmiyorlardı ve özellikle iklime uygun giyim kuşamdan mahrumlardı. Ayrıca Rus subayları, Türk kökenli askerlerin eline iyi silah vermediler. Elinde yeterli silahı, mühimmatı olmayan ve ayağında delinmiş potini olan askerler adam başı verilen 15 mermiyle cephelerde çok ağır kayıplara uğradılar. 1942 ortalarında Ukrayna, Beyaz Rusya, Don ve Kuban bozkırları (Kuzey Batı Kafkasya), Kırım, Kafkasya’nın büyük kısmı Almanya’nın hakimiyetine girdi.

Milyonlarca esir

Savaşın başlangıcında önlerindeki Alman ordusunun üstün silah gücü karşısında büyük kayıplar vermeye başlayan Türk soydaşların arkalarında Rus askeri vardı. Yani; iki ateş arasında çarpışmaya mecbur olmuşlardı. Geri kaçamadıkları için teslim olmaya başladılar. Müslüman ve Türk gençler, askerler zaten kendilerini yıllarca inim inim inleten Stalin’in ordusuna istemeden, zorla alınmışlardı, savaşa devam etmeleri halinde ölüm onları bekliyordu, böylece kendileri için en uygun olanını seçmek zorunda kaldılar, yani Almanlara teslim oldular. Müslüman ve Türk askerlerin, kitleler halinde Almanlar tarafına geçmesinde gaddar, katil Stalinden öte vatan sevgisi yoksunluğu da ayrı bir etkendi.

Cabbar Aybaz ABD’de yaşayan Karaçay Türk’ü: ”Ruslar bizi zorla askere aldı. Fakat cepheye gidemeden Almanlara teslim olmak zorunda kaldık. Almanlar bizi fena sıkıştırmıştı. 4 bin Rus askeri teslim olduk; çünkü Alman tankları önümüzü kapatmıştı. Top atışları birliğin kumandanını öldürmüştü. Teslim olduğumuz takdirde öldürülmeyeceğimizi söyledikleri için birlik halinde teslim olduk.”

Mehmet Kengerli – Azerbaycan Türkü: Sovyetler’in sistemini herhalde çok şükür yaşamadınız ama okuyup görmüşsünüzdür. Cephede asker iki ateş arasındaydı. Karşıda Alman ateşi, arkada da Rus siyasi teşkilatının silahları. Cephede Türkler’e mermi dağıtmazlardı. Taarruza geçmeden 1-2 saat evvel 10-15 tane mermi verirlerdi.

Temmuz 1941 ortasında çok milletli Kızılordu yaklaşık 1 milyon er ve subay kaybetmiş, 4 milyonu esir düşmüştü. 1941- 42 yılları arasında Sovyet ordusundan Almanya’ya esir düşen asker sayısı 5 milyon civarındaydı. Alman Savaş Esirleri İdaresi tarafından 1943 yılında verilen bilgiye göre esirlerin 1 milyon 700 bini yaşları 18-60 arası değişen Müslüman Türklerdi.

Alman ordusuna esir olanlar müthiş insanlık trajedisi ile karşı karşıya kaldılar. Özellikle harbin ilk aylarında kamp şartları korkunçtu. Savaş esirlerinin çoğu Alman— – Sovyet savaşının ilk kışında öldüler. Esirler daha ilk ayda sayıları azalsın diye vuruldular, hastalıktan, açlıktan, soğuktan kırıldılar. Ölenler büyük çukurlara topluca atılıyordu. Kötü barınaklar, yetersiz gıda, gayri insani muamele ve cinayetler yüzünden esirlerin bir kısmı böylece yok oldu.

Patrik Von Zur Mühlen – Bu konuda Alman arşiv kaynaklarına dayanarak doktora tezi hazırlayan tarihçi: “Daha harbin başlamasından üç hafta sonra Doğu İşleri Bakanı Rosenberg’e Minsk kampındaki tahammül edilmez durumun haberi geliyordu. Kış mevsiminin gelmesi kamplarda hayatı katbekat zorlaştırmış, buna açlık, bitlenme ve salgın hastalıklar da eklenmişti. Mesela Çenstochav kampındaki 30 bin esirden bir tifüs salgını sonunda 2 bin kişi kalmıştı.

Alman raporlarına göre esir alınanların sayısı sonunda 5.74 milyon, bunlardan ölenlerin sayısı 3.3 milyon oldu. Kamplarda esirlerin çok azı sağ kalabiliyordu. Alman resmî makamları 1942 Aralık ayının her gününde kampta ölen insan sayısının 2500 olduğunu yazıyordu. Alman olmayan araştırmacılara göre ise esirlerin % 85’i öldü. Almanlar milyonlarca esirleri barındıramadılar, besleyemediler. Bu kadar çok sayıda esir alınacağı hiç düşünülmemişti.

Kızılordu’da tank yüzbaşısı olarak görev yapan, sonra Milli Türkistan Birlik Komitesi Askeri Bölüm Başkanlığı’nda bulunan ve Türkistan konusunda en tanınmış bilim adamlarından olan Baymirza Hayite göre 7 milyon Kızılordu mensubu esir kamplarında toplanmıştı.

Rolph Keller -Alman Araştırmacı: “Cenevre Antlaşması’na aykırı olmasına rağmen esirlere Almanlar bu şekilde davrandı. Almanlar, Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen esirler için doğuda ayrı, özel esir kampları bile kurdular. Esirlerin yaşam şartlarını zorlaştırmak ve hayatta kalma şanslarını azaltmak için özellikle çok az gıda verdiler. Ayrıca bilinçli olarak cinayetler işlendi, katliamlar gerçekleştirildi. GESTAPO sürekli kamplarda aramalar yaparak, kendilerine göre gereksiz ve istenmeyen insanları ayıklıyordu. İstenmeyen bu insanlar da Yahudiler ve Bolşeviklerdi. Bu insanları esir kamplarından alıp, toplama kamplarında bir araya getirerek kurşuna diziyorlardı. Burada da öldürülenlerin sayısı çok fazlaydı. 10 binlerce insan öldürüldü.

Türk esirler

Türk esirlerin akıbeti ise daha feci idi. Onlar esmer ve sünnetli olmaları dolayısıyla anti-semitist Naziler tarafından Yahudi zannedilerek donmuş toprak üzerinde, tel örgüler içinde çadırsız, aç bilaç ölüme terk edildiler. İlk zamanlarda 600 bin Türkistanlı esirin 400 bini bu şekilde hayatını kaybetti. Ölenler toplu mezarlara gömüldü. Almanlar sadece Ruslarla savaştıklarını sanıyorlar, ilk zamanlarda Sovyetlerde Türklerin varlığını bilmediklerinden kamplarda Türk olabileceğine de inanamıyorlardı. Bunu öğrendiklerinde de birşey değişmemişti zira Almanlar Asyalıları aşağılık ırk olarak kabul ettiklerinden insafsızlıkları azalmıyordu.

Öte yandan Stalin savaşta esir düşmeyi Sovyet anlayış ve kanunlarına göre vatana ihanetle eşdeğer kabul ediyordu ve cezalarını ölüm olarak tayin ediyordu. Stalin benim askerim esir olmaz diyerek Cenevre Konvansiyonunu da imzalamamıştı. Bu yüzden ne Hıristiyan esirlere yardım eden Kızılhaç ne de başka kuruluşlar Müslüman Türk esirlere  yardım etmedi.

Fahrettin Üstün CHP eski Muğla milletvekili – “İki yıl önce (2004) Dachau Kampı’nı gördüm. Orada kampta tutulan ve öldürülen kişilere ilişkin, hangi ülkeden oldukları v.s kayıtlar vardı, şaşırdım. Kayıtlarda Türkler de vardı, 100’ün üzerinde Türk vardı, 76’sı ölmüştü. Öldürülen Türkler için Alman hükümetinden tazminat talep edilip edilmeyeceği sorularını içeren yeni bir önerge hazırlıyorum. Önümüzdeki günlerde bunu Meclis’e sunacağım”.

Prof. Dr. Baymirza Hayit önceleri Kızılordu’da tank yüzbaşısıydı. Almanların Sovyetler’e taarruzunda ilk bombaları yiyen öncü birliklerde bulunuyordu. Savaşta yaralandı. Almanlara esir düştü. Sonra Almanya’da kurulan Millî Türkistan Birlik Komitesi Askerî Bölüm Başkanı oldu Savaş sonunda esir kamplarından zor kurtuldu. Türkistan konusunda en tanınmış uzman. Baymirza Hayit’e göre savaşta esir düşen Sovyet askeri sayısı 7 milyon,  bunun içinde 1 milyon 700 binden fazla Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Azeri vardı. Bu rakam Alman askeri yetkililerince kendisine verilmiş. Hayit’e göre Sovyetler Birliği’nde 18- 65 yaş arasında erkeklerin tamamı askere alınmış, istatistiklerle karşılaştırıldığında bu rakam doğru. Hayit uluslararası kurallara göre devletlerin başka ülkede esir düşen kendi askerlerinin yiyeceklerini karşılaması gerekirken Sovyetler bunu kabul etmeyerek kendi esir askerlerine yiyecek göndermediğini de teyit ediyor.

Hüseyin İkram Han: “Akşam yemeğini 7 kişi beraber oturup şey yapardık. Bütün elimizle her birimiz gelen ekmeği taksimlemek için. Kartondan kesip ip bağlayıp terazi yapmıştık. Gelen ekmeğin bir parçasını kesip aynı gramda taksimlenirdi. Fatiha okurduk hepimiz bu sigara migara değiştirmezdik ekmeklerimizi. Oturduk yer içerdik. Bu vaziyette 7 ay dayandık. Kimi dayandı kimi gitti.Demek istediğim hergün 6-7 hasta çıkarırlardı. Orada sonradan bildik bu ormanda büyük bir çukur kazmışlar. Ölenleri üst üste atıp birkaç kireç ertesi gün onları da atıp kireçleyip. Esirler çevredeki otlardan ne bulsalar, yeşilliklerden yiyor. O yeşilliklerden yiyip yürüyüp barakaya geldikten sonra bağırırlardı. Çünkü o mideyi eziyor tamamen parçalıyor. Böyle ölenler oldu. Sonra bir ağaç var ormanda. Onun kabuğunun altında bir perde var o tatlı. Onu yiyen kimse bir tatlı yemiş gibi oluyor ama o da zararlı. Onun yiyip ölenler çok oldu. Biz geceleri uyuyamazdık. Çünkü o kadar ağlarlardı, bağırırlardı, Bizim de ciğerimiz yanardı.”

Seyit Ahmet Bozkurt – Kırım Türkü: “Ölünün üzerinden atlayıp geçiyoruz orda. kimisi ölmüş, kimisi yatıyor yerde. Böyle yapıyor ama kalkamıyor onu da Almanlar ölüyle beraber arabaya atıyorlar götürüyorlar, çukura gömüyorlar.”

Hamit Özbek – Çeçen: “Trene bindirip bizi Dachau Dead kampına 6 milyon kişinin öldüğü kampa götürdüler. Orada dead kampında kokudan ölenler,birbirini yiyorlar hayvanlar gibi. Ayaklarım yürüyemez hale geldi. Yürüyemeyenleri ölülerin arasına atıyorlar.”

Rolph Keller – Alman Araştırmacı: “GESTAPO sürekli kamplarda aramalar yaparak, kendilerine göre gereksiz ve istenmeyen insanları ayıklıyordu. İstenmeyen bu insanlar da Yahudiler ve Bolşeviklerdi. Bu insanları esir kamplarından alıp, toplama kamplarında bir araya getirerek kurşuna diziyorlardı. Burada da öldürülenlerin sayısı çok fazlaydı. 10 binlerce insan öldürüldü.”

Alim Almat – Kazak Türkü: “Benim kaldığım kampta 80 bin kişiydik. 80 bin kişiden 6 ay zarfında 3 bin kişi kaldık açlıktan. Elinle başını şöyle bir tuttuğun zaman elinde kalıyor bitler. Orada tifüs hastalığına yakalandım. Tifüs hastalığında 14 güne kadar yaşabiliyorsun!.. Günde 50-100 kişiyi arabalarla taşıyıp, çukura atıp gömüyorduk. Acayip bir şey oluyor insan; yanındaki ölmüş, onun üzerindekini alıp kendi üzerine örtüyorsun, oralı bile değilsin. İnsan hayvanlaşıyor mu ne deyim?.Alman adamı yakalıyor, yat diyor, yatıyor. 75 kırbaç vuruyor ondan sonra adam mosmor olup kalıyor. Üstüne bir kova soğuk su döküyor. Silkeleniyor köpek gibi, ölüyor kalıyor on dakikada. Günde arabayla 100 kişi-50 kişi taşıyıp,götürüp,çukura atıp gömüyorduk.

Musa Ramazan – Kafkasya:”Onlara çikolata bile verdiler” “- Stalin, “Benim esirlerim yok, onlar vatan hainidir!” demişti.’ Sonra da Kızılhaç’tan ayrıldı. Biz gördük ki İngilizler’in, Amerikalılar’ın pilotları esir kamplarında uluslararası kuruluşlardan her şeyi buluyordu; çikolatasına kadar… Onlara doktor da veriyorlardı. Bizde ne yemek ne de doktor vardı.”

Dr. Mehmet Kengerli – Azerbaycan Türkü: “Nefes alan insanları gömdüler!. Kırım’da esir düşen 435 bin Rus askerinden biriydim. Esir kamplarında kalmasam da orayı gördüm, yaşadım… Orada şart diye bir şey yoktur. Almanya gibi son derece bencil, ırkçı bir felsefeye dayalı bir toplumda şart aranmaz. Kış mevsiminde kar, kıyamet: Sıfırın altında 25-30 derece… Onlarca kamptan daha nefes alıp veren insanlar gömülmeye götürülürdü.”

Hollanda’daki Özbekler esirler

Orta Asya’daki evlerinden Alman ordusuna karşı savaşmak için yola çıktılar. Sonrasında üstlerinde paçavralarla esir olarak Hollanda’daki toplama kampına getirildiler. 1942 yılında Amersfoort kenti yakınlarında bir ormanda öldürülen çoğu Özbek 101 Orta Asyalıyı hatırlayanlardan çok azı hayatta. Öyle ki Hollandalı dikkatli bir gazeteci olmasa belki de tamamen unutulacaklardı.

Her baharda kadın-erkek, yaşlı-genç yüzlerce Hollandalı, Utrecht yakınlarındaki Amersfoort kenti yakınlarındaki bir ormanda toplanır.

Bu insanlar Naziler tarafından tam bu noktada silahla infaz edilen ve yarım yüz yıldır unutulmuş olan 101 meçhul Sovyet askerini anmak için mumlar yakarlar.

Burada yatanların hikayesi Rusya’da birkaç yıl çalıştıktan sonra 18 yıl önce Amersfoort’a geri dönen gazeteci Remco Reiding’in yakınlarda bir Sovyet savaş mezarlığı olduğunu öğrenmesiyle başladı.

Reiding “Daha önce hiç duymadığım için şaşırmıştım. Mezarlığı ziyaret ederek arşiv bilgileri ve tanıklıklar aramaya başladım” diyor.

Araştırmaya başladığında mezarlıkta 865 Sovyet askerinin yattığını, 101’i dışında hepsinin cansız bedenlerinin Hollanda’nın diğer bölgelerinden ve Almanya’dan getirildiğini, fakat isimsiz 101 kişinin orada, Amersfoort’ta öldürüldüğünü öğrendi.

Propaganda amacıyla getirildiler

Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgale başladığı ilk haftalarda Smolensk yakınlarında esir düşen bu 101 kişi, işgal altındaki Hollanda topraklarına propaganda amacıyla getirildi.

“Özellikle Asyalı görünüme sahip esirleri seçip, Nazilere direnç gösteren Hollandalılara sergilemek istiyorlardı. “Alt insan” diye tanımladıkları bu insanları gördükten sonra Sovyetlerin neye benzediğini anlayan Hollandalıların Almanya’ya destek vermesini umuyorlardı” diyor Reiding.

Kampın Komutanı Karl Peter Berg, 1949’da idam mangası tarafından infaz edildi

Nazilerin Sovyet halkları hakkında düşüncelerini değiştirmeye çalıştığı kişiler ise Amersfoort’taki toplama kampında kalan Hollandalı komünistlerdi. 1941’den beri Yahudilerle birlikte bu kampta tutuluyorlardı.

Fakat plan işe yaramadı.

‘Çok küçük ve güçsüzlerdi’

Bugün 91 yaşında olan Henk Broekhuizen, hâlâ hayatta olan az sayıda tanıktan biri. Ergenliğinde Sovyet esirlerinin kente getirilişini izlediğini hatırlıyor.

Tanık: Henk Broekhuizen

“Gözlerimi kapattığımda yüzlerini hatırlıyorum” diyor ve ekliyor:

“Paçavralara bürünmüşlerdi, hiç askere benzemiyorlardı. Yalnızca yüzlerini görebiliyordunuz.

“Naziler onları tren istasyonundan kampa kadar ana caddeden yürüttüler. Çok küçük ve güçsüzlerdi, ayaklarına da çaput bağlamışlardı. Bazıları arkadaşlarının koluna girerek güçlükle yürüyebiliyordu.”

Bazı esirler, kendilerini izleyen halkla göz teması kurmuş, el hareketleriyle aç olduklarını anlatmaya çalışmışlardı.

“Onlara su ve ekmek getirdik. Ama Naziler hepsini ellerimizden alıp yere attı. Yardım etmemize izin vermediler” diyor Broekhuizen,

Onları bir daha görmediğini söyleyen Broekhuizen, başlarına ne geldiğini de bilmiyordu.

Remco Reiding, Amersfoort’ta yatan 865 Sovyet askerinden 200’ünün ailesinin izini sürmeyi başardı

Fakat gazeteci Remco Reiding Hollanda arşivlerine girerek yaşananlarla ilgili belgeler bulmaya başlamıştı.

Kampta tercümanlık yapan Nazi görevlisi Alscher, Rusça’yı Polonya’da öğrenmişti

İlk fark ettiği, çoğunun Özbek olduğuydu. Toplama kampındaki yetkililerin de bundan haberi yoktu. Yalnızca Rusça konuşan bir Nazi görevlisi onları sorguladıktan sonra bunu öğrenebildiler.

Reiding, bu kişilerin çoğunun Semerkant’tan geldiğini söylüyor:

“Belki bazıları Kazak, Kırgız veya Başkurt’tu. Ama çoğu Özbekti.”

Nazilerden, aç Özbeklere bir somun ekmek

Reiding’in ortaya çıkardığı bir diğer şey de Orta Asyalıların kamptaki diğer herkesten daha kötü muamele gördüğüydü:

“Kamptaki ilk üç günlerinde etrafı dikenli telle çevrili açık bir alanda tutularak aç bırakıldılar.

“Alman bir film ekibi, barbar ‘insan altı varlıkların’ yemek için birbiriyle kavga ettiği anı çekmek için hazırlanıyordu. Propaganda için bu filme ihtiyaçları vardı.

“Sonunda Naziler aç Özbeklerin arasına bir somun ekmek attı.

“Ama hiç beklemedikleri bir şekilde içlerinden biri ekmeği eline alarak bir kaşıkla eşit parçalara böldü. Diğerleri de o sırada sakince bekledi. Kimse kavga etmedi. Sonra da eşit şekilde bölünmüş ekmekleri paylaştılar. Naziler hayal kırıklığına uğramıştı.”

Ama esirleri daha kötü şeyler de bekliyordu.

“Özbeklere diğer esirlere verdiklerinin yarısı kadar gıda veriyorlardı ve onlara yardımcı olmaya çalışan biri olduğunda bütün kampı cezalandırıyorlardı. Yemek artıklarını ve patates kabuklarını yediklerinde Naziler onları ‘domuzların yiyeceği şeyi yiyorsunuz’ diyerek dövüyordu” diyor Özbek tarihçi Bahodir Uzakov. Yakınlardaki Gouda kentinde yaşayan Uzakov da Amersfoort kampının tarihiyle ilgili araştırmalar yürütüyor.

‘Düzenli olarak dayak yediler’

Kamptaki gardiyanların itirafları ve kamptaki diğer esirlerin tanıklıklarını arşivlerden çıkartan ve bunlarla 2015 yılında bir kitap yayınlayan Reiding, kampta Özbeklere taş, kum veya kütük taşıma gibi en kötü işlerin verildiğini, düzenli olarak da dayak atıldığını ortaya koydu.

Gördüğü en şok edici hikayelerden biri ise kampın Hollandalı doktoru Nikolaas Van Nieuwenhuysen’in bir eylemiydi:

“Kamptaki Özbekleri, ölen iki arkadaşlarının kafalarını kesip kafataslarını tamamen temizleninceye kadar kaynatmaya zorlamış.

Dr. Nikolaas Van Nieuwenhuysen savaşın ardından 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı

“Sonra da bu kafataslarını çalışma masasına yerleştirmiş. Tam bir delilik!”

Aç ve çelimsiz kalan Özbekler yakaladıkları sıçanları, fareleri ve buldukları bitkileri yemeye başlamış. Aralarından 24’ü 1941’in sert geçen kışını çıkaramadı. Kalan 77’sine ise çalışmak için çok güçsüz kaldıkları için ihtiyaç duyulmadı.

Bu yüzden 1942 senesinde bir Nisan sabahı “İklimi size daha uygun olan Güney Fransa’ya gönderiliyorsunuz” denilerek kamptan çıkarıldılar.

Ancak götürüldükleri yer Güney Fransa değil, kampın hemen dışındaki ormandı. Burada kurşuna dizilerek infaz edildiler ve bir toplu mezara gömüldüler.

‘Kaçmaya çalışanlar vuruldu’

“Bazıları ağlamaya başladı, diğerleri el ele tutuşarak ölümle yüzleştiler. Kaçmaya çalışanlar ise askerler tarafından kovalanarak vuruldu” diyor kampın gardiyanları ve şoförlerinin tanıklıklarını anlattıkları belgelere ulaşan Reiding ve ekliyor:

“Müezzinlerin insanları namaza çağırdığı, pazaryerinde rüzgârların kum ve tozlarla dans ettiği ve sokakları baharat kokan şehrinizden 5 bin kilometre uzakta olduğunuzu hayal edin.

“Onların dilini bilmiyorsunuz, onlar da sizin dilinizi bilmiyor.

“Ve bu insanların size niye hayvan gibi muamele ettiğini asla anlamıyorsunuz.”

Bu esirleri teşhis etmek için çok az bilgiye sahibiz. Naziler Mayıs 1945’te kaçarken kamp arşivlerini ateşe verdiler.

Amersfoort toplama kampındaki Özbeklerden geriye kalan tek fotoğraf

Geriye yalnızca adı bilinmeyen iki kişinin yüzlerinin gözüktüğü bir fotoğraf kaldı.

Hollandalı bir esirin kalemle çizdiği dokuz portreden yalnızca ikisinde resimdeki kişinin adı yazılmış.

“Adları yanlış yazılmış ama kulağa Özbekçe gibi geliyor” diyor Reiding:

Biri Kadiru Xatam ve diğeri Muratov Zayer diye yazılmış. İlk kişinin doğru adı Hatam Kadirov, ikincisi ise Zair Muratov olmalı.”

Resimlere baktığımda Özbekçe isimleri ve Orta Asyalıların yüz hatlarını anında fark ediyorum. Tek kaşlar, melez yüz özellikleri… hepsi benim ülkemde güzel bulunan şeyler.

Bu genç erkekler 20’li yaşlarının başlarındaydı, belki de daha genç. Muhtemelen anneleri onlara uygun bir gelin bakmaya başlamış, babaları düğünlerine kadar besleyip büyütmek için bir dana almıştı, araya savaş girmeden önce.

Hatam Kadirov’un (solda) bir diğer resmi. Sağdaki isimsiz esir ise muhtemelen yine Zair Muratov

100 bin Özbek kayboldu

Bu kişilerden bazılarının benim akrabalarım da olabileceğini idrak ediyorum. İki büyük amcam ve eşimin dedesi savaştan geri dönmemiş.

Bana amcalarımın Alman kadınlarla evlenip Avrupa’da kalmayı tercih ettiği söylenirdi. Ninelerimin kendilerini avutmak için uydurdukları bir hikaye.

Gerçek ise savaşa giden 1,4 milyon Özbek’in üçte birinin geri dönmediği ve 100 bininin de kaybolduğu.

Amersfoort’ta yaşamını yitiren 101 Özbek’ten adı bilinen ikisi dışındakilerin teşhis edilememesinin çok nedeni var. Bunlardan biri Soğuk Savaş. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayan Soğuk Savaş, Batı Avrupa ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni ideolojik düşmanlar haline getirdi.

Bir diğer neden ise Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasının ardından Sovyet geçmişini unutma kararı alması. Savaş gazileri artık kahraman statüsünde değil.

Her ne kadar ülkenin yeni devlet başkanı Şevket Mirziyoyev geri getirileceğini söylese de, savaşın ardından 14 yetimi evlat edinen bir aile anısına dikilmiş bir heykel başkent Taşkent’ten kaldırıldı.

Özetle, yıllar önce Sovyet ordusundayken kaybolan askerlerin izini sürmek Özbek hükümeti için bir öncelik olmadı.

Özbekler toplu mezardan çıkarılarak mezarlığa yerleştirildi. Daha sonra buradan da çıkarılıp özel Sovyet savaş mezarlığına yerleştirildi

Ama Reiding, bu Özbeklerin isimlerinin ülkenin arşivlerinde bulunabileceğini düşünüyor ve ekliyor:

“Savaşta ölmeyen veya öldüğünden haber alınamayan askerlerin belgeleri yerel KGB birimlerine gönderilirdi. Bu 101 kişinin bilgileri de muhtemelen Özbekistan’da. Eğer onlara erişebilirsem bu 101 kişinin bir kısmını bulabilirim.”

101 Orta Asyalının mezarlarının başlarında Rusça “İsimsiz Sovyet Askeri” yazan mezar taşları bulunuyor

 

İşçi köleler

Trajediyi yaşayanlar sadece savaşta esir düşenler değildi. Alman erkekler savaşa gidince Almanya’da fabrikalarda, çiftliklerde çalışacak kimse kalmamıştı. O ihtiyaçlarını da işgal ettikleri ülkelerden gençleri esir, köle gibi boğaz tokluğuna çok zor şartlarda çalıştırarak giderdiler.

İkinci Dünya Savaşı’nda 1941 yılında Alman ordusu Kırım’a geldikten sonra Kırım Tatarlarından bir kısmı da zorla Ostarbeiter (Doğu işçisi) sıfatıyla Almanya’ya götürüldü. Bunların yanısıra, Kızıl Ordu’da görev yapmaktayken Almanlara esir düşmelerini müteakip Alman ordusuna katılanlar da vardı.

Fatma Baştimur

İşçi kölelerden biri de NBA’de All Star’da oynamış milli basketbolcu Mehmet Okur’un anneannesi Fatma Baştimur. Baştimur 1927’de Rus kökenli Fedo – Olga çiftinin çocuğu olarak Ural’da doğmuş. Adını Pavlina koymuşlar. Üç aylıkken annesiyle babasını Ural’dan Ukrayna’nın Varaşlovgrad kentine sürgün etmişler. Bolşevikler, zengin diye ailesinin elindeki hayvanları almışlar. Sürgüne geldikten sonra 4 yaşındayken babası ölmüş, üç kardeş kalmışlar. 2. Dünya savaşında Ruslar Varoşlovgrad’dan çekilirken Almanlara bir şey kalmasın diye her şeyi yakmışlar. Ekmek dahi bulamamışlar.

Pavline bir gün evde pişirmek için buğday getirmeye gider, iki Alman askerine yakalanır. 15 yaşında Ukrayna vatandaşı olan Pavlina‘yı Almanlar Ukrayna’dan topladıkları 300 gençle birlikte karakolun önünde dizerler, çırılçıplak soyup vagonlara bindirirler. Ön vagona koyarlar, eğer yolda dinamit varsa önce o vagon patlasın diye. Polonya toplama kampına götürülen Pavlina ve yanındakiler çırılçıplak soyulup zehirlenmek üzere bir banyoya sokulurlar. Tam gaz açılacakken, bir SS subayı,  ‘Bunlar çalışmaya gidecek’ diyerek esirlerin zenginlerin yanına götürülmesi emrini verir.  Vagona bindirerek bu kez Berlin’e götürürler.

Fatma Baştimur: “Oradan Berlin’de hepimizi sıralamışlar. Zengin adamlar gelmişler. Genç kızları sen, sen, sen öne! Bana çalışmaya gideceksin. Beni de çağırmışlar. Hayır dedim ben fabrika çalışacağım dedim. Korktum çünkü kötülük yapabilirlerdi, gitmedim. Fabrikada çalıştık.”

Baştimur inatçı ve kararlı karakteriyle zenginlere kölelik yapmamakta direnir ve savaş malzemeleri üreten bir fabrikada işçilik yapmaya başlar. Sabahları 100 gram bayat ekmekle güne başlar, 12 saat boyunca çalışır, gece de bir kepçe yağsız kepek çorbasıyla yetinir. Bir esir olarak her gün dayak yer, türlü hakaretler işitir. Yorgunluktan ve açlıktan bitap düştüğü bir gün, motora kurşun yerine parmağını sokunca sol elinin orta parmağının bir kısmını kaybeder. Baştimur’un ilginç ve ibretlik hikayesine ilerde döneceğiz.

Almanlar Kafkasya’da

Almanlar 1941 yılında Sovyetlere saldırdıkları sırada, Kafkasya’da yaşamakta olan Karaçay-Malkar halkı da Almanlara karşı sempati beslemeye başlamıştı. Bu durumu değerlendiren Sovyet istihbaratı, Sovyet ordusunda görevli Karaçay-Malkarlı subay ve askerleri “güvenilemeyecek düşman unsurlar” sayarak cepheden alıp, Ural bölgesindeki kömür ocaklarına sürmüşlerdi. Sovyetler’in bu davranışı karşısında bir Karaçay süvari alayı silahları ile dağa çıkmıştı. Böylece Almanlar henüz Kafkasya’yı işgal etmeden ve hiç haberleri olmadan Kafkasya’da bir müttefik halk kazanmış oluyorlardı. 25 Temmuz 1942’de Alman orduları Rostov’u ele geçirip Don ırmağını geçtikten sonra Sovyet ordusuyla Kafkas dağlarının eteklerinde savaşa girdi. Alman ordusunun önünden çekilerek Kafkas dağlarına sığınmaya çalışan Kızılordu birliklerini burada Karaçaylıların silahlı çeteleri karşıladı. Karaçaylılar Sovyet Kızılordusu’nu ve NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) birliklerinin büyük bölümünü imha ettiler. Ağustos 1942’de Alman ordusu Karaçay topraklarına girdi ve bölgede beş ay kadar kaldı. Yerli halka dinî ve siyasî hürriyet verdiklerini açıklayan Almanlar bu hareketleri ile yerli halkın sempatisini kazandılar. Camiler yeniden açıldı, kolektif çiftlikler kaldırıldı. Bu davranış yıllardan beri amansız Sovyet din karşıtı baskılara maruz kalan Müslüman halkın sevinciyle karşılandı. Okullar mahallî yöneticilerin yönetimine bırakıldı. Karaçaylılar-Malkarlılar 1943 yılı sonlarına kadar Sovyetler’e karşı mücadelelerini sürdürerek Kafkasya’daki Rus karşıtı hareketlere önderlik ettiler. Bu mücadeleler sırasında büyük nüfus kayıplarına uğradılar. Almanların Kafkasya’yı bir sömürge olarak kullanmak istedikleri ve buradaki bölgelere Alman Nazi komiserlerinin çoktan atanmış olduğu daha sonra öğrenildi.

Devamını okumak için lütfen tıklayın: 2. DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK LEJYONLARI

KAYNAKLAR YAZI DİZİSİNİN SONUNDA VERİLMİŞTİR.

Bülent Pakman. Nisan 2015. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz, yayımlanamaz.

WP_000151Bülent Pakman kimdir https://bpakman.wordpress.com/pakman/

 

 

1 Responses to Barbarossa Harekatı

  1. Geri bildirim: 2. Dünya Savaşındaki Türkler | Pakman World

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.