Osmanlı’da İçki İçilir miydi?

Osmanlı’da İçki

İçki Türkiye’de tarih boyunca varolmuş, bazı devirlerde savaş ve güvenlik sebebiyle yasaklanmasının dışında hep serbest olmuş ve aynı zamanda ‘‘Halife” unvanını da taşıyan zamanın hükümdarları içkiyi yasaklamak yerine bundan devlete gelir sağlama yolunu tercih etmişlerdir.

IMG_1029‘‘Osmanlı şeriat devletiydi, içki bizde eskiden yasaktı, alkol alanlar en ağır cezalara çarptırılırdı ama laikleşmemizden sonra serbest oldu” diyenlere küçük bir hatırlatma: Türkiye’de içki, tarih boyunca hep içildi. Bazı devirlerde yasaklandı, hatta içenler ağır cezalara bile çarptırıldılar ama içki satışı her zaman varoldu. Meyhaneler kısa dönemler için gizli, ama sonraları açık olarak faaliyet gösterdi ve devlet içkiyi yasaklamak yerine bundan gelir sağlamayı tercih etti.

Yasaklamaların temelinde dini değil siyasi sebepler ve genellikle de güvenlik endişeleri yatardı. Mesela Dördüncü Murad dönemindeki meşhur içki ve yangını bahane ederek tütün yasağı, hükümdarın o senelerde giderek artmış olan yeniçeri zorbalıklarına bir son vermek ve meyhanelerde, kahvehanelerde halkın bir araya gelip devlet eleştirilmesine engel olmak için uyguladığı baskı ve sindirme politikasının uzantısıydı. Memleketin, özellikle de İstanbul’un güvenlik içinde bulunduğu dönemlerde içki hep serbest oldu, uzun süren savaş yıllarında ise yasaklandı. Ama devletin içki konusunda asırlar boyunca devam eden temel politikası hep aynı kaldı: İçkiyi yasaklamak yerine, bundan gelir elde etmek.

Gayrımüslimlere içki zaten serbestti. Yasaklı dönemlerde içerken yakalanan Müslümanlara Dördüncü Murad iktidarının terör yıllarındaki idamlar dışında genellikle para cezaları verildi.

Meyhane mukassidir amma…

Bugün nasıl içkili mekânlar bistro, pub, bar ve restoran gibi isimlerle ayrılıyorsa, Osmanlı’da meyhaneler de kendi içinde sınıflandırılmış:

* Gedikli de denilen koltuk meyhaneleri herkesin uğrayıp dirseğini bir tezgaha dayayarak içki içebileceği yerlermiş. 
* Selatin meyhaneler ise kibar takımının uğrak yerleriymiş. 
* Küplü meyhanelerde ise şaraplar büyük küplerden maşrapalarla sunulurmuş.

İstanbul’da 1000’den fazla meyhane vardı

Evliya Çelebi’nin yazdığına göre 1600’lerin ortalarında İstanbul’da binden fazla meyhane varmış. Bu meyhaneler zamanla bugünün ünlü restoranları gibi “markalaşmış”; Hançerli, Karagöz, Ormanos, Köroğlu, Sakızlı, Karanfil, Sümbüllü gibi renkli isimlerle tanınmışlar.

Romculara isyan eden meyhaneciler

Yetmişiki milletten insanı barındıran Osmanlı İstanbul’unun liman ve ticaret bölgeleri olan Galata ve Karaköy civarları, rakı ve şarap satan meyhanecilerle rom satan “punççi”lerin mücadelesine bile sahne olmuş. 1800’lerde gemiciler yoluyla bu bölgelerde rom ve sıcak suyla yapılan “punch” modası türemiş. “Panç” diye okunan bu kokteyle halk arasında “punç”, bu içkiyi satanlara da “punççi” denmiş o zamanlar. Bu küçük barımsı içkicilerin sayısı hızla artmış, hatta şekerci dükkânları bile panç satmaya başlamışlar. 1850’de işleri azalan meyhaneci esnafı sadrazama başvurup, “On yılda sayısı bini aşan şekerlemeci ve punççi dükkanı açıldı. Bizi batırmak üzereler. Üstelik vergi de vermiyorlar” diye şikayette bulunmuşlar. Savaşın galibi, meyhaneciler olmuş…

Eski zamanlarda millet ne içerdi?

Biz, millet olarak şarap içerdik. Şarap bizde de yapılır, hatta dışarıya da gönderilir ama çok daha iyi kalitelileri ithal edilirdi ve Türkiye asırlar boyunca hep şarap içti. Derken, 17. asrın başlarında ‘‘arak” adında bir içkiyle tanışıldı. ‘‘Arak”, Arapça’da ‘‘ter” demekti, imbik vasıtasıyla imal ediliyordu, yapılırken imbikte teri andıran damlalar beliriyor, bu damlalar sonra şişelere dolduruluyordu ve içkiye ‘‘arak” yani ‘‘ter” adı işte bu yüzden verilmişti. ‘‘Arak”, zamanla ‘‘rakı” oldu ama şarabın hakimiyeti daha 200 sene kadar devam etti ve rakı ancak Tanzimat döneminde, yani 19. asrın ortalarında revaç buldu.

Devlet, içkiden gelir elde etme politikasını zamanla daha belirli kurallar içerisine koymaya çalıştı. Mesela, 1870’in ilk aylarında Türkiye’nin gündemini içki içenlere yılda 50 kuruş ödemeleri şartıyla ruhsat tezkeresi verilmesi konusu işgal etti. Derken bundan vazgeçilip ‘‘Müskirat Nizamnameleri” yani ‘‘İçki Yönetmelikleri” çıkartıldı. 7 Nisan 1886 tarihli yönetmelikle içkiden alınacak vergiler düzenli bir şekle getiriliyor, 14 Temmuz 1890’da ise, ihraç edilecek şarapların kalitesi ve vergileri belirleniyordu. Aynı zamanda ‘‘Halife” unvanını da taşıyan dönemin hükümdarı İkinci Abdülhamid, içki konusunda böyle yönetmelikler yayınlamakta bir beis görmemişti.

Osmanlı arşivlerinde şarap ithali, ihracı, saray ve özellikle de padişahlar için getirtilmiş içkiler konusunda dünya kadar yazışma vardır ve arşivde ‘‘Biz eskiden dindardık, şimdi böyle olduk” diyenlere verilecek sandıklar dolusu belgeli cevap bulunmaktadır.

Kabusname

Eski devirlerde, devlet adamları için devleti ne şekilde idare etmeleri konusunda öğütler veren kitaplar yazılırdı. Bu eserlere ‘‘nasihatname” denir ve içlerinde memleket idaresinin ayrıntılarından satranca; yemek yeme usullerinden yıkanmaya, içki adabından yıldızlardan geleceği okumaya, kılıç kullanmaya ve tıbba kadar akla gelen her konuda tavsiyeler yer alırdı.

Bu nasihatnameler arasında en tanınmışı, İran taraflarında bundan 900 sene önce kurulan ‘‘Ziyaroğulları” adındaki ufak bir devletin hükümdarı olan Keykavus’un, oğlu Giylanşah için kaleme aldığı ‘‘Kabusname” isimli Farsça eserdi ve Kabusname Türkçe’ye de defalarca tercüme edilmişti. Bu tercümelerden en önemlisini 1400’lü senelerin başında Mercimek Ahmed yapmış, Türk Edebiyatı’nın son alimlerinden Orhan Şaik Gökyay da 500 yıl öncesinin bu metnini 1940’larda elden geçirip yeniden yayınlamıştı.

İşte, Kabusname’de ‘‘Şarabın nasıl içileceğinin” anlatıldığı 11. kısmından bazı bölümler:

‘‘…Ey oğul, şarapla ilgili olarak sana ne ‘‘iç”, ne de ‘‘içme” diyebilirim. Zira, gençler başkalarının sözüyle hareket etmezler ve kendilerinden başka türlü düşünenlerin dediklerini yapmazlar. Gençliğimde ben de böyleydim ve ben de söylenenleri kabul etmezdim. Tá elli yıl sonra Allah bana doğru yolu gösterdi ve tövbe ettim. İçmez isen, iki cihan senin olur.

Bütün bunlardan sonra eğer şaraba başlamamış isen, ne mutlu sana! Ama bilirim ki gençsin ve bilirim ki dostların sana içireceklerdir.  İçersen, tövbeyi gönlünden çıkarma. Her an günahını hatırlayıp Allah’tan bağışlanmayı dile.

…İçeceksen bari yemekten sonra hemen içme ve susuzluğunu da içkiyle giderme. İkindiden önce iç, sen serhoş olduğunda akşam da gelmiş olsun ve etraftakiler seni serhoş görmesin.

…Şarap içerken birşeyler yeme ve her zaman evinde iç. İnsanın kendi mekánında içmesi, gök kubbe altında yahut bir ağaç gölgesinde içmesinden çok daha iyidir. Evin gölgesi gizleyici, ağacın gölgesi ise dört bir yana rezil edicidir.

…Ey oğul, sarhoş olduktan sonra daha fazla içmemeye alış ve hele gece serhoş bir halde yattın ise, sabah kalkınca şaraba devam etme. O vaziyette kıldığın namaz kabul olmaz, kazaya kalır. Gecenin sarhoşluğu ile gündüzün serhoşluğu biraraya gelirse, insan deli gibi olur. Allah, geceyi rahat etmek için yaratmıştır. Allah insanın başını ağırlaşmaktan, göz kapaklarını şişmekten, gövdesini titremekten, beynini zonk zonk etmekten, deli, serhoş ve hasta olmaktan korusun. Nadir de olsa sabahları içiyorsan, bunu sakın ola ki ádet haline getirme.

…Şarap içmeden bir iş yapamaz hale gelsen bile, bari cuma geceleri içme. Gerçi şarap her zaman haramdır ama cuma gecesine hürmet gösterilmesi gerekir. Böylelikle cuma namazına da mahmur bir halde gitmemiş ve içtiğin diğer gecelerin ayıbını da halkın gözünde ortadan kaldırmış olursun. Bir sene içinde 48 adet cuma gecesi vardır, bu gecelerde içmediğin takdirde 48 adet şarabın parası yanında kár kalır, aynı zamanda bünyen içtiğin diğer altı gecenin verdiği zahmetleri de o gece temizler

Osmanlı’nın içki kültürü

Osmanlı hayranı bazı kesimler o dönemleri katı, baskıcı ve yasakçı dönemler olarak göstermeye çalışsa da, gerçekler öyle değil. Osmanlı içki kültürünün zengin olduğu, her tür içkinin üretildiği ve belli dönemlerde ithal edildiği bir toplum olmuş. Meyhane sayısı aşırı artınca ve içki yaygınlaşınca sert yasaklar uygulansa da, kısa sürede gevşeyip eski hale dönülmüş.

Osmanlı’nın şarap kültürü, edebiyatına da yansımış. 1838’de vefat eden ve kabri Galata Mevlevihanesi mezarlığında bulunan şair Ayıntaplı (Antepli) Ayni Efendi’nin şu dizeleri, bu örneklerden:
Gice gündüz içüp Erdek şarâbı
Ola Nukl’i mezem ördek kebâbı
Varub sofi içer papazkarası
Olur meyhanede yüzler karası
Sığır dili kavurma kuş kebâbı
Söğüş büryan ile nûş it şarâbı

Bu minyatürde kırda şarap sefası resmedilmiş.
Bu minyatürde kırda şarap sefası resmedilmiş.

 

Osmanlı, şarabı önemli gelir kaynağı olarak görmüş. “Hamr” denilen şarabın getirilen her fıçısından 15 akçe vergi alınmış, “hamr emaneti” adlı bir vergi teşkilatı bile kurulmuş. Şarap ticareti, şarabın nereden nereye getirilip nasıl satılacağı fermanlarla düzenlenmiş. Şarap hayata renk katmış, kimi zaman dizeleri, kimi zaman minyatürleri süslemiş. Lâle Devri’nde şair Nedim “Testide, kadehte doyamam görmeğe bari / Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam” gibi coşkulu dizeler yazmış.

Yıldız Sarayı’ndaki ziyafet salonu. Her konuğun önünde değişik şaraplar için dörder kadeh var.

Avrupa’daki bağlar hastalanınca Osmanlı Fransa’ya şarap sattı

Zaman zaman uygulanan katı yasaklı dönemler dışında hoşgörülü bir düzen kuran Osmanlı İmparatorluğu, Müslüman olmayan halkın kendi ihtiyaçları için bağcılık ve şarapçılık yapmasına ses çıkarmamış, şarapları vergilendirerek bu üretimi yasallaştırmış. Şarap çeşitleri de hayli zenginmiş; İstanbul meyhanelerinde şarapların geldikleri yerler fıçıların üzerlerine tebeşirle yazılır, “Bana bir Girit şarabı ver” diyen müşteriye meyhaneci bir de “Kaç yıllık olsun?” diye sorarmış. Arasında Ankara, Erdek, Gelibolu, Girit, Kıbrıs, Sisam, Marmara Adası, Tokat ve Trabzon şarapları pek ünlüymüş.
19’uncu yüzyılda ulaşım imkânlarının artmasıyla, Osmanlı şarapları dünyada da tanınır olmuş. Yüzyıl sonlarında, filoksera (asma biti) hastalığı Avrupa bağlarını kırıp geçirince, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri şarap ihtiyaçlarını Osmanlı’dan gidermişler. 1904’de, İmparatorluğun şarap ihracatı, tam 340 milyon litreye çıkmış. Osmanlı’da üretilen konyaklar Paris’ten madalya almış.

Erenköy Cabernet’i…

Bu yıllarda batılılaşma eğilimlerinin güçlenmesiyle sayıları artan Osmanlı topraklarındaki yabancılar bağ yatırımlarına da girişmişler. Ünlü Fransız yazar Lamartine’in 1839’da Fransa’dan getirdiği bağ çubuklarıyla Ege’de tesis ettiği dev bağlardan yarım asır sonra, İstanbul’da özellikle Erenköy’de 700 dönümü bulan Cabernet Sauvignon bağları dikilmiş. Bu yıllarda Erenköy Cabernet’sinin bir fıçısı 150-160 franka alıcı bulurmuş. Yine Erenköy’de bir Alman da uçsuz bucaksız Riesling bağları kurmuş.
Sadece Marmara ve Trakya bölgesi değil, Ege bölgesi de şarapçılıkta çok canlı bir bölgeymiş o zamanlar. Bugün en büyük tarımsal ihraç ürünlerimizden olan çekirdeksiz kuru üzümlerin yetiştirildiği Ege’deki Sultaniye üzümü bağları, o dönemde şaraplık üzüm yetiştirilen bağlarmış ve Ege bölgesi bugünkü gibi üç kuruşa üzüm satmak yerine, o yıllarda Avrupa’a şarap satarmış. Sadece 1901’de ihraç edilen şarap miktarı 6.5 milyon litreymiş.

Fıçılarla şarap taşıyan Osmanlı vatandaşları…

Bira ithalle girdi

Bira, “Batılılaşma hedefli” Tanzimat ile Osmanlı’ya girdi. Hans Bart “Doğu’da Bira Üzerine İncelemeler” adlı kitabında, Württemberg Prokopp adlı kişinin eşek-katır sırtında İzmir bölgesinde bira sattığını yazdı. İzmir’de ilk birahaneyi de açan oydu. Bira, İzmir’den İstanbul’a gelmişti. İmparatorluğun son dönemi, özellikle İstanbul’da içkinin yaygınlaştığı, rahatça içildiği bir dönem olmuştu. Geleneksel meyhanelerin yanına Pera Palas ve Tokatlıyan gibi lüks otellerin alafranga restoranları ve Viyana’dan bile trenle taze biranın geldiği şık birahaneler eklenmişti. Bomonti Bira Fabrikası kurulmuş, bira bahçeleri yaygınlaşmıştı. 

Biraya ait ilk mevzuat 1847’de Sultan Abdülmecit’in hükümdarlığı döneminde konuldu. Bu tarihten önce birahaneler açılmaya başlanmıştı. Osmanlı’da da biranın en keyifli tüketildiği yerler birahanelerdi. Ancak birahanelerin, biranın moda içki olması ya da gözden düşmesine göre bazen mutena semtlerde, bazen de liman çevresinde ailelerin gidemeyeceği semtlerde yer aldığı görülüyor. İstanbul’da 1888’de, 15’i Beyoğlu’nda, 8’i Galata’da, 8’i muhtelif semtlerde olmak üzere 31 birahane vardı. Ankara’dan Erzurum’a birahaneler Anadolu’ya da yayılıyordu.

Bira Viyana, Münih ve Belgrad’tan ithal ediliyordu. Osmanlı resmi kayıtlarında bira “Arpa Suyu” diye geçiyordu.

Osmanlı’da bira üretimi

İlk bira sanayiinin kurulması tarihi için kaynaklar 1890 sonrasını veriyor.  Ancak Osmanlı’da bu tarihten önce de çiftliklerde bira üretilmekteydi. Örneğin 1862 yılı vergi mevzuatında rastlanan bir maddeye göre Arpa suyundan yüzde 20 zaiyat bedeli düşüldükten sonra yıllık rayiç bedeli üzerinden yüzde 10-15 kayıt alındığına dair kayıt vardır.

İsviçreli Bomonti Kardeşler Feriköy’de ve Vasil isminde bir Yunan da Şişli’de bira imalathaneleri kurdu. 1894’de üretime geçtiler. Üretmekle kalmadılar; bahçelerinde halka satış yaptılar. İki yıl sonra, o tarihte Osmanlı egemenliğindeki Selanik’te de “Olimpos Bira ve Şampanya Fabrikası” açıldı. Sahipleri Osmanlı vatandaşı Mizrahi ve Fernandez adlı Allatini Kardeşler idi. O yıllar II. Abdülhamit’in hükümdarlık dönemi. Kurucuların “arz tezkiresi”ne olumlu yanıt veren II. Abdülhamit’ti. Osmanlı ülkesine giren her yeni şey Şeyhülislam fetvası ile girerdi ve demek ki Şeyhülislam bira üretimine izin vermişti.

Bomonti Bira Fabrikası üretime geçtiği 1894’de Osmanlı topraklarında sadece dört şehirde birahanelerin varlığı göze çarpıyor. İstanbul, İzmir, Selanik ve Ankara. İstanbul 33 birahane ile başı çekerken, İzmir’de 5, Selanik’te 4, Ankara’da ise 3 adet birahane olduğu gözüküyor.

Bira işi kazançlıydı. Osmanlı birayı sevmişti.Bomonti Kardeşler imalathaneyi fabrikaya dönüştürdü; sermayelerini hep artırdı. Üstelik işletmelerine soğuk hava tesisleri ilave ederek “alt fermantasyon” (Pilsen gibi) bira imal etmeye başladılar. Yılda 7 milyon litre bira üretiyorlardı. Ve zamanla üretimi 10 milyon litreye kadar çıkardılar.
Sadece İstanbul değil; Trakya ve Marmara Körfezi kıyılarından Eskişehir’e kadar uzanan bölgede “Bomonti Bira Bahçeleri” kurdular.
Oluk oluk para kazanınca rakiplerin çıkması kaçınılmazdı. İstanbul Büyükdere’de “Nektar Biracılık” 1909’da kuruldu. Bira imalatında memba suyu kullanarak kısa sürede pazarda iyi pay sahibi oldular. İkram ve Sabah gazetelerine reklam vermelerinin bunda payı vardı kuşkusuz.
İki şirketin birbiriyle giriştiği rekabet, bira fiyatlarını hayli düşürünce, iki firma daha fazla zarar etmemek için birleşme kararı aldı; 1912 yılında “Bomonti-Nektar Birleşik Bira Fabrikaları” kuruldu. İşleri büyüttüler; “Aydın Bira Fabrikası”nı açtılar. Bomonti-Nektar sadece bira ile sınırlı kalmadı ve İzmir’de ilk rakı fabrikalarını kurarak büyüdüler.

Osmanlı’da 1911’de kurulan “Milli Bira Fabrikası Osmanlı AŞ” ve 1919’da kurulan “Büyük Sulh Bira Fabrikası” gibi işletmeler faaliyete geçti. Mehmet Sabit Bey veya Ata Rauf Bey gibi Müslümanlar yöneticilik yaptılar.

Çamlıca Belediye Bahçesi ve Tepebaşı Belediye Bahçesi gibi resmi kurum olan belediye bahçelerinde bira içiliyordu. Bomonti birası 40 para ve Avrupa birası ise 5 kuruştu.

1914’te ise İstanbul’daki birahane sayısı 40’a yükseldi. Anlaşılan şu ki bu dönemde bira lüks birahanelerde tüketilen bir içki konumundadır. Bunda belki de dünya savaşına kol kola girdiğimiz Almanların, Avusturyalıların ve Macarların da etkisi olmuştur. Çünkü aynı dönemde İstanbul ve İzmir’de Brasserie Viennoise; Brasserie Budapest, Brasserie Graz gibi birahane isimleri dikkat çekmektedir. Harpten sonra Galata’da bilhassa Eski Şarap iskelesi mevkiinde çoğalan birahanelerle Galata’da birahane sayısı 28’e çıktı. Beyoğlu’nda ise birahane sayısı 18’e iniyor ve Beyoğlu tekrar ‘‘cafe” ve ‘‘patisserie”ler cennetine dönüştü. Buna karşın Büyükçekmece’de altı birahane açılarak, göl kenarı biracılar cenneti oluverdi. 1921’de ise tüm İstanbul’daki birahane sayısı 52’ye yükseldi.

Osmanlı’da içilen Cumhuriyet döneminde içilmedi

Anadolu’da kimi kez gizli gizli tüketilen biraya çeşitli şifreli isimler de takılmış. Bunlardan biri de Yozgat’ta kullanılan ‘‘Fatma ananın helvası”. Kuşkusuz Osmanlı’da Müslümanlara içki yasaktı. Bira fabrikalarında çalışan 367 kişinin kaçı Müslüman bilmiyoruz. Osmanlı’da bira içenlerin ne kadarı Müslüman bilmiyoruz.  Osmanlı’da ortalama 8-9 milyon litrelik birayı tüketecek gayr-i müslim olmadığını biliyoruz. Osmanlı döneminde 1910 yılında 11 milyon litre bira tüketim düzeyine, Cumhuriyet döneminde ancak 1943’te ulaşıldı. Osmanlı’nın son döneminde, Cumhuriyet’in ilk döneminden çok bira tüketildi. 1921’de sadece İstanbul’da 52 birahane vardı.

Rakı

Yine imparatorluğun son döneminde yurdun değişik yerlerinde rakı üretilmiş, Boğaziçi, Ruh, Âlem, Deniz Kızı gibi rakılar birbirleriyle yarışır olmuşlar. Osmanlı gazetelerinde şarap ilanları çıkmaya başlamış, Martell konyaklarının ilan tabelaları İstanbul’un birçok yerini süslemiş. Erdekli Kotroni Efendi’nin damıttığı Osmanlı konyakları ise Paris’ten bile madalyalar almış.

Telhisü Mehasini’l-adab ve Padişahlar

Osmanzade Taib Ahmed’in (1660-1724) “Telhisü Mehasini’l-adab” adlı eseri; meşhur Arap ilahiyatçı/edebiyatçı Cahiz’in (776-868) “Minhacü’s-süluk” ile tarihçi Mustafa Ali Efendi’nin (1541-1600) “Mehasinü’l-adab” isimli kitaplarının sadeleştirilmiş bir özetiydi. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya takdim edilen bu eser 15 bölümden oluşuyordu. 3’üncü bölümde, İslam halifeleri ve Osmanlı padişahlarının özel hayatlarına ilişkin bilgiler mevcuttu.

Has Bahçe

Prof. Halil İnalcık’ın Osmanlı sarayında padişahların geçirdikleri hoş vakitleri zevk-u sefayı ortaya koyan “Hâs-Bağçe’de ‘Ayş u Tarab: Nedimler, Şâirler, Mutribler” adlı kitabında (İş Bankası Yayınları. Kültür Tarihi, Osmanlı Tarihi. 02/2011) Osmanlı hanedanında şarap, esrar ve oğlancılık konu ediliyor.

Kitap Osmanlı’da yemek ve içki kültürüyle ilgili birçok ezberi bozan, çok önemli bir kaynak. Din yasağına rağmen Osmanlı’da şarap içmenin kaçınılmaz bir gelenek olduğunu anlatıyor. Kitapta şarap içme adabı şöyle açıklanıyor:  Dostlarla bir mecliste şarap içersen, körkütük sarhoş olma; sarhoşluk deliliktir. Sabahleyin içme; şarabı, halk uykuya çekilince iç. Özellikle cuma gecesi içme; hem din hem sağlık bakımlarından uygun değildir. Dostlarla şarap meclisinde buluşunca, şarabı bol getir. Çerezi ortaya dök, güzel sesli çalgıcılar hazır olsun, çünkü çalgıcısız şarap sohbetinin safası olmaz. Şarabın iyisini koy. Mademki günaha giriyorsun, bari eyisi yüzünden günaha gir. Şarap sohbetinde mest u harab (çok sarhoş) oluncaya kadar oturma, çok gevezelik etme, çalgıyı şehvetle dinleme…

Türkler arasında içkiye düşkünlük üzerine Fatih döneminde bir göz tanığı, Yeniçeri Mihail Konstantinoviç’in şöyle yazdığını belirtiyor İnalcık: Saray mensupları, hizmet erbabı ve bazı beyler şarap içmektedirler, fakat savaşa gittiklerinde genel olarak hiç kimse şarap içmez!

15. yüzyılın sonlarında yaşamış Revani, İşretname adlı eserini Sultan I. Selim’e sunmuş, yaşamını sarayda, Kanuni döneminde de sürmüş bir kişi. İşretname’nin girişinde, şarabın dört özelliğini öne çıkarıyor: “Gönülde komaz ızdırabı, hatırı hoş eder, insanı konuşkan yapar, insan yüzüne renk verir. Şarabın yalnız üç vasfı insana layıktır. İnsan fazla içmeye başlarsa, akla hafiflik verir; insanı divane eder; gözler döner, insan kendine hakim olamaz, arslan olur, şuna buna saldırır; sonra uyuklama gelir, yatub hınzır gibi horlar.”

1541-1600 yılları arasında yaşamış Mustafa Ali, koruyucusu II. Murad ve devlet adamları için eğitici nitelikte Kava’idü’l Mecalis adlı eserinin ‘meclis-i işret adabı’ başlıklı bölümde ilginç öğütler veriyor: Saraylarda halvet-i has veya meclis-i has, harem gibi davetlilerin izinsiz giremeyecekleri özel bir yerdir. Toplantıya kimlerin davet edileceğini Enderun ağalarından görevli mir-i meclis tayin eder. Davet edilenin toplantıda kibar bir dille konuşması önemlidir. Mutaassıp hocalar da meclise yakışmaz.

Ziyafet yemekleri için de şunları yazıyor Ali: “Ziyafette sunulan ‘istakoç’, teke ve midye çeşitleri, nefis yiyeceklerdir. Şarap meclisinde fazla içerek kendinden geçip kötü laflar etmek, kusmak yahut susup oturmak çoğu kez ‘ayin-i meclis ne idüğünü bilmezler’in kötü halleridir. Bu görgüsüzlükler zurefa (centilmen) sınıfına yakışmaz. Bade (içki) sohbetlerinde börekler ve galiz yağlu yemekler cayiz değildür. Şarapla beraber giden yiyecekler, yarı pişmiş kebaplar, ekşilü çorba, kavurma ve köfteler, özellikle balık çeşidi, istiridye tercih edilen yiyeceklerdir. Ziyafet sofrasında elli kadar fındık fıstık çeşidi, kavrulmuş badem, balık yumurtası, havyar ve pastırma dolu olmalı, sofra çeşitli mevsim meyveleriyle, çiçek, vazolar ve gül yaprakları ile bezenmelidir. Zevk sahibi ev sahiplerinin şan u şöhreti, bu gibi nefis şeylerin tedarikini gerektirir.”

Ali, keyif veren maddeler için şöyle yazıyor: “Keyif için içilen otlar, beng, esrar, berş, meres ve afyondur. Tiryakilik bağımlılık yapar. Şarabı ve otları içmekte bağımlılık yapmaması için az almalı. Kahveye gelince, uykuyu ve şehveti giderir, çok içilirse idrarı artırır, tiryakiler kahveye meyl etmede naçar olur. Hepsinden iyisi şaraptır. Rindlere göre şarap vücudun gücünü artırır. Ayyaşlar onu da ölçülü içmeli; fazla içenler sarhoşluk halinde uyuklar, sayıklar, bir tarafa yıkılır, başkalarına yük olurlar.”

Hizmetkarlar hakkında da ilginç ayrıntılar var Ali’de: “Devlet ricalinin evlerinde güzel cariye ve içoğlanları, cinsel ilişki için tutulmaktadır. Onlar efendilerinden başkasının yüzüne bakmamalıdır. Padişahın nedimelerinden biri bu kuralı gözetmediği için gözden düşmüştür. İçoğlanı şerbet ve kahve sunarken ‘diz çöküp domalıp’ başka anlamlara gelecek durumlara kalkışmamalı.

Ali, yalnız saray meclislerine değil, halkın toplandığı meyhanelere de değinmiş. Ali’ye göre meyhaneye iki zümre gider. Birincisi gençler, zamparalar ve muhabbet dostlarıdır. İkincisi gece ve gündüz içkiyle ömrünü meyhanede geçiren takımıdır. Bunların kanunları: “Cuma gecelerini kadınla, cumartesi gününü gençlerle, cuma akşamını oğlanlar ve sakalı çıkmamış gençlerle geçirmektir. Bu gibiler, cuma günü namazdan hemen sonra meyhaneye giderler.” ALINTI: AHMET ÖRS.  Osmanlı’da zevk-ü sefa Sabah Gazetesi 6.3.2011 https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ors/2011/03/06/osmanlida_zevku_sefa

Prof. Dr. İlber Ortaylı Osmanlı Padişahlarının içki içip içmediği konusunda isim vermenin ayıp olacağını, ancak sarayda içki içen de içmeyen de padişahların olduğunu söyledi. Hatta cemiyette içmeyi yasaklayıp özel hayatında içen padişahlar olduğunu ifade etti. Kendisine dokunan ve hasta olan padişahlar da var. İçenler var, genç yaşta ölenler de var. Ama içmeyenleri de var. yarı yarıya olabilir, belki fazla da olabilir. Şimdi tek tek sayamam. Bazılarının ne yaptıklarını hiç bilmiyorum.

Cemiyetteki, dışarıdaki insan neyse sarayın içindeki de o. Bir sofra, meze kültürü var. balık ve bazı deniz mahsulatı sevenler var. Onları deniyorlar demek ki. Onlar daha çok içki ile tüketilen şeyler. Kendisi içki içenlerin içkiye karşı çıkarttıkları yasaklayıcı kanunları var. Kendisi içiyor ama cemiyette yasaklıyor. Sebebi muhtelif, onları bilmek lazım. İçki imalatını yasaklayanlar var. İmalatı yasaklamayıp meyhaneleri yıktıranlar var.”

Osmanlı Sultanları

Padişahlar aleni içmemişler ama bir bölümü içkiyi de hayli sever ve tüketirmiş… Fransa’dan adından dolayı maden suyu sanılır diye fıçılarla “Carbonnieux” şarabı getirten padişahın ise ismi ne yazık ki bilinmiyor ama Bordo’daki şatonun kayıtlarında “Sultan için Constantinople’a gidecek” yazıları var…

Son Halife Abdülmecid Efendi’nin itirafları

İslam dünyasının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son halifesi olan Abdülmecid Efendi 1920’lerde kaleme aldığı, yayınlanmayan ve aslı Murat Bardakçı’da bulunan kendi elyazısı risalesinde tahta geçen 36 padişahın özelliklerini anlatıyor, hepsini hataları ve sevapları ile değerlendiriyor ve yıkılmanın sebebini bazı hükümdarların içkiye olan aşırı düşkünlüklerine bağlıyor.

Abdülmecid Efendi 1868’de İstanbul’da doğmuş, 1944’te Paris’te sürgünde ölmüştü. Birkaç yabancı dil bilir, resim ve batı müziğiyle uğraşır, modern Türk resminin ilk ve en büyük isimlerinden kabul edilirdi. Çamlıca’daki köşkü devrin entellektüellerinin uğrak yeri, hattâ bir çeşit akademi idi. Besteleri batı formlarındaydı; konçertolar ve oda müziği eserleri besteler, bunları köşkünde kadınlardan oluşturduğu topluluklara çaldırır, Türkiye içinde ve dışında açılan resim sergilerine yağlıboya tablolarını gönderirdi. İstanbul’daki yabancı elçiliklerin raporlarında ondan bahsedilirken “Fes giymediği zamanlarda iyi yetişmiş bir Fransız’ı andırıyor” gibisinden ifadelere rastlanırdı.

Bir torunun kaleminden dedelerin öyküsü…

Abdülmecid Efendi’nin büyük boy kâğıtlara yazarak Osmanlı padişahlarının tamamı hakkında değerlendirmeler yaptığı bu yayınlanmamış 45 sayfalık risalesinin içkiden bahsettiği kısımlarından ve diğer bazı yerlerinden günümüzün Türkçesi’yle özeti:

Osmanlı Devleti’nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutamazlar ve unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı’na verilmiş olan hilâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilâfette ve saltanatta hiçbir hakları yoktur“.

Aşağıdakilerin açık renkli italik/eğik yazı karakterli bölümleri bahsi geçen Abdülmecid Efendi’nin mektubundan alıntıdır.

OSMAN GAZİ (I. Osman)

Taib Ahmedin “Telhisü Mehasini’l-adab” adlı eserine göre, Osmanlı’nın ilk sultanları ağızlarına içki koymamışlardı.

İlk padişah Osman Gazi, dini bütün Şeyh Edebali’nin damadı olduğundan “kadehin gül rengine rağbet etmemişti”. Ancak, bu eserin aksine, bazı tarihçilere göre, Osman Gazi Bizanslı beylerle (tekfurlarla) şarap içmişti.

ORHAN GAZİ

Taib Ahmed’e göre, Osman Gazi’nin oğlu Orhan da içkiden uzaktı. Her iki padişah da içmiyordu ama toplantılarında komutanlarına iltifat etmek maksadıyla içki/”dolu” sunmuşlardı. Bu adet, Yıldırım (I.) Bayezid, Çelebi Sultan Mehmed ve Sultan I. ve II. Murad döneminde de devam etmişti.

YILDIRIM BAYEZİD (I. Bayezid)

“Telhisü Mehasini’l-adab”a göre Yıldırım Bayezid içki içmezdi. Ancak bir iddiaya göre, Yıldırım (I.) Bayezid içki içiyordu. Padişahın içki ve bezm (içki meclisi) düşkünlüğünün sebebi, eşi Sırp prensesi Maria Despina (Olivera) idi.

FATİH SULTAN MEHMED  (II. Mehmet)

Fatih Sultan Mehmed’in “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirlerde şarap övgülerine rastlanıyor. Taib Ahmed’e göre, “Fatih Sultan Mehmed Han komutanları ve vezirleriyle arada sırada iyşü nuş (içki álemi) ederdi”.

II. BAYEZİD (Sultan Bayezid-i Veli)

Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin oğlu olan İkinci Bayezid, pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu. Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslâm âleminin çöküşüne, meselâ o zaman İspanya’da yıkılan Emevî Devleti’nin felâketine ve Avrupalılar’ın Müslümanlar’ı işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi. En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim’in (I. Selim) şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.  (Abdülmecid Efendi)

Taib Ahmed’e göre, “Sultan Bayezid-i Veli, komutanları ve vezirleriyle arada sırada iyşü nuş (içki álemi) ederlerdi. Hatta Bayezid-i Veli, Sadrazam Gedik Ahmed Paşa’yı işret (içki) sırasında katletmişti“.

YAVUZ SULTAN SELİM (I. Selim)

Taib Ahmed Efendi’nin kitabına göre Yavuz Sultan Selim içki kadehine fazla iltifat etmezdi, ancak ara sıra içerdi. Heyhat, çabuk sarhoş olup şiir okurdu. Bir gün bir eğlence sırasında yine sarhoş oldu; ayağa kalktı; elindeki kadehi öne doğru uzattı ve üzümden ilk şarabı çıkardığı iddia edilen İran Şahı’nı anımsayıp şiir okudu: “Bint-ül inebin bikrini Cem etti izale.” (Üzümün kızının bekáretini Cem yok etti!).

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Kanuni Sultan Süleyman’ın, ilk zamanlarında musiki dinlerken içki içmişliği vardı. Kanuni, saltanatının son yıllarında içkiye katı yasaklar getirdi, Baki ve Nevi gibi şairler de bundan şikâyet eden şiirler yazdı.

“Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” deyimi doğruydu. Kısa bir zaman sonra içki yasağı unutuldu, meyhaneler yeniden açıldı.

Kanuni’nin şarap kanunları

Gayrımüslimler, içtikleri şarap için vergi vermezler ama sattıklarından alınır. Şarabı şehrin içinde sattıklarında her on ölçü için satandan ve alandan üçer akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘‘İnöz Kazası Kanunnamesi”, madde: 5).

Meyhane açıp kendi yaptıkları şarapları satmak isteyenlerden fıçı başına beş akçe alınır. Meyhanelerini birkaç günlüğüne kapatıp yeniden açanlar yahut hiç kapatmayanlar ister az ister çok satsınlar, fıçı başına beş akçe verirler (Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘‘İnöz Kazası Kanunnamesi”, madde: 7).

Şarap fıçısı taşıyan gemiler fıçıları Trabzon’da satarlarsa, her fıçıdan yirmi beşer akçe alınır. Trabzon’da değil de bir başka limana çıkartırlarsa, on beşer akçe alınır. ‘‘Miso fıçı” denilen yarım fıçılardan beşer buçuk akçe alınır. Rakı fıçısından 28, yarım rakı fıçısından da dokuz akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘‘Trabzon Sancağı Kanunnamesi”, madde: 9).

Küçük sandallar ile yakın yerlerden fıçılarla şarap getirilirse, şarabın en iyi kalitesinden 30, orta kalitesinden 25, yarım fıçıdan da on iki buçuk akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘‘Trabzon Sancağı Kanunnamesi”, madde: 10).

Gemiler limana şarap getirirlerse fıçı başına otuz akçe alınır ama Menekşe şarabı gelirse, her fıçıdan altmışar akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘‘Selánik Kazası Kanunnamesi”, madde: 8).

II. SELİM (Sarı Selim)

Padişahlar arasında içkiye en düşkün isim, bir lakabı da “Sarhoş Selim” olan II. Selim idi. Bu dönemde sınırsız içki serbestliği vardı. Kıbrıs’ın kehribar renkli şaraplarının tutkunuydu.

Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, âkıl evlâdı Şehzade Mustafa’yı feda ederek devletin idaresini İkinci Selim gibi bir sefih bir serhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlar.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlılar’ın Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa’da ilk şenliklerin yapılması, İkinci Selim zamanındadır. İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile serhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu suretle lâyık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştı. Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felâket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştı. Uğranan her çeşit belâ fedâkâr millete yüklenmiş, refah ve saadet uzaklaşmış ve arada bir yüzünü göstermiş ise de, akşam güneşi gibi hemen batıp gitmişti. (Abdülmecid Efendi)

İlginçtir, II. Selim içkiye düşkün olmasına rağmen, beş vakit namazını da kaçırmazdı. Sonra, Halvetiyye Şeyhi Süleyman Efendi’nin telkiniyle içki içmeye tövbe etti. Hatta bir gün hastalandığında hekimlerin iyileşmesi için verdiği ilacı, “içinde içki vardır” diye içmedi.

III. MURAD – III. MEHMED

İçkiye karşı padişahlardan biri de III. Murad’dı. İçki içmediği gibi huzurunda lafının edilmesinden bile hoşlanmazdı. Bunun altında yatan sebep ise şuydu: Şehzadeliği sırasında babası II. Selim bir gün kendisini içki sofrasına çağırdı. İçki içmesine izin verdi. Ama padişah daha önce Harem Kethüdası Hekimbaşı Kurdoğlu’na, şarap kadehinin içine baş ağrısına neden olacak bazı maddeler koymasını istemişti. Şehzade bu oyundan habersiz şarap kadehini ardı ardına içince birkaç gün baş ağrısından duramadı ve içkiye tövbe etti.

Bir diğer padişah, III. Mehmed de babasının yolundan gitti; içki içmedi. Ama onun döneminde Osmanlı kötü bir alışkanlıkla tanıştı: Tütün.

Bu iki padişaha “Osmanlı Devleti’nin amansız cellâdı” denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti’nin azametli saltanatını çöküşe mahkûm etmişlerdir. Üçüncü Mehmed, şehzadelerin kafes arkasında yaşamaları kaidesini de icad etmiştir. (Abdülmecid Efendi)

I. AHMED

Osmanlı padişahlarının içkiyle ilişkileri hep inişli çıkışlı oldu. İçki yasağı bazen şiddetle uygulandı, bazen ise görmezden gelindi. Bu uygulamalarda, padişahların kişisel yaşamlarının etkisi vardı. Örneğin, I. Ahmed çok dindardı ve onun döneminde içki yasağı çok etkiliydi.

IV. MURAD

Hakikaten en büyük padişahlarımız arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlılar’ı hayrette bırakmıştı. Fazilet sahibi idi, eski pehlivanların kaldıramadıkları demirlere ve gürzlere başka halkalar ilâve ettirir ve bunları kaldırarak hünerini icra ederdi. Bağdat ve İran seferlerine çıkan iktidar sahibi bu padişah, geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terkederek dünyadan çekilmişti. (Abdülmecid Efendi)

Osmanlı Devleti için 17. yüzyıl, “duraklama” dönemiydi. Osmanlı savaş kaybettikçe gericileşti. İçki yasakları bu dönemde arttı. Tüm kötülüklerin sebebi bu uğursuz içkiydi! IV. Murad kendisi içmesine rağmen halka alkol, sigara ve kahve kullanılmasını yasakladı. Şarap ve tütün içenlerin peşine hafiyeler salan IV. Murad’ın da tutkulu bir şarapsever olduğunu tarih yazıyor. İçki içenler darağaçlarında sallandırılırken IV. Murad’ın Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi bakın şiirinde ne diyordu:

Mescitte riyamişler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai…” (Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakárlığa/ Sen meyhaneye gel ki orada ne riya var ne riyakár.)

SULTAN İBRAHİM

Sultan İbrahim döneminde yeni keyif verici maddeler ortaya çıktı: Bunların başında, burundan çekilen enfiye (burun otu) vardı. Bir tür uyuşturucu olan enfiyeyi zamanla padişahlar ve sadrazamlar kullanacaktı.

IV. MEHMED

Bir sonraki padişah IV. Mehmed, avcılığa ve eğlenceye çok düşkün olmasına rağmen içkiden uzak durdu. Hatta yasakları katılaştırdı.

I. MAHMUD

I. Mahmud da içkiyi seviyordu. 17. yüzyıldaki içki yasağı, Osmanlı’yı yeni bir alkol çeşidiyle tanıştırdı: Rakı. Rakı, görünürde sudan farklı olmadığı için, içki yasağını delmek maksadıyla Osmanlı’ya giriverdi. Görüldüğü gibi, bize ait zannettiğimiz rakı maalesef “milli içkimiz” değildi. “Rakı” sözcüğü Türkçe değil Arapça’ydı. Arap ülkelerinde “arak” denilmekteydi.

İçkinin seyri 18. yüzyılda da değişmedi. Bazen yasaklandı, bazen serbest bırakıldı. Ne zaman paraya ihtiyaç duyuldu, içki içimi serbest bırakıldı. Çünkü alkolün alım satımından alınan “Zecriye Vergisi” hayli yüklüceydi!

Fındıklı Mehmed Ağa bu durumu “Silahdar Tarihi” adlı eserinde şöyle yazdı: “Hazine çok sıkıntı içindeydi, içki yasağı kaldırıldı. Meyhanelere ve tütün içmeye izin verildi. Tütüne de ayrıca gümrük kondu.”

Aynen bugün gibi, ithal edilen içkiden alınan fon getirisi hayli iyiydi.

III. AHMED

Rakıyı Osmanlı Sarayı da pek sevdi. III. Ahmed, çoğunlukla geceleri hünkár sofasında, balkonda yumuşak yastıklar içinde yarı yatmış bir halde oturur, sadrazamı, şairleri ve dalkavuklarıyla rakı içerdi.

Devletin en hassas zamanlarını Lâle Devri’ne çevirerek bütün milleti zevk ve sefahatle mestetti, günlerini, Sâdâbâd safâları ile geçirdi. Fırsatlar elden kaçtı, zira padişahın eğlenceden başını kaldırıp devletin ufkunu görmeye zamanı yoktu; baksa bile görmek için bir kabiliyeti de bulunmuyordu. Sefahat kendisini tamamen ele geçirmişti. Çıkan bir isyan neticesinde saltanatı Birinci Mahmud’a terkedip başarısız şekilde bir köşeye çekilmeye mecbur oldu. (Abdülmecid Efendİ)

III.  MUSTAFA

III. Mustafa, yemeğine zehir konularak öldürüleceği korkusu nedeniyle hep panzehirler kullandı ve bunun sonucu uyuşturucu bağımlısı oldu!

III. SELİM

Osmanlı’da içkiye savaş açan son padişah, III. Selim oldu. Musikiye olan ilgisiyle bilinen bestekár padişah, ne kadar meyhane varsa hepsini kapattı. Yasağa rağmen içki içmekte ısrar edenleri astırdı.

II. MAHMUD

Son dönem Osmanlı padişahları arasında içkiye en düşkün kişi II. Mahmud, yasakları deliverdi.  II. Mahmud da şarap sevmesiyle biliniyor.

Tarihimizin incelenmeye en fazla lâyık devirlerinden biri, II. Mahmud’un iktidar yıllarıdır.
Osmanlı Devleti’ni geçmişten alıp parlak bir şekilde geleceğe nakleden azimli bir padişah idi. Genç yaşında iken üzerine aldığı vazifeler o kadar önemli ve o kadar da zor idi ki, geçmişten gelen dertlerin altında eziliyordu. Böyle zor bir zamanda üstlendiği görevi yerine getirebilmesi için gereken azmin, ilmin ve irfanın yanında büyük cesarete de sahipti. Bu sayede bazı hatalarına rağmen devletin yeniden ayağa kaldırılması için gerekenleri yerine getirmeye muvaffak oldu ama ne çare ki eserini tamamlayamadan henüz genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti.
Sultan Mahmud’un yaptığı büyük işleri yarım bırakmasının sebebi ne idi? İşte, aradığımız mesele budur!
Başlattığı inkılâp, kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı. İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilâyeti olan Mısır’ın Mehmed Ali Paşa vasıtası ile bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlılar’ı mağlûp etmesi, İkinci Mahmud Hazretleri’ni sıkıntıya sokmaya kâfi idi. Mısır’da kendisine karşı isyan eden Mehmed Ali Paşa’ya “Aradığım adam sen imişsin, gel burada benimle beraber çalış, Osmanlı’yı ihyâ edelim” diyeceği yerde Paşa’yı gıyabında idama mahkûm etmekle başına büyük dert açmış, bu gibi dertler az imiş gibi çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptelâ olmuş, 55 yaşında tam tecrübeye sahip olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözleri kapatmış idi. Son sözü “Ah kahpe İngiliz, en nihayet eserimi tamamlayamadan benim de canıma kıydın!” olmuştu. (Abdülmecid Efendi)

Hekimbaşı ne diyor?

Haziran 1839’da bünyesi iflas eden ve hastalığı iyice şiddetlenen II. Mahmud’a içki yasağı getirilmek istendi. Ancak Hekimbaşı Abdülhak Molla, “Sultanın alkol alışkanlığı nedeniyle” böyle bir yasağın birden bire değil, kademeli uygulanmasının daha doğru olacağını ileri sürmüştü. (Kaynak: Sorularla Osmanlı Tarihi Erhan Afyoncu. Yeditepe Yayınevi, 2001)

Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın kendi el yazısıyla yazılmış eksik bir raporuna göre hastalık şöyle gelişmiş: Uzun süreden beri içki içen Padişah, zaman zaman kusar ve buna bağlı olarak halsizliğe yol açan ishal olur. Ancak bu belirtileri etrafından gizler. Padişah kusma geçtikten sonra midesini yine şarap ile doldurur. Akciğerinde
iltihap ve buna bağlı olarak da öksürük mevcuttu. Aralık 1838 (Şevval 1254)’den itibaren öksürük ve iltihap Padişahı iyice rahatsız etmeye başlar. İçtikçe öksürük de şiddetini artırır. Çaresiz kalan Padişah içmeye bir süre ara verir. Sütün, hastalığına iyi geleceğini söyleyenlerin tavsiyesiyle birkaç gün ham süt içer. Ancak süt, ishali şiddetlendirir ve bu durum on gün kadar sürer. Bu süre zarfında hem ishal, hem de kanlı basur olduğunu etrafından gizler. Bunun üzerine getirtilen saray hekimlerinden Edirneli Konstantin sütü keser. Verdiği ilaçlarla öksürük biraz hafifler, on gün süren bir perhiz neticesinde Padişahın iştahı tamamen gider. Padişah arak kullanmaksızın tekrar içmeye başlar… Şubat 1839 (Zilhicce 1254)’dan sonra zarurî olarak içki tekrar kesilir ve halsizlik gittikçe artar…Abdülhak Molla, mideden gelen kötü kokuyu bastırmak amacıyla hastaya keten tohumu ezmesi verir. Ayrıca sabah, öğle ve akşam belirli
miktarda içki (bâde) vererek iştahını açar. (Kaynak: Sultan II. Mahmud’un Hastalığı ve Ölümü. Ali Akyıldız Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi 4, İstanbul 2001 https://tkidergisi.com/file/sultan-ii-mahmudun-hastaligi-ve-olumu

SULTAN ABDÜLMECİD

Tarihçi Necdet Sakaoğlu’na göre, Abdülmecid içki bağımlısıydı; bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülürdü. Hıfzı Topuz’a göre Abdülmecit  bir zaman sonra sofrasında içkiyi hiç eksik etmedi. Padişahın içmediği gün yok gibiydi. İçki faslından sonra padişah haremdeki kadınlarla daha yakından ilgileniyor ve nöbet cetvelleri sık sık değiştiriliyordu.. (Abdülmecit – İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl. Sayfa 64)

Saltanata, devletin en buhranlı zamanında gelmişti. Pederinin kendisine bıraktığı mühim ama tamamlanamamış vazifeyi üzerine alarak aynı siyaseti büyük bir iktidar ile devam ettirdi. Tanzimat’ı cihana ilân ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı’nı da kazandı ve memleketine büyük hizmetler etti.
Ama binlerce defa yazıklar olsun ki, babasından devraldığı işleri bitirebilmek için daha pek çok çalışması lâzım iken o da içkiye müptelâ oldu ve bu yüzden vefat etti. (Abdülmecid Efendi)

SULTAN ABDÜLÂZİZ

Abdülâziz Han Hazretleri, ahlâk zaaflarından hiçbirine müptelâ değildi. Hatta, ağzına hayatı boyunca bir damla olsun içki koymadığı gibi tütün de kullanmaz ve kahveyi bile nadiren içerdi. Bu sayede oldukça kuvvetli bir bedene sahip olmuştu. On beş küsur senelik saltanatını hiçbir hastalık görmeden geçirdi.
Ama, kendisine ve başladığı büyük işlere yardım edecek tek bir kimseye bile sahip olamadığından tahttan indirilme felâketine maruz kalıp şehid edildi. (Abdülmecid Efendi)

SULTAN ABDÜLMECİD’İN ÇOCUKLARI

Sultan Abdülmecid, ardında saltanat makamına ve hilâfete namzet dört oğul (Beşinci Murad, İkinci Abdülhamid, Sultan Reşad ve Sultan Vahideddin) bıraktı. Bunların hepsi ardarda tahta geçerek Avusturya sınırından Basra Körfezi’ne uzanan koskoca bir devletin çöküşünün sebebi oldular.(Abdülmecid Efendi)

V. MURAD

II. Abdülhamid’in anılarına göre, kardeşi padişah V. Murad’ı içkiye alıştıran, geceleri sık sık buluştuğu şair Namık Kemal’di.

II. ABDÜLHAMİD

II. Abdülhamid’in de içtiği biliniyor.

TV Programı Teke Teke Özel`de Fatih Altaylı ile birlikte her hafta tarih konuşan Murat Bardakçı`Sultan Hamid Porto şarabı içerdi` deyince program boyunca seyircilerin protesto maillerine maruz kaldı: Ulu Hakan bunu yapamaz!

Sultan Hamid Porto Şarabı İçerdi

Bardakçı Sultan Hamid’in torunu Osman Efendi’nin sözlerine dayanarak onun Porto şarabı içtiğini söyledi. Osman Efendi`yle yaptığı söyleşiyi filme de aldığını belirten Bardakçı onun sözlerini şöyle aktardı:

`Osman Efendi`nin söylediği şöyleydi: Onun yanına gittik, büyükbabam sevdi, okşadı, kucağına aldı. Ağızlıkla sigarasından duman çekip yüzüme üfledi ve şarap için dedi. Biz`aman efendim` deyince `şifadır` dedi. Bunun filmi var bende. İstenirse gösteririm`.

Torunu Konyak İçtiğini de Söylüyor

Altaylı Bardakçı`ya `Ulu Hakan şarap içmez` diye mailler geliyor seyircinin tepkisini aktarınca “Masraf defterleri arşivde duruyor. Dolmabahçe sarayına hangi cins şaraplar giriyor baksınlar. Bunun dışında Osman efendi başka konuşmalarında konyak içtiğini de söylüyor. Sultan Hamid niye içmesin insan değil mi bu?” diye cevap verdi.

Seyirci içki içtiğine inanmıyor

Ardından seyircilerden biri de `Osman Efendi Abdülhamid vefat ettiğinde 6 yaşındaydı. 6 yaşındaki bir çocuk mu padişahın içtiği içkinin markasını biliyor` diye bir mail gönderince Bardakçı `çileden çıktı`

`İçki içmek ayıp değildir. Hataysa insan hata da yapar. Padişahı nebi gibi göstermek doğru değil. İçerdi efendim, gidersiniz arşive görürsünüz. Hatta 5. Murad`ın evrakına bakın her şeyi gayet rahat görürsünüz. O da halifeydi. Oturun Fatih`in divanını okuyun. Hiç hayali şeyler değildir onlar. Sadece Osman Efendi değil, abisi Orhan Efendi çok daha yakınımdı. O çok daha büyüktü Osman Efendi`den. O da anlatırdı ama onu söylemedim çünkü onun kaydı yok elimde. Bütün mesele Osmanlı Devletini İslam devleti gösterilmek istenmesi. Değil efendim. Osmanlı bir imparatorluktu. Meyhane yönetmeliği de kerhane yönetmeliği de vardı. Yayınlanmıştır bunlar.`

Çok ilericiydi ama vesveseliydi

Bardakçı bu sözlerinin Abdülhamid`i kötülemek için söylendiğini algıladı ve `Hiç öyle bir şey yok. Çok iyi bir padişahtı` dedi. Sözlerini şöyle sürdürdü. `Bizde Fatih ve Sultan Hamit evliya gibi görülür. Biz kötü padişah demedik. En ileri tanzimatçılardan biridir. Eğitime inanılmaz önem vermiştir. Fakat vesvesesinden doğan kusurları da vardır. Türkiye`ye telefon neden geç gelmiştir? Sultan Hamit`in korkusu nedeniyle… Elektriğin geç gelmesinin sebebi yine onun korkusudur. Gerçi elektrik geldiğinde ilk konan bina da yanmıştır o da ayrı…`

Doktoruna göre

Abdülhamit’in Selânik’e sürgüne gönderilmesinden Beylerbeyi Sarayı’nda ölmesine kadar sürede doktorluğunu yapan Atıf Hüseyin, hatıralarında (Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıratı. Yayına hazırlayan Metin Hülagü. Pan Yayıncılık 2003) Sultan’ın gençliğinde içki içmiş olduğunu yazar.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar kitabında (İş Bankası yayınları 3 cilt. 2013) Abdülhamid’in ”Kurbağalıdere’de ağabeyimin köşkünde toplandık. İşret ettik. Dönüşte ben kendi arabamı kullanıyordum. Kaza yaptım. Ölümden döndüm. O andan itibaren içkiye tövbe ettim. Bir daha ağzıma sürmedim.” dediği yazılıdır.

O, “şeker suyu” rom içiyordu!

Ortada bir TV programına Güneri Civaoğlu’nun konuğu olarak katılan Osman Ertuğrul Efendi’ye ait bir video kaydı da var. Osman Ertuğrul Efendi diyor ki “İçkici değildi, akşamcı değildi, arada sırada bir rom içerdi. babama söyler derdi ki ben bunu içiyorum çünkü yasak değil: Kuran’a bak orada şarap der, şekerin suyundan hiçbir farkı yok, şekerle yapılıyor tabi, onun için derdi hiç içkiyle alakası yok….

Dincilerin buna itirazı Abdülhamid’in takva sahibi, manevi mertebesinin çok yüksek birisi olduğu bu yüzden içki içemeyeceği şeklindeydi. Bir kere insanın takvasının, manevi mertebesinin ne olduğunu sadece ve sadece Allah bilir. İnsana olumlu olumsuz manevi mertebe biçenler küfre girerler. Böyle yapan insanların hiçbir şeyine itibar edilmez. İkincisi görüntüler ortada üstelik bu görüntüler son derece beyefendi, edepli, medeni, kültürlü, eğitimli bir Osmanlı hanedanı mensubuna ait. Tepki ile karşılaşmaktan çekinmeden herşeyi dürüstçe açıklayacak tiynette. Alt tarafı, dediği de Abdülhamid’in arada içki içtiği, içki müptelası olduğu değil. Sarayda doğmuş büyümüş, dedesi Abdülhamid ile yüzyüze yaşamış birine değil sarayı hiç görmemiş salaklara/bunak cahillere mi itibar edilir?

O çocukmuş da dedesini muayyen zamanlarda görebilirmiş, teamül böyleymiş  de… diyenler, ulan siz her gün 24 saat orada mıydınız? Çocuk dediğiniz 7 yaşında ve dedesinin sigarayı nasıl, neyle içtiğini bile anlatıyor. Efendim oğlan küçükmüş, nasıl hatırlarmış diye güya bahane üretenlere de yanıtım: Herkes sizin bulunduğunuz zeka düzeyinde olmak zorunda değil. Ben Ertuğrul’un o yaşlarına (altı yaş) ait neler neler hatırlarım. Hatırladıklarımı da o anıları yaşayan aile fertlerim aynen doğrulamışlardır.

Eski Milletvekili ve Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun videosunda Abdülhamit Han dönemine ait olduğunu söylediği bir belge var. Belgede Abdülhamit Han döneminde Yıldız Sarayı’nın sipariş ettiği içki listesi yeralıyor.  Söz konusu içkiler ve mezeler:  24 şişe kına şarabı, 300 şişe bordo şarabı, 2 anbar Viyana birası, 24 şişe porto şarabı, sardalya, lakerda, hardal.

V. MEHMED (Sultan Reşad)

“Batıcı İttihadcılar’ın Padişahı” V. Mehmed Reşad, ağzına içki koymazdı.

SULTAN VAHİDEDDİN (VI. Mehmed)

Son padişah Sultan Vahideddin’in konyak  içtiğini İstanbul’dan kaçarken beraberinde götürdüğü, kırk yıllık emektar tütüncübaşısı Kayserili Şükrü Bey’den öğreniyoruz. Şükrü bey Malta’daki günlerini anlatıyor:  “Hizmetçiler, aşçılar, her şey tamam; ama Malta pek berbat bir yer, hiç hoşlanmadık… Ve burada kaldığımız otuz yedi gün içinde Hünkâr, bir gün dahi sokağa çıkmadı. İstediği öteberiyi bana aldırırdı, bunların başında da daima konyak vardı.” Ayrıntıları OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Ayık olan-olmayan ayrımı

Bunlara bakarak meseleyi “ayık kafa” sorununa indirgeyip padişahların, şehzadelerin içki içmelerindeki temel meselelere gözümüzü kapatıp, “Osmanlı’yı büyütenler, ayık kafa ile gezmiyordu, batıranlar ise hep ayıktı” gibi absürd bir değerlendirme yapabilir miyiz? Ama ne yazık ki yapanlar var!

İçki İçen Halifeler

Osmanzade Taib Ahmed’in “Telhisü Mehasini’l-adab” kitabında İslam halifelerinin içkiyle ilişkileri de yer alıyor.

Halifeler fethettikleri topraklarda içkiyle tanışmışlardı. Oysa İslam’ın ilk yıllarında sert bir yasak vardı.

Hz. Ömer, hamamda vücudunu şaraplı suyla yıkayan Halid Bin Velid’e, “Şarabın içilmesi kadar vücuda sürülmesi de yasak” demişti.

Tarihçi Taib Ahmed Efendi, halifeler hakkındaki bilgileri, İslam dünyasının önemli ilim adamları arasında gösterilen Cahiz’in (776-868) “Minhacü’s-süluk” adlı kitabından almış. Bu kitapta, içki içen Emevi ve Abbasi hükümdarları:

“Müslümanlar arasında içkinin yayılmasının nedenlerinden biri de, Emevi halifelerinden Yezid Bin Muaviye, Abdulmülk Bin Mervan, Yezid Bin Abdulmülk, Velid Bin Yezid gibi kimselerin içki düşkünü olmalarıydı. Arap hükümdarlarından Numan ve Hişşam ile küçük emirliklerden çoğu haftada bir gün işret ederlerdi (içerlerdi).

(…) Emevi hükümdarlarından Yezid bin Velid ayyaş idi; vaktini sarhoş olup ayılmakla geçirirdi. Abdülmelik ayda bir kere; Velid Bin Abdülmelik haftada bir kere; Süleyman ve Merdan Bin Mehmed üç günde bir kere içerlerdi.

(…) Abbasiler’den zevkusefa sofralarına en ziyade rağbet eden halifeler; Hadi, Reşid, Emin, Me’mun, Mu’tasam, Vasık, Mütevekkil idi. Abbasi halifelerinden Ebul Abbas haftada bir kere salı gecesi içerdi. Hadi ve Mehdi iki günde bir kere; Harun ve Me’mun haftada iki kere içerdi. Bunlar nihayet giderek ayyaş olmuşlardır. Mu’tasım, perşembe ve cuma günlerinde ve toplantılarda içerdi. Ama Vasık, cuma gecesi ve toplantı günlerinde içmez, diğer geceler içmezse uyuyamaz, rahat edemezdi.”

Emevi ve Abbasiler’den içki düşkünleri olduğu gibi içkiye karşı hükümdarlar da vardı. Örneğin, Emeviler’den Ömer Bin Abdülaziz ve Abbasilerden Muhtedi ile Mansur gibi birçok halife de içkiye karşı mücadele vermişlerdi.

Fatimiler’den Mustansır içki sofraları kurdurmasıyla bilinirken, Hakim Biemrillah tam tersine içkiye düşmandı.

İslam içkiye izin vermiyordu. (Maide Suresi 90-91 ve Bakara Suresi 219).

İslam inancına göre içkinin bir damlası bile haramdı. İçki murdardı. Bu nedenle içenlerin cezaya çaptırılması gerekiyordu.

Bin Harep, Velid Bin Akabe, Yezid Bin Muaviye, Ömer Bin Hattab vs. İslam’da içki cezası alan ilk isimlerdi. Aslında mazeretleri vardı: “Biraz ferahlamak” ve “türlü düşüncelerden kafalarını kurtarmak!” gibi.

Nedeni ne olursa olsun, yasağa, cezaya rağmen, bazı halifeler hem de konumlarını bile göz ardı ederek, haram olduğunu bile bile içki içmişlerdi.

Malt içeceği

7(141)Malt tesislerinde çimlendirilip kurutulmuş arpanın öğütülmesiyle elde edilen malt unu yüksek enzimatik potansiyele sahip olduğu için ekmekçilikte ve bazı gıdalarda katkı olarak kullanılmaktadır.  Sıcak su içinde mayşeleme işlemine tabi tutularak şekerlendirilmesiyle malt şurubu veya saf haliyle filtrelenip, paketlenip, pastörize edilerek piyasaya sürüldüğü şekliyle malt içeceği elde edilir. Malt içeceği, karbonhidratlar, B kompleksi vitaminleri, mineraller ve beta-glükan bakımından zengindir. Enerji ve besin değeri yüksektir. Bizdeki pekmez ve meyve suları gibi, Avrupa ve Amerika’da sporcuların yaygın olarak kullandığı bir içecektir. Hamile ve emzikli anneler de kullanabilir. Meyve suyu, aroması veya asidi katkılı olanları da vardır. Gazlı veya gazsız olabilir. Baharat takviyeli olanlar da mevcut. 

Bu ürünün alkollü bir içecek olan bira ile hiçbir alakası yoktur. Bu haliyle din örfü açısından helaldir. Helalliğinin ortadan kalkması için üzüm suyunun şaraba dönüştürüldüğü gibi malt şurubunun da fermantasyona tabi tutululup biraya dönüştürülmesi gerekir. Bu yüzden malt unu, bira sanayinde alkollü içecek üretimi için hammadde özelliğindedir.

Şark Malt Hülasası

6(178)Bu besleyici ‘‘hülasa” Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde eczanelerin baş köşelerinde yer almıştır. Malt hülasaları, Gliserofosfatlı ve Gliserofosfatsız olmak üzere iki tip üretilirlerdi. Yıllar boyu zayıflık ve halsizlik çeken bebek ve çocukların dertlerine derman olmuşlardır. Ayrıca iştah açıcı, kuvvetlendirici, kansızlığa çare olarak satılan şark malt hülasası’nı bebekli annelerin de “süt artırıcı” olarak kullanabilecekleri belirtilmiştir. İstanbul ve Ankara Tekel bira fabrikalarında 1989’a kadar üretilen bu hülasanın üretimi bu tarihten itibaren durdurulmuştur.

Öfkelerin nedeni

Bu yazı bazı kesimleri öfkelendirmektedir. Ancak hepsi belgeli gerçeklerdir. Kültür Bakanlığı’nın, İş Bankası’nın yayınlarında, kimi Osmanlı ve özel arşivlerinde, videolarda kimi de kitaplarda. Bazıları için kabullenmek -nedense?- zor gelse de.

“Bazıları” Osmanlı’da ve Osmanlı hanedanında içki konusunun ortaya atılmasına neden bu kadar tepki gösterirler?

Mesele “Biz eskiden dindardık, şimdi böyle olduk” deyip Osmanlı Devletinin İslam devleti gösterilmek istenmesidir,  Has Bahçe ile mukayese kabul etmeyecek kadar mütevazi Atatürk’ün sofralarını kötülemelerinin gölgede kalacak olması korkusudur.

Atatürk Orman Çiftliğinde Şark malt hülasası içen çocuklar
Atatürk Orman Çiftliğinde Şark malt hülasası içen çocuklar

Ancak o da yetmemiş Atatürk Orman Çiftliğinde yukarıda açıklanan malt hülasasını içen bu çocuklar Tarih kitaplarında Atatürk Orman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuklar görürsünüz. Bunlar bu ülkede yaşandı! Hatta zorladılar! Alkol toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın aracı olarak kullanılmıştır diye ahlaksız bir iftira konusu yapılmıştır.

Son söz

Eskiden bunun bin mislini mezbelelerinde gizli gizli içerek türlü fesatlıklar yapan sahtekarlar vardı. Ben o sahtekarlardan değilim. Milletimin yükselişi şerefine içiyorum” Atatürk. Ağustos 1928. Sarayburnu

KAYNAKLAR:

Osmanlı’yı dedelerimin içkisi yıktı. Murat BARDAKÇI Habertürk Gazetesi 05 Mayıs 2013 Pazar http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/841641-osmanliyi-dedelerimin-ickisi-yikti

Osmanlı’nın İslamında içki yasağı yoktu. Murat BARDAKÇI Hürriyet Gazetesi 17.02.2002 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=54870&yazarid=28

Osmanlı Padişahları içki içer miydi? Prof. Dr. İlber Ortaylı anlatıyor 14.07.2009 http://www.odatv.com/n.php?n=osmanli-padisahlari-icki-icer-miydi-1407091200

Hangi Osmanlı padişahları içki içerdi? Soner Yalçın Hürriyet Gazetesi  18 Kasım 2007  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7713377&tarih=2007-11-18

Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıratı. Yayına hazırlayan metin Hülagü. Pan Yayıncılık 2003

İstanbul’da 1000’den fazla meyhane vardı. Mehmet Yalçın. Milliyet Gazetesi. 16 Ocak 2011. http://www.milliyet.com.tr/istanbul-da-1000-den-fazla-meyhane-vardi/mehmet-yalcin/pazar/yazardetay/16.01.2011/1339767/default.htm

Osmanlı’da zevk-ü sefa. Ahmet Örs. Sabah Gazetesi 6.3.2011 https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ors/2011/03/06/osmanlida_zevku_sefa

Tarihimizle Yüzleşelim _ Osmanlının Hasbahçeleri. Bülent Pakman. Youtube kanalı http://bit.ly/1w1jAvm

Abdülmecit – İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl Hıfzı Topuz Remzi Kitabevi / Tarih Dizisi. İstanbul 2009.

Bira. Hürriyet. 11 Temmuz 1997 http://www.hurriyet.com.tr/bira-39254657

II. Abdülhamit’in izniyle üretimine başlanan içki. Soner Yalçın. Sözcü. 13 Mart 2016. http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/ii-abdulhamitin-izniyle-uretimine-baslanan-icki-1133784/

Sinan Meydan yazdı: O fotoğrafın altında aslında ne var. ODATV 06.03.2016 http://odatv.com/o-fotografin-altinda-alsinda-ne-var-0603161200.html

Alkolsüz Malt İçecekleri. Prof. Dr. Adem Elgün. http://www.helalvesaglikli.org/tr/soru/98

http://www.tumgazeteler.com/?a=4506156

Kaçarken Vahdettinle beraberdim. Enes Bahadır Kızak, 1 Ekim 2016 https://medium.com/ebahadirkizak/kaçarken-vahdettinle-beraberdim-

Bülent Pakman. Nisan 2010. Son güncelleme Mart 2022. İzin alınmadan, aktif link verilmeden kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, yayımlanamaz.

Viyana Palmenhaus Cafe 2012Bülent Pakman kimdir?

3 Responses to Osmanlı’da İçki İçilir miydi?

  1. Geri bildirim: Ben Senin Yerine İçerim | Öğrenince Mutluyum

  2. orhan dedi ki:

    bu yazınızı paylaş butonu olduğu için facebook ta bir grupta paylaştım.emeğiniz için teşekkür ederim.

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.