Göbekli Tepe

10943681_1549721501961875_3717944123808638728_nHer şey, 1983 yılının sıradan bir gününde Şanlıurfa’ya 16 km uzaklıkta, tarlasını karasabanla sürmekte olan bir çiftçinin, toprak altında bulduğu oymalı taş ile başladı.
İhtiyar çiftçi, dünyanın gelmiş geçmiş en ‘gizemli’ arkeolojik kazılarından birini başlatacağından habersizdi. Aslında burası ilk olarak Şikago ve İstanbul Üniversitesi antropologları tarafından 1960’larda incelenmiş ve terkedilmiş bir ortaçağ mezarlığı olduğuna kanaat getirilmişti.

1996 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında Alman Arkeolog Harald Hauptmann danışmanlığında başlatılan çalışmalar, başlangıçta sıradan bir arkeoloji çalışmasını andırıyordu. Kazı devam ettikçe, klasik bir arkeoloji araştırmasından beklendiği gibi, ortaya çıkan bulguların soru işaretlerini aydınlatacağı umuluyordu. 2007 yılından itibaren  kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle  Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden burayı “Tepedeki Katedral” olarak tanımlayan Prof. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında devam etti. Klaus Schmidt Temmuz 2014 de ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Kazı alanı belirginleşmeye başladıkça, soru işaretlerini gidereceği düşünülen bulgular, tam tersine kafa karıştırmaya başladı, arkeologların şaşkınlığı daha da arttı. Ortaya çıkan yapılar, heykeller ve simgeler, çoğu üzerinde insan, el ve kol, boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördekleri ve akbaba gibi çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartma ya da oyularak betimlenmiş, Ön Türklerin petroglifleriyle, tamgalarıyla, runik yazılarıyla, taş adamlarıyla bir yerlerden uyuşuyordu.

Kabartmalarda ya da heykellerdeki hayvanların, insanların günlük yaşantılarında önemli bir rol oynamış olmalarının gerekmediğini, yapılma amacının mitolojik bir ifadeye dayandığını ileri sürülmektedir. Gerek insan, gerek hayvan motiflerinde dişi, hemen hemen hiç görülmez. Bugüne kadar ortaya çıkan motiflerden sadece biri dışında hepsi erkek olarak betimlenmiştir. O da aslanlı sütun olarak tanımlanan dikilitaşların (megalitlerin) arasında yer alan bir taş levhadaki bir çıplak kadındır.

Arkeologları Sersemleten Kazı Alanı

23 Nisan 2008’de The Guardian’ın attığı bu başlık kafa karışıklığını oldukça iyi anlatıyordu. Şanlıurfa’nın 17 kilometre doğusunda yer alan Göbekli Tepe’nin ünü bir anda dünyaya yayıldı. Konuyla ilgili haber ve köşe yazıları katlanarak artmaya başlamıştı. Herkes, hiçbir tarihçi ve arkeologun tatmin edici bir açıklama getiremediği Göbekli Tepe’yi konuşmaya başladı.

Peki neydi Göbekli Tepe’yi bu kadar esrarengiz kılan?10563167_1549721565295202_5370516936080373726_n
Göbekli Tepe kafa karıştırıcıydı çünkü, her şeyden önce yaklaşık 11.800 – 10.400 yıllıktı ve Buzul Çağının ardından, Çanak Çömleksiz Neolitik olarak adlandırılan dönemde avcı-toplayıcı gruplar tarafından inşa edilmişti. Yani çanak çömleğin ortaya çıkışından bile daha erken tarihliydi.
Bu, insanlık tarihiyle ilgili bugüne kadar bildiğimiz her şeyi yerle bir ediyordu. Yazılmış on binlerce kitap ve yüz binlerce makaleyi çöpe attıracak bir bilgiydi bu!
Çünkü bugüne kadar yapılan arkeolojik kazılar ve buna dayalı olarak geliştirilen tarih bilimi, insanlığın o zamanlar henüz ‘emekleme’ çağına bile geçmemiş bir bebek olduğunu söylüyor.

Tarih kitaplarına göre o çağlarda yaşayan insanın, henüz avlanarak ve bitki toplayarak hayatını sürdüren, dili, dini, kültürü, sanatı olmayan, yerleşik yaşama bile geçmemiş bir ‘sürü’ olması gerekiyordu! Göbekli Tepe’deki kazılara kadar bilim dünyası, göçebe küçük gruplar halinde örgütlendiği düşünülen avcı – toplayıcı toplulukları oldukça basit standartlarda yorumlamıştı. Ancak kazılarda ortaya çıkan, bir kült merkezi olarak anıtsal boyutlarda mimari, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalar, en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişkin ve çok yönlü bir sosyal yapıya sahip olmaları gerektiğini göstermekteydi. Göbekli Tepe’de ortaya çıkarılan bütün bu buluntular böylesi faaliyetleri gerçekleştirebilmek için kalabalık grupları bir araya getirmedeki organizasyon gelişkinliğinin, kişisel sanatsal becerilerin ve ritüel itkilerin, bir çeşit sanat anlayışının ve arayışının varlığını ortaya koymaktaydı. Zira Göbekli Tepe’de devasa büyüklükte kayaların ayağa dikilmesiyle oluşturulmuş, özenle inşa edilmiş, özenle süslenmiş 8 ila 30 metre çapında 20 adet tapınak bulunmuştu. Tapınakta 3 ila 6 metre büyüklüğünde, 60 ton ağırlığa ulaşabilen T biçiminde dev heykeller yer almaktaydı.

Tarih bilimi altüst oluyor

Klasik tarih biliminde, insanlığın büyük dönüşümünün M.Ö. 10 bininci yıllarda, tarımın bulunuşuyla başladığı varsayılıyordu.
Tarım yerleşik hayatı, yerleşik hayat da “binlerce yıl içinde” kültürü, sanatı ve dini, yani “Uygarlığı” meydana getirmişti.
Klasik uygarlıklar sıralaması şöyleydi:
Sümer Uygarlığı (M.Ö. 4000): Dicle ve Fırat
Mısır Uygarlığı (M.Ö. 3500 ): Nil Nehri
Maya Uygarlığı (M.Ö. 2600): Güney Amerika
Hint Uygarlığı (M.Ö. 2500): İndüs Irmağı
Çin Uygarlığı (M.Ö. 1500): Sarı Irmak
Dikkat edilirse, ilk uygarlık olarak bilinen ve taş yapılar yapabilme kapasitesine sahip ilk topluluk olduğu düşünülen Sümer Uygarlığı’nın bile M.Ö. 4000 yılında ortaya çıktığı görülmektedir.
O halde Sümerler’den 5-6 bin yıl önce, insanlığın henüz ok ve zıpkınlarının ucuna keskin taşlar bağlamayı bile yeni öğrendiği düşünülen bir çağda, bu büyüklükte yapılar nasıl inşa edilebilmişti?
Bilim insanları, aynı soruların benzerini daha önce İngiltere’deki “Stonehenge” ve Mısır’daki “Piramitler” için de sormuşlardı! “Teknolojinin bu denli geri olduğu bir çağda, insanlık bu büyüklükteki yapıları nasıl inşa edebilir?” sorusu, başlıca merak konusuydu!
Göbekli Tepe bulguları, bu soruları bile ‘anlamsız’ hale getirdi!
Zira Şanlıurfa’da ortaya çıkarılan tapınaklar, Stonehenge’den, Piramitler’den binlerce yıl eskiydi!
Bazı taşlar Stonehenge’dekinden çok daha iriydi ve Stonehenge taşları kabaca oyulmuş, özelliksiz kayalardan oluşurken, Göbekli Tepe’dekiler ince resim ve işlemelerle donatılmıştı! Özellikle hayvan kabartmalarında dikkati ister istemez çeken bir ustalık vardı. Farklı bir ifadeyle sanat denebilecek bir üsluplaşma görülmekteydi.

Benzer kült yapılarının bin yıl kadar sonra Çayönü, Hallan Çemi ve Nevali Çori’de yapıldığı ileri sürülmektedir.

Göbekli Tepe’deki dev kaya-heykelleri inceleyen National Geographic araştırmacısı, konuyla ilgili belgeselde meseleyi özetleyen şu cümleyi kuruyordu: “Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!”

Anlaşılması güç sembolizm

İnsanlığın Sümer ve Mısır yazısını daha yeni çözdüğünü ve bu toplumları anlamak için bu yazılı metinleri kullandığı düşünülürse, Göbekli Tepe’nin daha uzun süre “gizem” olarak kalacağını söylenebilir
Zira 12 bin yıl önce yaşayan bu insan topluluklarıyla ilgili elde “yazılı” hiçbir bulgu yok.
imagesGünümüzden o kadar eskide yaşamışlardı ki, “Kimdiler, neye inanırlardı, nasıl yaşarlardı ve ne düşünürlerdi?” gibi sorulara verilebilecek hiçbir yanıt bulunmuyor.

Kayalar üzerine işlenen motiflerin anlamını çözmek bu yüzden oldukça zor.
T şeklindeki sütunların tümü, ‘insan şeklinde’ resmedilmiş. Bu yüzden insanı simgelediği sanılıyorlar. Ellerini kasıklarının üzerinde birleştiren dev insanlar. Yine Göbekli Tepe’de bulunan ve dünyanın en eski heykeli kabul edilen heykel figürü de, yine ellerini kasıklarında birleştirmiş bir insanı betimliyor ve de bize uzaylıların temsili resimlerini hatırlatıyor. Bu ve buna benzer sembolizmlerin ne anlama geldiğini kimse bilmiyor. Dikilitaşların insan vücudunu temsil ettiği, yatay parçanın başı, dikey parça ise vücudu temsil ettiği  öne sürülmektedir. Anlaşılan bu “dikilitaş”lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak betimleyen stilize tarzda yontulardır.

göbeklitepe

SOLDA: Göbeklitepe’nin C yapısında 28 numaralı dikilitaşın göğüs hizasındaki semboller ile SAĞDA  Medicine Man of Worgaia – Orta Avustralya’nın Worgaia şifacısının vücudundaki işaretler

Çanak Çömleksiz Neolitik yerleşmeleri genellikle, su ve diğer kaynaklara yakınlık gibi elverişli çevresel faktörlerin bulunduğu alanlara kurulurken, Göbekli Tepe bilinen en yakın su kaynağından oldukça uzak bir noktadaki dağ silsilesinin en yüksek noktasında kurulmuştur.  Tepede bulunan vahşi hayvan kalıntılarından orada yaşayanların evcil hayvan yetiştirmedikleri anlaşılabilir. Ancak çevrede 30 ve 90 km uzaklıklardaki buluntular üzerinde yapılan karbon deneylerinden, Göbekli tepe tapınağı inşa edildikten yaklaşık 5 yüz yıl sonra burada tarım ve hayvancılık yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu da, o zamanın insanlarının böyle bir tapınak yapabilmelerinin onları kalıcı yaşam yaşamaya sevk etmesinin göstergesi olabilir. Büyük olasılıkla tapınak inşaatında çalışan işçilerin beslenmesi için tarım ve hayvancılığa başlanması gerekmiş olmalı. Sonuçta yörenin dünyada bilinen ilk tarım yapılan yer olarak kabul edilmesi gerekmekte olup Anadolu’nun Anadolu’nun insanlık tarihinde ayrıcalıklı bir yeri olduğu, özellikle Güneydoğu Avrupa ve Akdeniz havzasının “Neolitikleşmesinde” önemli bir rol oynadığı tarım, hayvancılık, yerleşik köylere dayalı yaşam biçiminin başka coğrafyalara ve özellikle Avrupa’ya Anadolu’dan aktarılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Göbekli Tepe’nin bir kült merkezi olarak kullanımının M.Ö. 8 bin dolaylarına kadar devam ettiği, ve bu tarihlerden sonra terk edildiği, başka ya da benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır. 20 tapınak, inşa edilmelerinden tam 1000 yıl sonra bilinçli olarak tonlarca toprak taşınarak örtülüyor ve neredeyse bir mezarı andırır biçimde üzerleri tamamen kapatılıyor. Bu muhteşem tapınakların yapımı için büyük çaba harcayanlar tarafından yine muazzam bir emek harcanarak gömülmüş olması olası değil. Bunu yapsa yapsa o toplumu bir savaş sonucu yok eden başkaları, haritadan ve tarihten silmek için yapmış olmalılar. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Ancak taşlar yığma dolgu sayesinde günümüze kadar tahribata uğramadan kalabilmiştir. Bu sefer de dolgunun gevşek malzemesi, kazı çalışmaları sırasında ek zorluklar yaratmıştır.

Göbekli Tepe bir yerleşim yeri değil. Dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğu. Kült temel kökü Latince cultus yani “tapınma”. Kült, esasen “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya ana arterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isim.

Göbekli Tepe’nin gizemi o denli büyük ki, ona gösterilen uluslararası ilgi her geçen gün daha da büyüyor! Göbekli Tepe’yi manşete taşıyan İngiliz Guardian Gazetesi, bölgenin yakında “Mısır Piramitleri” kadar ünlü olacağını açıkladı.

Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya göre:, “Göbekli Tepe kazılarıyla Neolitik döneme ait bir dini merkez ortaya çıktı. Dini merkez diyoruz çünkü kalıntıların rastgele olmadığı, yerleşime bir anlam kazandırdığı açıkça ortada. Göbekli Tepe aynı zamanda Antakya’dan başlayıp Maraş ve Urfa’ya kadar uzanan kültür caddesinin bir parçası. Bu kültür caddesi hiç şüphesiz barışın yeniden tesisinden sonra Halep’e ve Ebla’ya kadar uzanacak ve insanlık bu kültür turuyla çok şeyler öğrenecek.”

Kazılar,  sadece iklimin elverdiği ilkbahar ve sonbahar aylarında 2 şer ay olmak üzere yılda 4 ay yapılabiliyor. Kazı alanın üzeri çatıyla kaplanarak korumaya alındı. Klaus Schmidt’in Temmuz 2014 de ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesinden sonra Göbekli Tepe kazıları için yapılan plan, aynı ekibinin kazılara devam etmesi yönünde.

Göbekli Tepe, bir süre önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı, Dünya Mirası listesinin en güçlü adaylarından biri.

Belli ki, önümüzdeki yıllarda Göbekli Tepe daha çok konuşulur, daha çok tartışılır olacak. Türkiye’de yaşayan herkes, bunun ülkesi için ne kadar büyük önem taşıdığının bilincinde olmalı.

Muhtelif kaynaklardan derlenmiştir. Bülent Pakman. Haziran 2015. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz, yayımlanamaz.

IMG_2654Bülent Pakman kimdir?

 

 

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.