Sultan 2. Abdülhamit devleti yabancılara teslim etmişti

Düyun-u Umumiye

Abdülhamit ülkeyi en çok borç batağına saplayan bir padişahtı. Abdülhamit, 1881 Muharrem kararnamesi ile Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) adlı kurumla vergi toplama, Osmanlı’ın gelir kaynaklarını işletme dahil olmak üzere Osmanlı Maliyesi yabancılara teslim etmiş, Osmanlı Devletini yarı sömürge hâline getirmiştir Abdülhamid’in borçlarını Türkiye Cumhuriyeti ödemiştir.

Düyun-u Umumiye 1881 yılından başlayarak Lozan Antlaşmasına kadar Osmanlı Devletinin maliyesini yöneten, vergilerini toplayan kurum olmuştur.

Sultan 2. Abdülhamid döneminde 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı yönetimi mali bunalıma girdi ve Osmanlı Bankası ile Galata Bankerleri’nden almış olduğu iç borçlarını  ödeyemeyeceğini açıkladı. Hiçbir borç ödemesini yapamayan Osmanlı  iç ve dış alacaklılarla masaya oturdu. 1879’da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca sadece iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Bu kurum kurulduktan sonra yabancı devletler, Osmanlı ekonomisini kontrol ettiler.

En önemli gelir kaynağı olan tütün vergisinin tahsili için bir süre sonra Düyun-u Umumiyeye bağlı bir Tütün Rejisi kuruldu ve üreticinin tütününü Reji’ye satması şart koşuldu. Reji Türk köylüsünden tütünü uluslararası piyasa fiyatının dörtte birine satın alıp yüksek fiyatla ihraç ediyordu. Bu şekilde olay tütün vergisine el konmasından çıkıp resmen Türkiye’nin tütün mahsulüne el koymaya dönüştü. Köylünün kendi tüketimi için bir balya tütün ayırması dahi kaçakçılık sayıldı.

Çökertmeden çıktım da Halil’im

Düyun-u Umumiyeye bağlı Tütün Reji`sine tütün satmayıp, İstanköy`de sattıran Bodrum çiftçilerine kaçakçılık yaparak yardımcı olan Halil Efe’nin  Kolcular tarafından acımasızca öldürülüşü üzerine yakılan türkünün sözleri:

Çökertmeden çıktım da Halil’im
Aman başım selamet
Bitez’de yalısına varmadan Halil’im
Aman koptu kıyamet
Arkadaşım İbram Çavuş
Yoldaşlara emanet
Yüreğime sancı saldı
Aman kurşun yarası
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez yalısı
Gidelim, gidelim Halil’im
Çökertmeye varalım
Kolcular geliyor Halil’im
Nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im
Aman kurşun saçalım

Kolcular denilen özel güvenlik ekipleriyle gereğinde halktan zorla ve zulümle vergi toplayan Düyun-u Umumiye ekonomiyi bozdu, Osmanlı’nın otoritesini sarstı, halkın devlete olan güveni kalmadı, yabancı devletler Osmanlı üzerinde söz sahibi oldular, iç işlerine karıştılar.

Vergi gelirlerinden yoksun kalan Osmanlı mali sıkıntılar nedeniyle yeniden dış borç almak zorunda kaldı. Sonunda bütün borçlar Cumhuriyet Hükumeti üzerine kaldı.

Lozan Antlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Borçlar, İmparatorluk çöktükten sonra, İmparatorluk topraklarında kurulan devletler ve Türkiye arasında paylaştırıldıysa da en büyük borç yükü Türkiye’ye devredilmiştir. Cumhuriyet Yönetimi büyük bir diplomatik başarı ile 107,5 milyon altın lira tutarındaki toplam borcun % 80’i sildirdi ve 1954’de bitirdi.

Abdülhamid Han, Osmanlı’nın Borcunun %90’ını ödedi mi?

Osmanlı’da dış borçlanma ilk defa 1854’te Kırım Savaşı ile başlamış ve 1876’da Osmanlı Devleti borçlarını ödeyemez hale gelmiş. Sonuç olarak II. Abdülhamid döneminde (1876-1909), 1881’de Düyun-u Umumiye kurulduğunda ödenmesi kararlaştırılan dış borç miktarı 141 milyon liraymış. Düyun-u Umumiye kurulduktan sonra da dış borç alımının durmadığı görülüyor. Abdülhamid’in tahttan indirildiği 1909 yılındaki dış borç miktarına ulaşılamadı. Ancak 1914’teki toplam dış borç miktarının yaklaşık 153,7 milyon lira olduğu görülüyor. Bu miktardan 1909-1914 arası yapılan dış borçlanmalar çıkarılırsa 1909’daki toplam dış borç miktarının kabaca bir hesapla 119 milyon lira civarı olduğu hesaplanabilir. Bunun yanı sıra, Osmanlı’dan Türkiye’ye kalan borç da toplam 107,5 milyon lira olmuş ve ödenmesi 1954’te tamamlanmış. Sonuç olarak, Abdülhamid Han’ın Osmanlı’nın borcunun %90’ını ödediği iddiası abartı öğesi içeriyor. (Alıntı Doğruluk Payı, Cansu Yılmaz, 25 Şubat 2021 https://www.dogrulukpayi.com/dogruluk-kontrolu/abdulhamid-han-in-osmanli-nin-borcunun-90-ini-odedigi-iddiasi )

Hüseyin Çelik anlatıyor

AKP hükûmetlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulunmuş olan Atılım Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüseyin Çelik, ülkeyi en çok borca sokan Sultan 2. Adülhamid’in zamanındaki Düyun-u Umumiye’yi ve Kıbrıs’ın İngilizlere asıl satıldığını MedyascopeTV’de anlatıyor:

“Sultan Abdülhamid’in İslamcılık politikası pragmatist bir politikadır. Bu politika onun ‘dindarlığından kaynaklanan, böyle yüce İslami değerlere sahip olmasından veya halife misyonundan kaynaklanan bir şeyden’ kaynaklanmıyor. O gün diyelim İngilizlere karşı bir koz kullanması gerekiyor. Dünyadaki Müslümanları İngilizlere karşı nasıl bir koz olarak kullanırım gibi bir çaba var. Yoksa Sultan Abdülhamid’in İslamcılık politikası saf dini duygulardan kaynaklanan bir şey değil. Daha çok siyasi bir projedir.

Abdülhamid’in dindarlığını bugünkü dindarlıkla dincilik gibi değerlendirebilirsiniz. Dindar adam dini için kendi feda eder. Ama dinci kendi dünyası için dini tepe tepe kullanır. Sultan Abdülhamid’i sevenler bu sözlerimden hoşlanmayacaktır ama onun İslamcılık politikası veya İttihad-ı İslam politikası böyle bir politikadır. Saf, samimi duygulardan kaynaklanan bir şey değil.

Sultan Abdülhamid’le ilgili bazı efsaneler var. İşte Sultan Abdülhamid bir karış toprak kaybetmedi, işte devleti borç harca sokmadı, Filistin’de siyonizme geçit vermedi, şunu yaptı, bunu yaptı şeklinde. Ahmet’in Mehmet’in yazdığından bağımsız olarak bizatihi gördüğüm arşiv belgelerinden yola çıkarak söylüyorum, bunların hepsi efsanedir.

Genellikle tek adam özlemi içerisinde olan kimseler ki bu Abdülhamid’de cinnet derecesindedir, hiç kimseye güvenmiyor, Bab-ı Ali dediğimiz bir devlet bürokrasisi var. Hakikatten kerli ferli devlet adamları da var. Sultan Abdülhamid bunları elinin tersiyle kenara itiyor, yönetim ağırlık merkezi olarak Yıldız’a taşıyor. Yani Saray’a taşıyor. Dediğim gibi tek adam özlemi içerisinde olanlar, kendilerini iktidar yapanları en kısa zamanda ellerinin tersiyle kenara iterler, onlardan kurtulurlar veya bir şekilde onları ‘hal’lederler.

Sultan Abdülhamid darbecilerle yaptığı pazarlık sonucu padişah oluyor. Padişah olduktan sonra da Mithat Paşa’dan kurtulmak oluyor.

Bizim İslam tarihinde maalesef kahramanlarla hainler yer değiştirir. Devir gelmiş hain kahraman olmuş, kahraman hain olmuş. Mesela, Saltanat ortak kabul etmez, saltanat itiraz kabul etmez. Ve kesinlikle çatlak ses istemez.

Abdülhamid’le ilgili söylememiz gereken en önemli mesele şudur bence: Sultan Abdülhamid, uyguladığı baskıcı yönetimden dolayı münafık bir toplum oluşturmuştur. Dönemin İslamcı aydınlarının neredeyse hepsinin Abdülhamid’e karşı olmasının gerekçesi de budur. Kimdir bu karşı olanlar? Filibeli Ahmet Hilmi Efendi, Babanzade Ahmet Naim Efendi, İzmirli İsmail Hakkı, mesela Ferit Kam, Eşref Edip, mesela Mehmet Akif Ersoy, mesela Elmalılı Hamdi Yazır, mesela Bediüzzaman Said Nursi. Bunların hepsi Sultan Abdülhamid’e karşıdır. Sebep de şudur: O kadar baskıcı bir yönetim oluşturdun ki insanları muhbir ve jurnalci yaptın. Saray’a bakıyorsun, hiç akla hayale gelmeyen adamlar başkasının felaketine yol açacak şekilde jurnaller veriyor ve padişahın gözüne girmeye çalışıyor.

Siz insanlara kendi ülkelerinde kendilerini ifade etme hakkı vermezseniz, iki şey olur. Ya yer altına inerler, ya da yurtdışına çıkarlar. Genellikle dikta yönetim kuranların hepsi devletin bekası gibi bir şeyi esas alır. İster devletin bekası için ister saltanatın bekası için, ister şahsının ve ailesinin bekası için, hiç kimse istibdadı meşru ve mazur gösteremez. Siz insanları hapishaneye tıkarak ‘ben onları zaptu rapt altına alıyorum’ dediğiniz zaman önemli olan insanlar hür oldukları zaman onları idare edebilmektir esas olan.

Sultan Abdülhamid İngiliz Büyükelçisi’ne dizide tokat atıyor değil mi? İlk defa Sultan Vahdettin’den önce İngilizlere sığınan Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid’dir. 1878’deki Çırağan Baskını’ndan sonra İngiliz Büyükelçisi’ni huzuruna çağırıyor ve diyor ki ‘Bu sadece Ali Suavi ve birkaç yüz muhacirin yapacağı bir şey değil, bunların arkasında ordu var. Bana ve aileme karşı daha ileri bir hareket yapılırsa İngiltere beni korur mu?’ diyor…4 Haziran 1878’de Sultan Abdülhamit’in talimatıyla biz Kıbrıs’ı İngiltere’ye verdik.

Sultan Abdülhamid Osmanlı tarihinin en zengin padişahıdır. Ülkenin neresinde önemli bir toprak varsa, bir çiftlik, bir bir şey varsa Sultan Abdülhamid kendi üzerine geçirmiş. Vefat ettiği zaman İttihatçılar bütün o malları alıp hazineye devrettiği için vefatından sonra hiç miras kalmamış. 

Bülent Pakman, Kasım 2023.  İzin alınmadan, aktif link verilmeden alıntılanamaz.

Sultan 2. Abdülhamid ile ilgili yazı dizimiz:

Sultan 2. Abdülhamid Han kimdir? (tüm yazılar toplu halde)

Sultan 2. Abdülhamid İngiltere’ye niçin sığındı, Kıbrıs’ı nasıl sattı?

Sultan 2. Abdülhamit devleti yabancılara teslim etmişti

Payitaht TV Dizisi

Sultan 2. Abdülhamid Theodor Herzl’i kovmuş mu?

Sultan 2. Abdülhamid ve Rothschildler

Sultan 2. Abdülhamid içki içerdi

Sultan 2. Abdülhamit’in Serveti

İslamcı Abdülhamit ve İslamcı muhalefet

Sultan 2. Abdülhamit’in çürüttüğü donanma

Sultan II. Abdülhamid’in utanç anıtı

33 Yıllık Sultan 2. Abdülhamid devrinin ekibi 

Sultan 2. Abdülhamid’in idam ettirdiği er Halim ve er Abbas

Sultan 2. Abdülhamid “Yahudiler, Mezopotamya’ya yerleşsinler” demiş

cropped-2015-07-18-15-45-10.jpg

Bülent Pakman kimdir?