Ön Türkler

Önceki yazımızda Türklerin kökeninin Yafesin oğlu Türk’e gittiğini anlatmıştık.  OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN. Sonra neler oldu? Türkler nerelere yayıldılar?

Nuh Tufanı ve Mu Kıtası

Hz. Nuh bilindiği gibi yeryüzünde büyük bir tufandan bir nesli kurtarmış. Nuh Tufanı benzeri  efsanelerden en önemlisi Batık kıta “Mu” sadece efsane değil, yazılı metinlere (eski tabletlere) de dayandırılıyor. Mu kıtası ayrı bir yazımızda anlatılmıştır. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN. Nuh ve gemisindekiler batmadan önce Mu kıtasından kaçanlar olabilirler mi? Ya da böyle bir olay daha önce de yaşanmış mıydı?

Ön (Proto) Türkler

Yazıtlar, eski Çin eserleri, dinsel kitaplar Türklerin tarihinin bir yerden başlatılmasına imkan vermektedir. Ancak bu kaynaklar ve diğer bulgulardan, izlerden anlıyoruz ki Türkler bu şekilde tespit edilebilen tarihlerden önce de dünyada yaşamışlar. Bilinen Türk tarihine kadar varlıklarını sürdüren topluluklara  Proto (Ön) Türkler deniliyor.  Ön Türkler önceki tarih devirlerinde var olmuş ve sonradan Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan, Türk dil ailesi kökendilleri konuştukları tahmin edilen topluluklardır.

Mu Kıtasından göçler

Mu,  eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu, Pasifik Okyanusu’nda  yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıtadır. Bu batış öncesi veya sırasında kaçanların Amerika kıtası, Anadolu, Kuzey Avrupa ve Çin’in bulunduğu topraklardaki ilk yerleşimcileri oluşturdukları, Türk ve Avrupalıların atası oldukları teorisi Ön Türklerin tahmini başlangıcını teşkil etmektedir. Araştırmacı James Churchward’a göre Mu’dan göçenler bir çok yerlerde koloniler kurmuşlar. Bu kolonilerden bir tanesi de Uygur Kolonisiydi. Uygur Koloni halkı, Keltler’in, Basklar’ın ve Asyalı İskitler’in de atası. İskitler (Sakalar) de Proto Türklerden sayılmakta. Mu ayrıntılı olarak ayrı bir sayfamızda araştırılmıştır: OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Bu varsayımlara göre de Türklere “Nuh’un çocukları” diyenler olmuştur. 

Atatürk’ün MU ile ilgili araştırmaları yukarıda linki verilen ayrı bir yazımızda anlatılmıştır.  Atatürk eski Anadolu ve eski Mısır halkının Ön Türkler oluşu teorisine de çok önem vermiştir. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Çanakkale zaferinden sonra Truva komutanı “Hektor’un intikamını aldık” demiştir.

Ön Türkler eski Mısırlılardan çok önce piramit yapmışlar ve dünyaya bu mimariyi yaymışlardır. Türk piramitleri ile ilgili yazımızı  OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Göbeklitepe

1024px-Göbekli_Tepe,_UrfaŞanlıurfa’nın yaklaşık 15 km. kuzeydoğusunda bulunan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine ait olduğu ileri sürülmektedir. Şimdiye kadar bulunanlar; T biçimindeki 10 – 12 dikilitaş, yuvarlak planda dizilmiş, araları taş duvarla örülmüştür. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartma ya da oyularak betimlenmiştir.

Göbekli2012-1

Göbekli2012-7

Bu kompozisyonun, İngiltere’deki Stonehenge benzeri bir öykü, bir anlatım ya da bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir. Batık Mu Kıtası ya da batık Atlantis adası/kıtası ile ilgili önemli bir mesaj da olabilir. Eski Türklerin benzer boyda, çoklu mezar dikilitaşları olan balballara ve yine mezarlara dikilen taş babalarla benzerlikleri dikkat çekicidir. Ancak tarih açısından Proto Türklerin ve belki de ondan da öncesi, batık MU kıtası kaçkınlarının dönemlerine kadar uzandığı göz önüne alınmalıdır.  Daha geniş bilgileri OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

İlk yazılı belgeler

Alman bilim adamı Dr. Wolfram Eberhard tarafından yazıya geçirilmiş bilgilerde Türk kültürünün M.Ö. III bin yıllarında Çin kültürüne; müzik, dans seramik, tiyatro, hayvan terbiyesi v.b. konularındaki etkileri belgelenmektedir. Fransız araştırıcı Maurice Curan’ın Çin kaynaklarına dayanarak Lavinniac müzik ansiklopedisinde neşredilen verilerine göre, Eski Türk müzik enstrümanları ve pentatonik (beş sesli) müzik icra şekli Çin kültürünü geniş biçimde etkilemiştir. Bu konuda Eduard Chavannes, Bela Bartok, Robert Lach isimli araştırıcılar ve büyük Türk Etnomüzikologları Mahmut Ragıp Gazimihal ile Ahmet Adnan Saygun, Ferruh Arsunar araştırmalar yapmışlar, Türk müzik kültürünün Orta Asya – Anadolu bağlantısını ve Çin kültürüne etkisini belgelerle ortaya koymuşlardır. Bu araştırmalara göre Proto Türk kültürünün önemli merkezleri, Sensi ve Kansu eyaletleridir.

Petroglifler

Petroglifler kaya üzerine yontulmuş, çizilmiş veya boyanarak yapılmış arkeolojik resimlere verilen ad. Kaya resimlerinin bulunduğu her yer, resimlerin yapıldığı dönemde anıt mezar ve ibadet alanı olmuş.  Nerede Türk boyları yoğun olarak yaşamışsa orada yoğun kaya resmi alanları var. Göç ettikleri her yere bu geleneği taşımışlar. Ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzer resimlere hem Orta Asya’da hem de Anadolu’da rastlanıyor.  Urfa, Hakkari, Van, Kars, Ordu-Mesudiye, Erzincan, Erzurum, Rize, Ankara-Güdül, Sibirya-Ulan Ude, Altay, Tuva, Hakasya, Kırgızistan, Kazakistan, Krasnoyarsk, Macaristan, Balkanlar, Azerbaycan-Gobustan gibi.  Ulan Ude ve Kars’takiler gibi bu resimlerin benzerliği, ortaklığı Anadolu’nun Malazgirt’ten sonra Türk yurdu olduğu tezini tamamen çökertiyor.

Bazı kaya resimlerinin bulunduğu alanlarda çok sert granit taşlara rastlanılıyor. Buralardaki resimler taşı taşa vurarak çizilmiş. Karbon testi yapacak hiçbir organik kalıntı yok. Dolayısıyla yazıların gerçek yaşı tespit edilemiyor. Kaya resimlerinin binlerce yıl içinde oluştuğu ve her neslin anıt mezar olarak seçilmiş kayalık bölgeye, kendi döneminin olaylarını resimlerle kazdığı anlaşılıyor. Yani tek dönemde yapılmış değiller. İlk resimle son resim arasında binlerce yıl var.

Bütün motiflerde Gök kültü var. Gobi çölündeki motiflerde ay yıldız var. Yine hayat ağacı ve elinde kadeh tutan kadın veya erkek motifleri her alanda var. Hayat ağacı, geyik boynuzu ile temsil ediliyor. Zaten bütün alanlarda ağırlıklı olarak en çok geyik ve keçi resimleri var. Hiçbir kaya resmi alanında Tanrı resmedilmemiş. Kök Tengri inancının çok eski bir temeli olduğu anlaşılıyor. Eski Türk alfabesinin 28 harfi bazı kaya resimleri alanlarında açıkça görülüyor. Hiçbir yerde bunlar dışında başka bir harf kullanılmamış.

İzler-semboller

İnsan kültürlerinin bıraktıkları izlerin belirginleştiği  semboller o kültürel yapının adeta DNA’larıdır ya da o sosyal genetizmin mimarlarıdırlar. Başka tabirle sembollerle zihniyetlerini ifade etmişlerdir. Semboller halkların kültürlerinde çok önemli otantik belgeleri teşkil etmiştir. Yazının olmadığı zamanlardan günümüze kalan semboller özellikle Türkler için, hem bir bağımsızlık hem de bir süs ve sanat eşyası olmanın ötesinde mitolojik özelliklere sahiptir.

Damgalar

Türkler, ulaşabildikleri her coğrafyada, tarihlerini, düşüncelerini, yaşayış tarzlarını, inançlarını kayalar üzerine kazımışlar. Bu kazımaların silsilesi şöyle olmuştur:

  • Önce birebir resimler yapılmış,

  • Resimler çizgilerle daha şematik şekillere dönüşmüş,

  • Şekiller sembollere dönüşmüş

  • Bu semboller toplulukların damgaları olmuş,

  • Son aşamada damgalar harflere dönüşmüştür.

Yani basit “petroglifler“, önce resimlerle başlamış, sonraki aşamalarda doğrudan doğruya fikri ifade eden işaret, varlıkların sembolize edildiği ya da bir düşüncenin anlatıldığı çizimler, daha gelişmiş ve düzenlenmiş resimyazılar zamanla armalara dönüşmüştür.  Her topluluk kendilerini özel armalarla adeta kayıt altına almış yani damgasını taşlara, kayalara vurmuştur. Bu yüzden Türk topluluklarının belirgin armalarına “damga“, ya da eski Türkçedeki adıyla “tamga” denilmektedir. Mesela Oğuz Kaan Destanı’nda  anlatılan her 24 Oğuz boyunun kendi damgaları olup bu damgalar ya olduğu gibi ya da kısmen değişerek  Türk halkları tarafından özellikle eski ve günümüz halı, kilimlerinde kullanılmış ve hala da kullanılmaktadır

Tamgalar ayrıca alfabeye geçişte önemli bir basamak teşkil etmiştir, mesela güneş kültü, hayat ağacını gösteren motifler, atlar, atlılar, kurt başlı sancak taşıyan süvari, ellerini açmış dua eden adam resmi, Türk boylarının ortak olarak kullandığı “İYE” yani “Tanrı” damgası, rünik (runik-oyma) Türk yazıları ile Altın Elbiseli Adam, Lolan Güzeli gibi mezarlarlardaki (kurgan) Türk karakterli buluntuların hepsi Asya ve Anadolu’da Ön (Proto) Türklerin varlığının şifrelerini teşkil etmiştir (Daha geniş açıklamaları okumak için lütfen tıklayın ALTIN ELBİSELİ ADAM  ve  LOLAN GÜZELİ).

Türklerin önce petrogliflerde sonra mezarlarda daha sonra halı, kilim gibi eserlerde kullandıkları damgalar, bir çok farklı bölgelerde bazen harf, bazen arma, bazen süs, bazen de bir statü aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türklerin bu damgaları  Türklerin ilk alfabesi olan runik (oyma) alfabesinin bazı harflerini de meydana getirmişlerdir.

Saymalıtaş

Tanrıdağları’nın 3500 rakımına kadar serpilmiş olan ve “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adı verilen kayalara çizilmiş motiflerin tarihi MÖ. 7 bin yıl önceye kadar gitmektedir. İnsanlar, sayıları 100 bine kadar çıkarılan bu çizimlerle, herhalde bizlere bir şeyler anlatmak istiyorlar.

Mekân olarak neden bu kadar yüksek yerler seçilmiştir? Bu seçim her türlü tahribattan korunmak için mi, yoksa motiflerin bir kısmının dini özellikler taşıması dikkate alınarak, Tanrı’ya daha yakın olma düşüncesinden mi kaynaklanıyor?

Çizimlerin; damgalar, at, ata binen insan, tekerlek, araba, ok-yay, dağ keçisi, geyik, güneş, dans eden insan (ayin yapan) ve ne anlama geldiği anlaşılamayan pek çok soyut çizimler ve şekillerden oluştuğu görülmektedir. Damgaların aidiyet (mülkiyet)’i belirlemek için kullanıldığını söyleyebiliriz. Bunların bir kısmının Türklerde kullanılanlarla, hatta zamanımıza kadar gelen  bazı damgalarla benzerlikler taşıdığını söyleyebiliriz.

Çizimlerde at, ata binilmesi, tekerlek ve araba gibi araçların bulunması, insanlık ve medeniyet tarihi bakımından büyük önem taşımaktadır. Hakim görüşe göre atı ilk ehlileştirenler Türklerdir. Esasen atın ehlileştirilmesi, geniş Türkistan coğrafyasına yayılmış olan Türkler için bir zaruret, büyük bir ihtiyaçtı.Buna göre, başta güvenlik olmak üzere  tarım, hayvancılık ve avcılık alanında, at gibi devrin en hızlı ulaşım aracına duyulan ihtiyacın önemi ortadadır. Böyle olmalı ki, daha sonraki asırlarda Türkler Bozkır medeniyetine geçmişlerdir. Atın ehlileştirilme tarihi olarak da, araştırmacılar MÖ. 2500-2000 yıllarını işaret etmektedirler.

Tekerlek ve arabaya gelince. İnsanlık tarihinin en önemli keşiflerinden sayıldığı malumdur. Bu araçlara ilk defa MÖ. 3000 yılında yaşayan Sümer medeniyetinde rastlıyoruz. Bu medeniyeti ise, Türklerin de  içinde yer aldığı doğulu milletlerin ortaklaşa meydana getirdiği ileri sürülmektedir.

Bir başka dikkat çeken sembol ise; dağ keçisi ve geyiği resimleridir. Son zamanlardaki arkeolojik kazılarda elde edilen bilgilere göre, Türkler bozkurt gibi, hatta daha çok bu sembolleri  kullanmışlardır. Bozkurt, dağ keçisi ve geyiğinin ortak özelliği ise, özgürlüğüne düşkünlüğü ve mücadeleci karakterde olmalarıdır.

Kaya çizimleri arasında  ok ve yayın muhtelif şekillerde ve çokça yer alması önemlidir. Zira Türklerin, bu savaş silahıyla ne ölçüde bütünleştiğini iyi biliyoruz. Mete Han’ın meşhur ıslık çalan okları gibi. Bu kısa ve  kaba işaretlerin, Saymalıtaş’ın geniş Türkistan coğrafyasında bulunması; at, araba, tekerlek gibi bütün unsurların kullanılma tarihiyle örtüşmesi, bizim için dikkat çekici ve oldukça anlamlıdır.

Çolpan (Çolpon) Ata

Günümüz Kırgızistan sınırları içerisinde Issık Göl’ün kuzey kıyısında “Türklerin Göbeklitepesi” olarak bilinen 2 binden fazla petroglif  yani kayalar üzerine kazılarak ya da dövme usulü yapılan resimler bulunduğu Çolpan Ata, M.Ö. 3 – 2 binlerden günümüze Urfa yakınlarındaki Göbeklitepe gibi kutsal tapınım alanı olarak kullanılmış. Antik ören yeri Sovyet döneminde keşfedilmiş ve koruma altına alınmış. Arkeolog ve araştırmacıların ‘Türklerin bilinçaltı’ şeklinde tanımladıkları kaya resimleri Türk tarihi açısından önemli ip uçları sunuyor. Yüzlerce kaya üzerine çizilmiş resimler Türklerin atalarının bilinçaltına inmeyi sağlıyor. Türklerin kadim sembolü güneş resimleri çoğunlukta. Süvari resmi de burada bir zamanlar kadim Türklerin olduğunu kanıtlıyor.  Mezarlar da M.Ö. 2 bin yıllarına ait. Bölgede yüksek düzeyde bir manyetik alan olduğu tesbit edilmiş.

çolpan

Tamga Taş petroglifleri de Tamga kentine yakın. Bir kısmı Budizmi kabul eden Uygurlara ait. Türklerin taşa yazı yazma geleneğini devam ettirmişler.

Tamgalısay (Damgalı Vadi)

http___www.ide.konya.edu

Günümüz Kazakistanın Kırgızistan sınırında bulunan Almatı’ya 170 km uzaklıktaki kadim kutsal alan, resimli panolar diyarı. 5 binden fazla petroglif yani kayalar üzerine kazılarak ya da dövme usulü yapılan  resimlerle dolu. Tengricilik ve anemizim gibi şaman, kam, otacı gibi doğaüstü güçlere sahip din adamlarının güneş kültü ibadet alanı olduğu sanılıyor. Güneş eski Türklerin olmazsa olmazı. Kadim Türklerin yurdu Tuva’da, Hakasya’da rastlanan güneş adam figürü burada da var. Türklerde atmaca ve şahinle yapılan avlar burada resmedilmiş. En çok görülen hayvan ise at. At, Asya kökenli bir hayvan olup Türkler tarafından ehlileştirilmiş, tekerlekle beraber M. Ö. 1600`larda Asya`dan Mısır`a getirilmiştir. Tamgalısay’daki en eski resimlerin M.Ö. 1600 lere ait olduğu tesbit edilmiş. Ancak daha eskilerin henüz tesbit edilmediği de biliniyor. Uzmanlar buradaki Türk dönemini M. S. 7. yüzyıldan başlatıyorlar. Buraya gelen önceki kavimleri de Ön Türkler olarak kabul ediyorlar.

Alpinler

Türk tarihinin başlangıcını belirlemek çok zordur. Türklerin ilk kez M.Ö. 9 bin yıllarında günümüz Güney İsviçre ve Kuzey İtalya sınırları içinde olan Alp dağları eteklerindeki göller bölgesinde ortaya çıktıkları kabul ediliyor. Bu topluluklar bilinen ilk brakisefal (yuvarlak başlı) insanlar olup Alpinler adı verilmekte. Kestane renk saçlı, düz yeşil gözlü,  brakisefal olan Alpinler bu bölgeye Urallardan geldiler. M.Ö. 9000’le 7000 arasında, Cilalı Taş (Neolitik) Çağının bitişiyle tunç devrinin başladığı sıralarda, Alpinlerin bir kolu güney doğuya (Hazar-Aral Göllerine) doğru göç ettiler. Orada yaşamakta olan ve ilerde bazıları Amerika’ya göç edecek olan Doğu Asya Kızılderilileri ile kaynaştılar. İstanbul’da Marmaray kazıları sırasında deniz seviyesinin yaklaşık 7 metre altında bulunan ve  MÖ 6300’lere tarihlenen yerleşim ile ya da Çanakkale Boğazı’nda Erenköy beldesinin hemen altında Karanlık Liman bölgesi kıyısında bulunan MÖ 5000’lere tarihlenen yerleşim ile ilgileri olabilir. M.Ö. 6000-4000 yılları arasında bu ön Türkler Mezopotamya’ya göçerek Subarlar, Sümerler, Elamlılar’ı, Hindistan’a göçerek Mohencadaro-Hareppa’ları, M.Ö. 3000’lerde Anadolu’ya göçerek Hatti’leri, Luwi’lerin bir kısmını ve daha sonraki Turska/Etrüsk’leri, Ulmek’leri oluşturdular. M.Ö. 2000’lerde Alpinlerin ufak bir kolu bu sefer kuzeydoğuya, Altay Dağları’na kadar uzandı. Orada kalmış Asya Kızılderilileri ile tekrar bir kaynaşma oldu. Altay, Türklerin Anayurdunu teşkil etti. Doğudan batıya doğru bakıldığında, o zamanki Türklerde hafif farklar göze çarpıyordu: Aral gölünün kuzeydoğu ve güneydoğu coğrafyasında yaşayanların göz çekikliği, batıda kalanlara kıyasla da daha belirgin, tenler, saçlar ve gözler daha koyuca; Avrasya ve Anadolu’dakiler ise daha açık renkli ve düz gözlü olanları daha fazlaydı.

Hakas ve Tuva kültürü, Altay Türk kültürü bizi M.Ö. 3000 yılları ile buluşturmaktadır. Bu konudaki yazımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Kurganlar (Korganlar)

Kurganlar (Korganlar) Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar, türbeler, içinde ulu ve kutlu kişilerin yattığı dikkat çekici gömütlerdir. Eski Türk geleneklerinde genellikle yığma tepeler ve höyükler şeklindedir. Genelde devlet yöneticisi olanlar için yapılmışlardır. Kurganlara Eski Türk halklarının yaşadığı yerlerde rastlanır. Bilinen ilk Türk Devleti olan İskitlerin (Sakaların)  öncesine ait olanlar, özellikle Azerbaycan’da bulunan kurganların Proto (Ön) Türklere ait olduğu varsayılmaktadır.

Tunç çağı boyunca gelişen bu kurganlardan bazısının etrafına dairevi şekilde büyük taşlar – kromlek, mezara yakın taş heykel (Eski Türklerin Taş Babası) koyulurdu. Mezara yiyecek-içecek ve emek aletleri, silah ve süs eşyaları ile birlikte, kült ve inançla ilgili araba figürleri konulması, ölünün baş tarafına da kase, kap sıralaması geleneği vardır.

Proto-Türk urukları (boyları) ölülerini kıvrılmış, bükülü şekilde mezara koyar (Azerbaycan Hoşbulak kurganı), üzerine kırmızı ohra dökerlerdi. Bu gelenekleri göç ettikleri her yere de taşımışlardır.

Oğuz Türklerinin Müslüman olmalarından sonra kurganlar kümbetlere dönüşmüştür.

Orta Asya’da yapılan kazılarda milattan öncesine ait buluntu (kültür) bölgeleri

Anav (Anâu) Kültürü

MÖ 7000 – MÖ 1000 arasına ait günümüz Türkmenistan başkenti Aşkabat şehrine 5 km uzaklıktaki tarihi Ano şehrinin iki kurganında  yapılan kazılarda ortaya çıkan Anav Ön (Proto) Türk kültür bölgesi.

8 bin yıl önce Yakın-Doğu yurtlarında ve Güney Türkmenistan’da eski tarım ve hayvancılık uygarlığının yayıldığı dönemde, yeryüzünün başka ülkelerinde hâlâ eski avcılığın basit ekonomisi devam etmekteydi. Yukarıda adı geçen yurtlarda tarımcılar yerleşip ilk köyleri meydana getiriyorlardı. Bu köylerde her aile bağımsız bir birim olup bir odalı evlerde yaşıyor

Orta Asya’nın bulunabilen en eski kültürü olan Anav ile Ön Türkler arasında büyük bir ihtimalle bağlantı vardır. Bunun başlıca sebebi ilk kez burada atın bulunmasıdır. At Türk kültüründe birincil öneme sahiptir. Atı ilk evcilleştiren Ön Türklerdir.
Bu kültürün başlangıcı, kazılarda bulunan eşyalara uygulanan testlerine dayanılarak bazı kaynaklarda MÖ 7000 ile MÖ 5000 bazı kaynaklarda ise MÖ 10000 ile MÖ 9000 yılları arasına tarihlenmektedir.  Kazılar sonucunda Mezopotamya ve Mısır´ın kültürlerinden daha eski bir çağda 2.000 yıl devam etmiş olan bir medeniyette yerleşik evli barklı tuğladan yapılma evlerde köy hayatı, kadınların iplik bükmesi, dokumacılık, ekip biçme, zahireyi değirmen taşında öğütme, fırınlarda ekmek pişirme, çömlekçilikle kaplara şekiller verme, ıslak killerden kapların etrafına yer yer halkalar yapma, uzak zamanlardan miras kalan boyalarla üzerlerine şekiller çizme, koyun, keçi, sığır ve deve besleme ortaya çıkmıştır.

Türkmenistan sınırında M.Ö. 5000 yılının sonlarında  insanlar bakır, altın, M.Ö 3000 yılları başlarında pirinci kullanıyorlardı. Bakır ile pirincin bulunması çok daha gelişmiş iş aletlerinin (saban, dokuma aletleri vb.) yayılmasına yardım etmiştir.

Anû’nun eski obalarından bilim adamlarının kazı çalışmaları sonucunda buldukları  bugünkü Türkmenlerinkine benzerlik gösteren yuvarlak, brakisefal kafatasları ile Türkmen el işlerinde görülen motiflere benzeyen keramik motifleri Anau kültürünü Aryandan ziyade Türk olarak değerlendirmek mümkündür.

Afanasyevo (Afanasiyevo) kültürü

M.Ö. 3300 – M.Ö. 1700 arasında Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda Yenisey üzerindeki Minusinsk bölgesinde gelişen Güney Sibirya kültürüne, Afanasyevo kültürü denir. Orta Asya’daki Tunç Çağı Türk kültür çevrelerinden biridir. Türk büyüklerinin mezarları olan ve bu kültürde de rastlanan kurganlarda yapılan kazılarda elde edilen buluntulardan Altay’larda gelişen bu kültürün Orhun nehirleri bölgesini de etkisi altına alarak Orta Asya medeniyetinin temelini oluşturduğu fikri benimsenmektedir. Afanasyevo kültüründe, mezarlarda, koyun, at ve av hayvanları kemikleri bir arada bulunmuştur. Bu da avcılık ve çobanlığın birlikte yapıldığını gösterir. Bu mezarlarda taştan yapılmış aletler çoğunluktadır. Ancak, dönemin sonuna doğru, bakırdan yapılmış aletlere de
rastlanmıştır. Bu dönemde, atın, bir hayat arkadaşı olarak, Güney Sibirya kültürü içindeki topluluklara girmekte olduğu görülmektedir.

Türkmenistan’da bir Hint –Avrupa (Akdeniz veya İran veya beyaz derili) tipi olan Soğdlular vardır. Soğdlular dışındaki Akdeniz tipi Afganistan, İran, Hazar denizinin kuzeyi, kuzey Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyinde yaygındırlar.  Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’da kent devletleri vardır. Yazı bulunmuş ve yaygın olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Yerleşiklerin dini şekillenmiş ve Şaman dininden ayrılmıştır.

3ffe3b9e98b9e2d26e253235d7995424Abakan’da Hakasya Cumhuriyeti Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen M.Ö. 2000 yıllarının Okunev kültürüne ait bir taştaki  güneş adam figürü çok önemli zira değişik yerlerdeki petrogliflerde de eski Türklerin olmazsa olmazı olan güneş var.

Kelteminar Kültürü

M.Ö. 3000 yıllarında Aral Gölüne dökülen Amuderya deltası civarında balıkçılık ve avcılıkla uğraşan Proto Türklere ait bu kültür de Afenasiyevo ile bağlantılıdır.

Afanasyevo kültür yeşil Andronovo kültürü turuncu renkte

Baktriya Margiana

M.Ö. 2300 yıllarında, Orta Asya’da önemli bir medeniyet kurulmuştur. Şimdiki Türkmenistan  ve Özbekistan sınırları içindeki bu medeniyete Baktriya Margiana Arkeolojik yapılanması deniliyor. Bu medeniyet, Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İndus ve Çin gibi bilinen en eski yerleşik düzene geçişlerden biridir. Baktriya Margiana Arkeolojik yapılanmasında yaşayan toplum, vadilerde, kerpiçten binalar ve kaleler inşa etmişti. Koyun ve sığır besliyor ve sulamanın mümkün olduğu yerlerde buğday ve arpa yetiştiriyorlardı. Bronz baltaları, ince seramikleri, mermerleri, altın mücevherleri ve yarı kıymetli taşları vardı. Seçilmişlerin mezarlarına lüks eşyalar bırakıyorlardı. Buluntular sayı veya yazı sistemleri olduğunu göstermektedir. Yazıyorlardı veya en azından tam bir yazı öncesini yaşıyorlardı.

Annau’da bulunan ve idari bir yapıya ait olduğu sanılan bir odada, parlatılmış siyah kehribar taşı üzerinde halı motifleri bulunmuştur. Bulunan mühür ve muska üzerindeki şekillerin, hala, İran, Anadolu, Afganistan ve Orta Asya halılarında motif olarak kullanılmaktadır. Bu medeniyeti kuran ve orada 500 yıldan fazla yaşamış olan insanların kim olduklarını, nereden geldiklerini ve sonra nereye gittiklerini, şimdilik bilinmiyor.

Andronovo Kültürü

M.Ö. 1700 – M.Ö. 1200 arasına Altay – Tanrı Dağı dağları, Güney Sibirya ve Hazar’ın kuzeydoğusuna kadar uzanan bölgede gelişen Türk kültür çevresi.  Afanasyevo Kültürü’ne benzeyen ve daha ileri bir seviyeye ulaşan kültürde bakır araçların yanı sıra tunç, gümüş ve altından araçlara da rastlanmıştır. Eşyalarını hayvan figürleri ile süsleyen bu kültür atı evcilleştirmiştir.

Andronovo Kültürü’nün Ön-Türkler tarafından kurulduğuna dair bazı kanıtlar var. 1970′lere kadar yapılan, Avar çağı ile ilgili arkeolojik kazılarda çıkarılan insan iskeletlerinde Germen, İslav, İranlı, Fin-Ugor gibi türlü tipler arasında Türk tipinin de (braki-sefal) dikkati çekecek ölçüde olduğu, hatta bazı buluntu yerlerinde, aslî Türk soy’unu temsil eden “Andronovo tipi”ne bile % 10-15 gibi, oldukça yüksek bir nispette rastlandığı tespit edilmiştir. Andronovo kültüründe (Krasnoyarsk, Rusya) bulunan mtDNA haplogrubu T2a1b, Kazakistan, İran, Kafkasya, Türkiye, Yemen, Mısır ve Filistin’de de görülmektedir.

Karasuk Kültürü

Karasuk (Karasug) Kültürü, MÖ 1200- MÖ 700 yılları arasına tarihlenen Tunç Çağına ait kültür Türk çevresi. Karasuk kelimesi orijinali ve yöre halkının dilinde Karasug/Karasuğ diye söylenir. Manası Kara-su demektir.

Bu kültür adını Yenisey ırmağının kollarından biri olan Karasuk nehrinden almıştır. Orta Asya uygarlığında demir ilk defa bu bölgede işlenmiştir. Keçeden dokunan çadırlarla örtülü dört tekerlekli arabaların kullanıldığı yapılan kazılar sonucunda tespit edilmiştir.

Ölü gömme adetleri ve seramik süslemeleriyle Andronovo Kültürüyle benzerlik gösteren Karasuk kültürü çevresinde yaşayan insanlar, at, deve, sığır ve koyun beslemekte, dokumacılığı bilmekte idiler. En yaygın abideleri mezarlarıydı. Taştan yapılan yamuk dörtgen biçiminde yapılan tabutlardaki ölüler baş kısmı geniş tarafa gelecek şekilde ya sırt üstü ya da esnetilmiş olarak yatırılmıştı. Taş veya kil toprak içine döküm yöntemiyle bronzdan yapılmış kürekler, bıçaklar ve benzeri el aletlerinin kabzaları, halka halka, mantar şeklinde ya da hayvan figürü şeklinde sanatsal uğraşlarla yapılmıştı.

Bu devreye ait kurganlardaki buluntular arasında yüzük, bilezik, küpe gibi süs eşyalarına rastlanmaktadır. Kabzaları hayvan figürüyle süslenmiş hançerler, Orta Asya’daki İskit geleneğinin belirtisidir. Atlı-göçebe kültürünün Orta Asya’ya tamamen yayılarak İskit göçebe kültürünün temelini oluşturmuştur. Değerli tarih bilgini Prof. Zeki Velidi Togan, Türkistan‟da İskitlerden (Sakalardan) önce yaşayan ve M.Ö. 1200-800 arasındaki yani Karasuk Kültürü devrindeki varlıkların kazılar sonucu tespit olunan Şu veya Çu adındaki kavmin ilk Türkler olduğunu iddia etmektedir.

Tagar Kültürü

M.Ö. 700 – M.S. 100 yılları arasında Kögmen dağları, Kem, Kemçik, Uluğ-Kem ve Abakan ırmakları çevresinde ortaya çıkmıştır. Minusinsk adı da verilen bu bölgeye MÖ 700 yıllarında kagnılı Türkler’den Ting-Ling boylarının yeni bir göçü olmuş ve bölgede egemen olan Karasug Kültürü, Tagar Kültürü’ne gelişim göstermiştir. Tagar kalıntılarında da, Karasug Kültürü’nde olduğu gibi dağ keçisi, koyun ve geyik yontucukları vardır.

Proto Türk döneminin önemli kültürlerinden biri olan Tagar Kültürü, üç devre gösterir: 1. Tagar (MÖ 6-5. yüzyıl); 2. Tagar (MÖ 4-3 yüzyıl); 3. Tagar (MÖ 2-1. yüzyıl). Tagar çağında kurganların yakınlarına oldukça büyük taşlar dikilmekteydi. Bu büyük mezar taşlarının üzerlerine de resimler çizilmekteydi. Bu kültüre bağlı ilk merkezler Krasnoyarsk’ta, Minusinsk yakınında ve Yenisey ırmağındaki Tagar Adası’nda saptanmıştır. Proto Türk Ting-Ling’ler, bu kültüre mensuptur.

Hayvan Üslûbu’nun artık gelişmiş bir biçim aldığı bu devirde, mezarlardan çeşitli araçlar, at koşum takımları, keramikler çıkarılmıştır. Tagar Kültürü’ndekine benzer eserlere Çin’den Karadeniz’in kuzeyine kadar olan çok geniş bir bölgede rastlanıyordu.

Tagar Kültürü’ne ait son devir mezarlarından çıkarılan maddi kültür unsurları arasında, bayrak direklerinin tepesine takılan dağ keçisi yontuları bulunmuştur. Bazan bu dağ tekesinin altında, üzerinde çıngıraklar ya da daha küçük dağ tekesi yontucukları bulunan tunç çemberler de görülmektedir. M.Ö. 300 yıllarından itibaren Taştık Kültürü adıyla da anılmıştır.

Taştık Kültürü

Taştık kültüründe de aynı şekilde dağ keçisi yontucukları bulunmuştur. Ordos tunç levhalarında da Tagar üslubunca ayakta duran dağ keçisi yontuları bulunmaktadır. Bu yontular kimi kez, Tagar Kültürü’nde olduğu gibi, bayrak direklerine de dikilmekteydi.

Karasug Kültürü’nün yayıldığı bölgelerde, mesela Yenisey kaya resimlerinde, Kem vadisinin batısı, Sibirya, Çungarya, Kögmen vb bölgelerde görülen Tagar ve Taştık kaya resimlerinde Türkler’in atalarına ilişkin pek çok şey bulunmaktadır.

Lev Nikolayeviç Gumilev, Tagar Kültürü’nü oluşturan boyları (Ting-Lingler), Afanasyevo Kültürü’nü oluşturan insanların varisleri olarak kabul eder.

Sümerler

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’a göre Sümerler Ön Türklerdendirler. Sümerler Orta Asya’dan Irak’ın Güneyine ve Bağdat’a (Mezopotamya’ya) gelmişler M.Ö. 3500 – M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya’da yaşamışlardır. Alman siyasetçisi, fizikçisi ve biyofizikçisi Verner Stein Sümerlerin (M.Ö. 3300) Orta Asya’dan gelme olasılığını şu faktörlerle açıklıyor. Dillerinin Altay-Türk dillerine benzerliği, tapınaklarının mimarî şekilleri ve süslemelerinin dağ tapınaklarına benzemesi ve genellikle yazıda kullanılan ideogramlarının (belgilerinin) dağ yurtlarıyla benzerlik göstermesi. Sümerlerin dinî inançlarının kökünün de Orta Asya ya da Bakterya’dan olduğunu kanıtlayacak anlamlı şeyler var: Dağ tapınakları, dağ öküzüne secde etmek ve ek olarak Orta Asya’da olduğu gibi kralın muhafızlarının kral öldüğü zaman, kendilerini zehirleyerek intihar etmeleri (Der Neue Kultur Fahrplan, 1998 Berlin, s. 20). Tanınmış Sümerolog Samuel Noah Kramer’e göre Sümerler Mezopotamya’ya dördüncü binin ikinci yarısında gelmiş olabilirler, ana yurtları bilinmemektedir. Enmerkar (Sümer kenti Uruk’u inşa eden destansı kral) ve Aratta (Sümer mitlerinde bahsedilen Hazar çevresinde Güney Azerbaycan dahil geniş alan) üzerinde dönen, destanî menkıbeler silsilesine bakılırsa ilk Sümer hükümdarları, belki Hazar Denizi çevresinde kurulmuş olan bir şehir devleti ile çok sıkı bir münasebete girmiş bulunuyorlardı. Bir ölçüde Ural-Altay dillerini hatırlatan Sümer dili de yapısı bakımından bir bitişken dildir ve bu dil olgusu da Aratta gibi aynı geniş alana işaret etmektedir. Başka araştırmalarda da Sümerce’nin Ural-Altay dil ailesine benzediği belirtilmekte, Türkçe ile benzerlik ve farklılıklara değinilmektedir. Örnek olarak; İbrahim Okur ve Muazzez İlmiye Çığ’ın araştırmaları gösterilebilir. Sümerlerin  Türk olduğu, veya aralarında Türkler bulunduğu hakkında başka bilim adamlarının fikir, nazariye ve iddiaları da vardır. Atatürk’ün de Sümerce ve Sümerler’e verdiği önem büyüktür. Sümerceyi Türkçeye yakın bulmuş, Sümerlerin Asya’dan gelmiş olabileceklerini düşünmüştür. Dil ve Tarih Coğrafya fakültesinde “Sümeroloji” bölümünün kurulmasını sağlamış, 1933 yılında Sümerbank’a isim vermiştir.

Nuh Tufanı ilk kez Sümer tabletlerinde Gılgamış destanında yer almıştır. Destanın çok eski dönemlerde olmuş olması mümkündür. Destanı Babilliler ve İbraniler almışlar, onlar vasıtasıyla Hıristiyanların dinî inançlarının bir parçası hâline dönüşmüştür. Avrupalıların ilgisini Mezopotamya’ya çeken şey de onların yüzyıllardır Kitab-ı Mukaddes’ten öğrendikleri destanın Sümerlerin çivi yazılı metinlerde bulunması idi. Kur’an’daki bazı kıssalarla Sümerlerin Gılgamış destanı ile benzerlik göstermektedir. Tufan öyküleri içinde Türkmen ile Sümer öyküleri birbirlerine çok yakındır.  Nuh Tufanı’nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması şöyle: “Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir gök tüylü teke haber verdi. Gök tüylü teke yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı ERLİK, bir diğerinin adı da ÜLKEN idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler” (Kamil Veliev. Elin Yaddaşı Dilin Yaddaşı. Bakı 1988, s. 15).Bu destanın Altaylardan öğrendiğimiz bir varyantı da şöyle: “ÜLKEN dünya üzerindeki NOMA adında bir adama tufan olacağını söyleyerek gemi yapmasını bildirmiştir. NOMA’nın Balıksa, Sarvul, Soozunuul adında üç oğlu vardı. Bunlarla bir dağın tepesinde gemi yaptılar. İçerisine insan ve yaratıklardan birer çift aldılar”. (Murat Uraz. Türk Mitolojisi. 1994 Istanbul, s. 140-141). Bu destanın Sümerlerdeki varyantının teması şöyle: “Tanrılar bir tufan göndererek insanı yeryüzünden yok etmek için anlaşıyorlar. İnsanı cehennemin o tarafındaki topraktan yaratan EN-Kİ, onu bu tehlikeden kurtarmak istiyor. EN-Kİ Sippar kentinin takva hakanı ZİU-SUDRA’nın yanına vararak onu tanrıların bu düşüncesinden haberdar ediyor. ZİU-SUDRA (Nuh) bir gemi yaparak her cinsten yaratıktan birer çift gemisine bindiriyor. ….. Korkunç tufan kopuyor ve gemi altı gece, altı gündüz büyük dalgalarla boğuşarak yedinci gün güneş tanrısı UTU yer ve göğü ışıklandırıyor, tufan sona eriyor, ZİU-SUDRA, UTU’nun önünde diz çöküp bir öküz kurban kesiyor ve bir de koyun keserek ziyafet veriyor. ….. ZİU-SUDRA varıp EN-LİL ve ANÛ’nun önünde diz çöküyor. O insanı ve diğer yaratılanları tehlikeden kurtardığı için ebedî yaşayışa eriyor. Bu geminin akibeti yazılı levhaların bozulması dolayısıyla belli değildir. Ancak, metnin diğer bir bölümünde ZİU-SUDRA ve diğer canlı hayvanların kurtulmasının ardından tanrıların buyruğu ile DİLMUN topraklarında yerleşiyorlar ve böylelikle yeni yaşam Dilmun’da başlıyor. Bu destan sonraları Akkad, Babil ve Asurların mitlerinde mükemmelleşiyor.” (Samuel Noah Kramer. Mesopotamien. 1971 Hamburg, s. 106-107)

Turukkiler

Şimdiki Irak–Suriye sınırı yakınında Fırat çayının batı yakasında Tel-le-Hariri’de Fransız bilginlerinin yürüttüğü kazıda eski Mari şehrine ait çivi yazısı ile yazılmış tabletler – kil levhalar bulundu.  Tabletlerin M.Ö. 1870-1740 yılları arasında yazılmış olduğu tahmin edilmekte. Tablet metinleri yirmi yıl sonra 1950 yılından başlayarak, Georgies Dossin tarafından Louvre Müzesi haberlerinde seriler halinde yayımlandı. Yirmiden fazla metinde “turukku” şeklinde okunmuş boy adı vardı. İlk defa bu adın Türklerle ilgili olduğunu söyleyen Hamit Zübeyir Koşay iki tablette turukku sözü olan satırı 1982 yılında Bükreş’te yayımlanan bir bilimsel bültende bastırmıştır. 1989 yılında Sadi Bayram “turukku” sözü geçen daha 11 tablet olduğunu kaydetmiştir. Azerbaycan tarihçilerinden Z. Yampolski, Yusif Yusifov, S. Əlyarov  Asur metinlerindeki turukku veya turukki boyunu Türk saymış ve bu adın çeşitli zamanlarda ve çeşitli dilli yazılarda türük/török/turuk/türki şeklinde kullanıldığını kaydetmişler. Yine Azerbaycanlı tarihçilere göre: Bu Türk boyları  3-4 bin yıl önce çeşitli kollara ayrılmış, bir kolu Türkistan tarafına göçmüş Büyük Göktürk İmparatorluğunu kurmuş, diğer kolu ise günümüz Güney Azerbaycanındaki Urmu gölü havzasında kalmıştır. Mari belgelerinde “turukku” olarak adı geçenler günümüz Güney Azerbaycan’ında ve Doğu Anadolu’da  yaşayan kavimlerdir.

Turukki veya Turukların ecdatları M.Ö. 20. ve M.Ö. 19. yüzyıllarda Güney Azerbaycan ile Hazar’ın güney kısmında yaşamış  batık MU kıtası kaçkınları olabilirler.

Etrüskler

Türkler ve İtalyanlar ortak genlere sahip iki halk.  Ataları ortak, Ön Türkler. Bu konu ve M.Ö. 1200 – M.Ö. 396 arası günümüz İtalya topraklarında yaşamış  kavim olan Etrüskler bir başka yazımızda, kaynaklarıyla, geniş ve ayrıntılı olarak ortaya konmuştur. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Çin kaynaklarına göre Proto-Türkler

Çin’in en eski tarih eseri olan Bambu Üzerine Yazılmış Tarih Yazıları (Chu- shu-chi-nian)’nda Proto Türk kavmi Ch’üan-yiler’in M.Ö. 2 146’da Çin’in Kuzey bölgesinden Shan-hsi eyaletine göç ettikleri belirtilmektedir.

Bu kavim, Shang Sülalesi (M.Ö.16.yy – 11.yy) döneminin başında Kui-fang şeklinde ortaya çıkmıştır. Chou Sülalesi (M.Ö. 1027-256) döneminde Ch’üan-yi ve Kui-fang kavimlerinin bir uzantısı olarak Hung-yi veya K’ung-yi şeklinde M.Ö. XII-XI. yüzyıllarında Kuzey Çin’de yaşamıştı. M.Ö. 1081-1025 yılları arasında, Chou Sülalesinin darbesiyle, Hung-yiler kuzeye çekilmiş ve tarih sahnesinden uzaklaşmıştır.

Ardından Hung-yiler, Hsün-yü, Hsien-yün adları altında tekrar Chou Sülalesinin kuzey bölgelerinde görülmeye başlanmıştır. M.Ö. 11-9. yüzyıl­lar arasında mevcut olan bu kavimler Çin’in iç bölgelerinde büyük sarsıntı yapmış ve M.Ö. 9. yüzyılın son zamanlarında kuzeye çekilmiştir. Bu kavimlerin bir uzantısı olan Ch’üan-junglar Çin’in kuzey bölgelerinde yaşamaya başlamışlardır.

Ch’üan-jung kavminin Chou sülalesi arasındaki mücadele sonucunda, Ch’üan-junglar tarih sahnesinden çekil­miş, Chou sülalesi de zayıf düşerek Çin’in batısından doğusuna taşınmıştır. M.Ö. 8. yüzyılına dek, kuzeyde yaşayan proto Türk kavimleri durgun bir hayat sürdüğü için bir asır kadar eski Türk tarihi karanlık bir dönem geçirmiştir. M.Ö. 8. yüzyıldan sonra, kuzeydeki Ch’üan-yi, Hung-yi, Hsün-yü, Hsien-yün ve Ch’üan-jung gibi proto Türklerin devamı olan, bu kez Tibet unsurunu da kapsayan büyük federal toplum Junglar, ortaya çıkmıştır.

Eski Çin kaynaklarında en çok bahsedilen ve Çin toprağındaki derebeylik topluluklarına darbe vuran kalabalık Junglar parçalandıktan sonra, ufak topluluk halinde Çinin iç bölgelerine kadar gitmişlerdir. Jungların bir parçası olan Tiler faaliyet göstermeye başlamış ve M.Ö. 627 yılında parçalanarak üçe bölünmüştür. M.Ö. 3.yüzyılla kadar devam edebilmiş olan Jung ve Ti toplumlarının bazısı kuzeye göç etmiş bazısı ise Çin toprağında asimile olmuştur. M.Ö. 318-265 yılları arasında yukarıda adı geçen proto Türk kavimlerini temel alan Hunlar ortaya çıkmış ve M.Ö. 215 yılından sonra da kuzey Asya’da Hun imparatorluğunu kurmuşlardır. (Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Kavimleri, Doç. Dr. Erkin Ekrem, Bilim ve Ütopya Dergisi Sayı: 193)

Sonuç

“Türk” ismi ilk olarak Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu ve soyunda ortaya çıkarak daha sonraları bir soy ve kabile adına dönüşmüş ve en sonunda belli bir misyon etrafında birleşen bir milletin adı haline gelmiştir. Tufan sonrası Nuh ve oğullarının ilk yerleşim bölgesinin Mezopotamya, Güney Anadolu, Doğu Anadolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Türk kimliğinin isim atası olan Türk’ün de ilk yerleşim yeri Anadolu olur. Arkeolojik bulgulardan ve genografi araştırmalarından (Okumak için lütfen tıklayın: Avrupalı – Kızılderili – Hintlilerin Kökeni Ön Türkler) bunlardan bir kısmı Orta Asya’ya göç ederek Orta Asya’da yaşayan Türk ve Çin toplumlarının da atalarını oluşturmuş, bazıları oradan daha sonra Türk göçleri sırasında Anadolu’ya yani vatanlarına geri dönmüşlerdir. Türk göçleri ayrı bir yazımızda anlatılmıştır. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Bülent Pakman. Ağustos 2015. Yeniden düzenlenme Ekim 2015, eklemeler Ağustos 2018 ve Mart 2010.  İzin alınmadan, aktif link verilmeden yayımlamaz, alıntı yapılamaz.

Türklerin başlangıcı_Proto Türkler _ Eski Türklere ait herşey aşağıdaki ve bağlı yazılarımızda açıklanmaktadır. Okumak için lütfen tıklayın:

IMG_1345Bülent Pakman kimdir?

1 Responses to Ön Türkler

  1. Geri bildirim: Etrüskler Türk müydü? | Pakman World

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.