Cengiz İmparatorluğu’nun Türk Tarihindeki yeri

Cengiz İmparatorluğunun doğuşu – 1206

924’ü izleyen yıllarda Kırgızlar doğudan gelen Kitan ya da Kitay olarak anılan kavimlerin baskısı altında Orhun bölgesini boşalttılar. Bu “kutsal” bölgede Türk kökenli halkların egemenliği artık bitmiş ve Orhun-Türk kültürü sona ermişti. Bozkır bölgesinin iklim, strateji ve moral olarak bu en önemli bölgesinin denetimi el değiştirince, bu kültür çerçevesi içindeki halkların liderlik noktası da değişmişti. Bu liderlik yaklaşık iki buçuk yüzyıl kadar süren bir karmaşadan sonra Moğol kökenli bir örgütçüye Cengiz’e kısmet oldu. Cengiz İmparatorluğu, böylece daha önce yaşanmış iki öncül örneği olan Hun ve Gök-Türk devletleri gibi Orhun-Selenga-Kerulen-Onon bölgelerinde doğdu.

Cengiz Han’ın kabileler konfederasyonunu askeri ve siyasi örgütlemede, daha sonra da bu bozkır gücünü kullanmadaki taktik ve stratejik başarısı Moğolların hızlı ve kesin başarılarının en önde gelen nedeni olarak gözlemlenmektedir.  Moğolları başka bozkırlı göçebelerden ayıran temel faktörün Cengiz Han’ın liderliği olduğunu söylemek mümkündür. Onun geliştirdiği askeri taktiklere ek olarak, siyasi sezgi yetenekleri bozkır kavimleri nazarında onu liderliğe taşımıştır. Cengiz Han da steplerin ve taygaların vahşi göçebelerini birleştirmede büyük zorluklarla karşılaşmış ve çetin savaşlar vermişti. Onu eşsiz kılan yönleri, cezalandırma ve affetme kararlarını nihai amaçlarına hizmet edecek yönde almasında, müttefiklerini seçmesinde ve başıboş, amaçsız savaşçı kişileri ve boyları kendisine çekmesindeki yeteneklerinde gizlidir.

Cengiz’in Çin seferi

Bu gücü bir araya getirdikten sonra, onu binyıllardır doğal hedef durumundaki Çin üzerine sevk etmek de zor olmadı. Cengiz’in Çin’e ilişkin stratejisi önceki dönemdeki Orta Asya imparatorluklarının deneyimlerinden dersler çıkardığını göstermektedir. Cengiz Han’ın Çin politikasındaki en büyük farklılık Çin’in büyük gücünü kesin darbelerle sindirmenin ötesinde, köleleştirmesinde yatmaktadır. Artık Çin, önceki asırlardaki gibi entrika çeviren bir merkez değil, Moğolların savaş amaçlarına hizmet eden bir üretim ve kölelik merkezi yapılmıştır. Bu başarıyı Moğolların selefi bozkırlıların hiçbirisi sağlayamamıştı.

Sonuçta Çin’in baskı altına alınması böylesine etkili biçimde gerçekleşmiştir, Çinliler daha önceki dönemlerde Hunlara, Gök-Türklere ve Uygurlara oynadıkları oyunları Cengiz’in devletine karşı uygulama fırsatı bile bulamamışlardır. Cengiz, Çinlilerin amaçlarına hizmet edebilecek yerel aktörlerin üstünde öylesi bir kabileler üstü otorite kurmuştu ki, Moğollara karşı kışkırtılacak güçlü aktör de zaten kalmamıştı.

Cengiz’in Türkler üzerine seferi

Cengiz’in batı seferi ise çok daha geniş başarıları getirecek koşullarda başlamıştır. Selçuklu devleti Türk kabile feodalizmi görüntüsünü sürdürmüştür. Gök-Türk, Uygur, Türgiş, Karahanlı gibi kağanlıklardaki bu yapı Selçuklularda da zafiyet unsuru olmaya devam etmiş, Horasan-İran-Irak-Anadolu-Suriye Selçuklu prenslerince taksim olunmuştur. Harzemşahlar ise Selçuklulara göre çok daha zayıf bir devlet durumundaydılar.  Cengiz Han ile yapacakları büyük savaşlara ramak kala tüm ülkelerinde yüzeysel bir egemenliği henüz kurabilmişlerdi. Bu yapıda çok zorlu bir bozkır istilasına karşı çetin bir direniş gösterebilecek dinamikler yoktu. Hal böyle iken Otrar’da Moğol kervanlarının yok edilmesi ve daha sonra da Cengiz’in elçilerinin de öldürülmeleri Moğol saldırısını bir intikama dönüştürdü. Moğol zaferinin en önemli nedeni Harzemşah ordularının yönetimindeki lojistik, stratejik ve taktik hatalardır. Sultan Muhammet Tekiş’in Cengiz’in oğlu Cuci idaresindeki öncü kuvvetlerle ilk çarpışmada dahi gözü yılmış ve onlarla meydan savaşından kaçınmak gerektiği fikrine kapılmıştı. Moğolların en az iki katı olduğu sanılan 400 bin kişilik ordusunu kentlere dağıtarak bir savunma savaşı yapmaya karar verdi. Cengiz’in birleştirdiği Moğolların ve öteki Bozkır kavimlerinin gücünden ve amaçlarından habersizdi.  Kıpçak bölgesinden gelen yağmacı akınlar her zaman olmuştu. Sultan Moğolları da böyle bir akın sanıyordu.

Moğolların başkalaşımı ve onların büyük kısmının nasıl ve neden Müslüman oldukları sorusunun yanıtı Orta Asya’nın bugününü anlamak için özellikle önem taşır. Cengiz’in 1227’de ölümünden sonra kurduğu büyük devlet, Altın Orda, Çağatay Hanlığı, İlhanlılar ve Kubilay Hanlığı olarak bilinen dört ana parçanın birleşmiş yapısı olarak bir süre varlığını sürdürdü.  Bunlardan Kubilay’ın devleti dışında diğer üçü, elli ila 70 yıl içinde birer İslam devleti haline geldiler.

Türkleri  dini inanışlarının Moğol istilasından olumsuz etkilenmeme nedenleri

  1. Cengiz Han devrinde Moğollar Müslümanlara yabancı değillerdi. Cengiz’in ilk Kağanlık dönemlerinden itibaren Müslüman tüccarlar Moğol ülkesine gelmekteydiler. Cengiz Han, Kaşgar-Doğu Türkistan bölgesi Müslümanlarına zulmeden Güçlük’ü ortadan kaldırmış, Müslümanlar için “gerçek bir kurtarıcı” olmuştu. Karahanlı kökenli çok sayıda danışmanı vardı.

  2. Müslüman olsun ya da olmasın Türkler, Cengiz Han’ın devletinin en erken dönemlerinden beri bu yapı içindeydiler. Kerayitler, Uygurlar, Kırgızlar, Karluklar ve Karahanlılar bu yapıya dahil olmuşlardı. Müslüman olmayan Türk kökenlilerle olan yakınlık ve güven, Müslüman Türk kökenlilerin de Moğol devleti içinde olağan karşılanması sonucunu verdi.

  3. Harzemşah sultanının Cengiz’in elçilerine karşı namert tutumu, ona karşı girişilecek bütün eylemleri meşrulaştırmıştı. Moğolların yaptığı sadece bir ceza eylemi değil, aynı zamanda yozlaşmış düzen ve halka yönelik temizlikti. Doğu-İslam uygarlığının bir süreliğine ortadan kalkması bu terörün sonucuydu.

  4. Cengiz Han psikolojik savaşı iyi uygulayan bir taktisyen olarak öne çıkmıştı. Terör ve katliamı ülkelerin kolay ele geçirilmesinin bir aracı olarak psikolojik savaş yöntemi olarak kullanıyordu. Moğollar direniş göstermeyen ve egemenliklerini tanıyan kent, köy, kabile ve uluslara terör uygulamadılar. Ama direnenleri de feci biçimde ortadan kaldırdılar. Bu dönemin tarım uygarlıkları dönemi olduğu ve halkın % 80-90 arasının köy ve kırsalda yaşadığı göz önüne alınırsa Moğollara direnişin olanaksızlığını gören kırsal bölgelerin hemen teslim oldukları görülüyor. Cengiz’in katliamları surlara güvenerek ve Moğolları gelip geçici çapulcu sürüleri zannederek direnişi yeğleyen kentleri etkilemiştir. Bu halde bile Türkistan–Maveraünnehir-Horasan nüfusunun en çok % 10-15’lik kesimi katliam ve terörle karşılaşmış, onların da hepsi yok edilmeyip bir kısmı köleleştirilmiş, bir kısmı ise kaçmayı başarmıştı. Harzemşah devleti sınırları içerisindeki tebaanın büyük bölümünün hayatta kalmayı sürdürdükleri ve Moğol egemenliği altında yaşamayı benimsedikleri görülüyor. 1222-23 yıllarına ait gözlemler, en zorlu yıkım ve katliamları yaşayan Semerkant ve Buhara’da bile yaşamın iki üç yılda normale döndüğünü göstermektedir. Moğollar, sahip oldukları nüfus, din ve kültür yapılarıyla bu kadim uygarlık merkezlerini kendileri gibi göçebe-barbar yapabilecek durumda değillerdi. Onlar kendileri istilacı egemenler oldukları halde yönettikleri halkların etkisiyle asimile olacaklardı.

  5. Cengiz Han 1219-1222 savaşları sonucunda büyük zaferlerle, Orta ve Batı İran dışında Harzem topraklarının tamamını ele geçirmişti. Fakat bu iş sanıldığı kadar kolay olmamıştı. Semerkant ve Buhara fazla direniş göstermeden teslim oldular, ama Timur Melik’in savunduğu Hoçent ya da Harzem başkenti Gürgenç’in direnişi aylarca sürdü ve Moğollara büyük kayba mal oldu. Moğollara karşı ayaklanan kentlerde de önemli kayıplarla karşılaşıldı. Bu ayaklanmaların en sert biçimde bastırılması Moğol kayıplarını geri getirmiyordu. Gerek son Harzem hükümdarı Celaleddin Mengüberti ile 1221 boyunca gerekse 1220-23 Kafkasya–Kıpçak-Rusya seferindeki savaşlarda, kazanılan zaferlere rağmen Moğol kayıpları da fazlasıyla gerçekleşti. Toplam kayıplara bir göz atıldığında Cengiz’in batı seferinin başında sahip olduğu 200 000 çerinin yarısına yakınını kaybettiğine hükmolunabilir. Bu şartlar altında zaten nüfusu az olan Moğolistan bu kayıpları telafi edemezdi. Yerel kuvvetlerden yararlanmak zaruri idi. Cengiz, özellikle 1222’de savaşların sona ermesinden sonra Türkistan Müslümanları ve Türk kökenli kabileleri devlete daha sıkı bağlayarak bu sorunu aşmayı seçti. Bu çerçevede, Türkmen kabileleri, Kıpçak boyları, Afganistan ve Horasan’daki yerel güçler Moğol hakimiyetini benimsediler. Moğol devletinin asker ve bürokrasi yönünden takviyesi, çok daha fazla sayıdaki Türk ve İslam unsurunun devlete alınması sonucunu verecekti.

  6. Hülagü’nün Batı seferinde Moğollar sürekli olarak halkı Müslüman olan bölgeleri ele geçiriyorlar ve onlarla iç içe geçiyorlardı. Moğolların savaştıkları unsurların hemen hepsi de yine Müslüman devletleriydi. Bu mücadelede kazanılan başarılara rağmen, Anadolu ve Suriye’de zaman zaman acı yenilgilerle de karşılaşıldı ve bu da Moğol askeri erimesini hızlandırdı. Artan oranda Türk, Oğuz unsuru devlet bünyesine ve ordulara girdi. Moğolların ele geçirdikleri pek çok bölgede de yine Türklerin idaresi vardı. Anadolu, Musul, Azerbaycan, Orta ve Güney İran ile Horasan’ın durumu böyleydi. Dolayısıyla ezici çoğunluğu Türk ve Müslüman olan bir nüfusa egemen bir avuç Moğol askeri aristokrasisinin dönüşümü kaçınılmazdı. Ayrıca İlhanlı içindeki taht mücadelelerinde geniş kitlelerin desteğini almanın yolu İslam dinine girmekten geçiyordu. Böyle bir durumda geniş destek elde edildiği gibi, lüzumsuz isyan hareketlerinin de önü alınarak ülkelerin ve tebaanın yönetimi çok daha kolay hale geliyordu.

  7. Kuzeydeki Altın Orda Devleti’nde durum biraz daha karışıktı. Buralarda çoğunluk Kıpçak kökenli Türklerden oluşuyordu. Kıpçakların Moğollardan önceki durumu, Cengiz’den önce Moğolistan’ın durumunu andırıyordu. Çok sayıda bağımsız kabile, hem birbiriyle hem de komşularla savaşıyor, geçimlerini yağmacılık ve paralı askerlik yaparak sağlıyorlardı. Moğollar 1223’de Kalka Savaşında onları ve müttefikleri Kiev-Rus prenslerini yendiler. Bu tarihten sonra Kıpçakları birleştiren yöneticiler Moğollar oldu. Cengiz ve ardılları Moğol kabilelerini bir düzene soktukları gibi, pek çok başka Türk kökenli halk gibi dağınık Kıpçak boylarını da yasa içine aldılar. Böylece Kıpçakların üç asırdır kuramadıkları devleti, sanki onlar için Moğollar kurmuş oldu. Kısa sürede de çoğunluktaki Kıpçaklar Moğolları kendilerine benzettiler. Düşman ve Hıristiyan olan Rusların dinine ne Moğolların ne de Kıpçakların girmesi beklenemezdi. Altın Orda’nın hanlarından Berke İslam’a girdi. Özbek Han devrinde ise devlet tamamen İslamlaştı. İlhanlıdan farklı olarak, Altın Orda’daki Moğolların İslam’ı tercihlerinde, iç iktidar çekişmelerinde avantaj sağlamak ve tebaayı çok daha rahat yönetmek düşüncesi değil, Ruslarla olan mücadele etkili olmuştu.

  1. Türkistan ve Maveraünnehir de İslam’ın ilk dönemlerinden beri çok önemli dini merkezler olmuşlardı. Buradaki Çağatay soyunun İslamlaşmasında da, İlhanlılardaki gibi iç mücadelede avantaj sağlamak ve halkı rahat yönetmek, dinden gelen doğal bir meşruiyet kazanmak düşünceleri etkili olmuştur.

  2. İslam’ın bir kültürel altyapı olarak mevcut olmadığı Çin’de bir süreliğine, tıpkı asırlar öncesinin Tabgaç ve Kitay halkları gibi, Moğollar da Çinlilerce özümlenen bir hanedan oldular, ama Kubilay’dan sonra bir asır bile geçmeden 1360’larda Çin’den kovularak Moğolistan’a çekilmek durumunda kaldılar. İslam’ın yerleşik bir kültür olarak mevcut olmadığı Moğolistan’da da varlıklarını günümüze kadar sürdürmeyi başardılar.

Cengiz İmparatorluğunun Emir Timur’a etkisi

İran’da İlhanlı devleti 1330’larda parçalanmıştı. Altın Orda’da da işler iyi gitmiyordu ve bu devlet de yıkılma yolundaydı. Böylesi bir ortamda Maveraünnehir bölgesinde 1370’lerden itibaren güçlü bir lider olarak yükselen Timur, Çağatay devletini genişletme ve Cengiz imparatorluğunu yeniden kurma hedefindeydi. Kendisi “kağan” ya da “han” unvanlarını hiç kullanmamış, kuklası olmakla birlikte bu unvanı Cengiz soyundan birisine tevdi ederek onu tahtta tutmuş ve kendisi “Emir” unvanı ile yetinmiştir.  Halen, bugün bile Türkistan’da bu adla bilinir: Emir Timur.

Timur’un, Cengiz’in imparatorluğunu yeniden kurma ihtiyacı duyması tabii idi. Hem buna gereksinim vardı, hem de Timur gibi büyük bir taktik ve strateji dehası için doldurulması gereken geniş bir boşluk oluşmuştu. Kendi yükselişi ile çevredeki parçalanmanın ve güç boşluğunun giderilmesi arasında mutlak bir bağlantı vardı.

Timur’un istediği, Çağatay merkezli bir büyük hanlık tesis etmek, ele geçirilecek bölgelere kendi ailesini yerleştirmek ve daha ötelerdekilerin de en büyük İslam ve Asya hükümdarı olarak kendisine bağlılıklarını bildirmelerini sağlamaktı.  Bu bağlılık, İlhanlıların, Çağatayların, Altın Orda’nın Kubilay’a olan bağlılığı gibi biçimsel de kalsa Timur buna razı idi. Bu amaçlarının hepsini gerçekleştirdi. 1405’de İslam Dünyası ve Asya’nın en güçlü hükümdarı olarak Çin seferine çıktığında, bu büyük ülkeden 40 yıl önce kovulan Cengiz sülalesinin öcünü almak ve bu zengin ülkeyi fethederek İslamlaştırmak istiyordu. O an itibarıyla 750 yılındaki Talas Muharebesi’nden beri yaklaşık 750 yıldır bir İslam ordusu Çinlilerle bir çatışmaya böylesine yakınlaşmamıştı.  Lakin Timur’un ömrü Çin’e girmeye yetmedi ve Otrar’da vefat etti. 1500’lü yılların hemen başında Maveraünnehir’i ele geçiren “Özbek” kökenli boylar Timuroğullarını sonra erdirdiler.

Orta Asya Bozkır İmparatorluklarının günümüzdeki tarih tasarımına etkileri

Günümüzde bağımsız Orta Asya devletlerinin hiçbirisi anılan üç büyük bozkır imparatorluğunun kendi ulusal ve kültürel oluşumlarındaki  belirleyici etkisini yadsımıyorlar. Cengiz Han’ın istilalarının zulmü bile, Orta Asya’dan ziyade bölge dışı Arap–İran-Hint kökenli İslam tarihi algılamalarında derin iz bırakmıştır.  Kazakların ve Özbeklerin Altın Orda vasıtasıyla Kıpçaklarla bütünleşen tarihsel kimliği, Kırgızların, önce Gök-Türk ve Uygurlarla, daha sonra da Moğol ve onların ardılı Kalmuk-Cungar halklarıyla olan mücadelelerinin getirdiği Manas merkezli ulusal tarih oluşumu ve Azerbaycan-Türkmenistan ikilisinin, Türkiye ile çok yakınlaşan Oğuz merkezli tarih algılaması. Tüm bu örnekler tarihsel sürekliliğe vurgu yapmaktadır.

Ortak tarih bilinci, tasarımı ve algılamasında karşılaşılabilecek güçlükler ve hal çareleri

  1. Bozkır İmparatorluklarının birleştirici etkisi tüm soydaş halklar için bir avantaj ise de, bazı durumlarda sorun oluşturan tarihsel dilimler de vardır. Gök Türk Kağanlığı’nın ortaya koyduğu Türk adı günümüzde Oğuz merkezli Türkiye, Azerbaycan, İran, Türkmenistan Türklüğü için ortak tarih tasarımının temelini oluşturmaktadır. Lakin Kırgız-Gök Türk ilişkileri, Orhon Kitabelerinde de görüldüğü üzere, bir ayaklanma-savaş-bastırma tarihidir. Kırgızların Gök Türklere ilişkin tarih algılaması sorunludur. Kazak tarih algılaması ise, Kıpçak ve Altın Orda merkezli olarak biçimlenmektedir, bu ise Gök-Türk sonrası döneme aittir. Bunu gerilere çekebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Elde yeterli belge ve araştırma olmadan Türk tarihinin bile Hunlardan öteye, mesela İskitlere-Sakalara çekilebilmesinin ne denli zorluklar taşıdığı ortadadır.

  2. Geniş perspektiften bakıldığında Orta Asya toplumlarının yerleşik tarihinin tasarlanmasında en avantajlı örnek Özbeklerde oluşmaktadır. Karahanlılardan itibaren, Selçuklular, Harzemşahlar, Çağataylılar, Timur ve Şeybaniler gibi halef-selef ilişkisi net olan bir silsileden bahsetmek olanaklıdır. Bu durum Türkiye’nin tarih tasarımına benzemektedir: Selçuklu-Osmanlı-Türkiye sürekliliği, aynı coğrafyada bin yıllık bir yaşanmışlık ve soydaş-ardışıklık!

  3. İran-Fars kültürü çoğu kez bilinmeyen durumların sürpriz etkisi biçiminde Türk tarih tasarımını etkilemektedir: Edebiyatta ve resmi dilde Farsça egemenliği ve Orta Asya’nın yerleşik bölgelerinde iki dillilik olgusu ile bunun toplumca da benimsenmesi. Özellikle Ali Şir Nevai’nin şahsında Farsça-Türkçe ikilemi bu durumun kanıtıdır. Özbek-Tacik birlikteliğine karşın, hiç de öylesi bir talep olmadığı halde Stalin’in 1929’da Tacikistan’ı “uydurması”, Sovyet yönetiminin Orta Asya’yı anlamada ne denli hoyrat kaldığını ve halkları ayrıştırmayı nasıl bir politika haline getirdiğini göstermektedir. Günümüzde Tacikistan uluslaşmada problemler yaşamakta, bin yıl öncesinden yerel Fars hanedanı Samanoğullarını ulusal bir tarihin temeli yapmaya uğraşmaktadır.

  4. Ortak kültür ismi olarak Türk sözünün kullanımına itirazlar olabilmektedir. Bu sözcüğün alternatifi olabilecek bir kavram geliştirilmemiştir. Yine de en azından böylesi bir ortak payda sıfatının gerekliliğinin Slav örneğinden hareketle gösterilmesi Türkiye akademisyenlerinin girişimiyle olabilecekken, bu sözcüğün aranıp bulunması işinin Orta Asyalı soydaş çevrelere bırakılması daha yerinde olacaktır.

  5. Rusya ve Rusça faktörü Orta Asya araştırmalarında, yukarıda da değinildiği gibi, Osmanlılar ve Türkiye ile bu devlet arasında asırlarca süren ideolojik, kültürel, tarihsel rekabetten ötürü, çok ihmal edilmiştir. Tüm Doğu Avrupa ve Kuzey Asya’nın Türk ve Slav kökenli halkların tarihinin ortak arenası ve ortak vatan olduğu gerçeği, çekinilmeden kabul edilmelidir. Rusların aradığı gerçek işbirliğinin ciddi sorunlar sürmekteyken gerçekleşmesinin beklenemeyeceği de bu yolla iyi niyetli biçimde gösterilebilir. Akademik anlamda ise Rusya’yı ve Rus Türkolojisini anlamak için her türlü çaba zaten sarf edilmelidir. Bu noktada Barthold, Radlof, Vladimirtsov, Gümilov, Cikia gibi büyük Türkologların ve Tarihçilerin önemi vurgulanmalı, bunlar ve benzeri kişiler adına salonlar, günler ve anma etkinlikleri düzenlenmelidir.

  6. Orta Asya tarihinin objektif tasarımı Türklüğün geçmişindeki başarıların perdelenmesi sonucunu vermez, ama başarısızlıkların ve nedenlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayarak ortak tarih tasarımının bir ihtiyaç haline geldiği günümüzde siyasal bilinç oluşumuna hizmet edebilir. Başka bir deyişle bağımsız bir bilimsel disiplin olarak Türkoloji’nin gelişimi, Türklük bilincine da büyük katkı sağlar, birbirlerinden farklı bu iki ekolden ilkinin esas amacı bu olmasa bile.

Orta Asya’da Tarihin Güncel Politikalara Etkisi Doç. Dr. Mehmet HASGÜLER Lefke Avrupa Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Bülent Uludağ Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi. 21. Yüzyılda Türk Dünyası Uluslararası Sempozyumu 02 – 05 Aralık 2010 / Lefke – K.K.T.C. Bildiriler Kitabı EkoAvrasya Yayın No: 2011/1 yazısından derlenmiştir. Bülent Pakman. Şubat 2020. Aktif link verilmeden alıntılanamaz.

22072010407Bülent Pakman Kimdir?