Şamanın izinde

Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünde Şamanlık üzerine doktora tezi hazırlayan Timur Davletov ile Gaia Dergi’den Burak Avşar ve Sasun Bazarian Şamanlık ve Kam kültürü üzerine röportaj gerçekleştirdiler.

Burak Avşar: Öncelikle sizi tanıyalım. Ne yapmaktasınız, neyle uğraşmaktasınız?

Timur Davletov: Ben Timur B. Davletov. Hakas Türkü’yüm. Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji alanında Şamanlık üzerine doktora tezi hazırlıyorum. Zaman zaman Şamanlık ve Kam kültürü üzerine konferanslar da veriyorum.

Biliyorsunuz dünyada yaşayan Türk halklarının en eski yurtları Güney Sibirya’da bulunur. Orası aynı zamanda İç Asya olarak da geçiyor. Sayan ve Altay dağlarının etrafında ve eteklerinde eski zamanlardan beri Türk halklarından olan Hakaslar yaşıyor. Günümüzde de bir din olarak atalarının inançlarını ve kültürlerini devam ettiriyorlar. Devam ettiriyorlar derken şunu da ekleyebilirim; anket araştırmaları yapılıyor ve sonuçlara göre Hakasların yüzde 30’u mensup oldukları din olarak Şamanlık’ı gösteriyor ya da Türkçesi Kamlık. Kam-Kamanlık-Şamanlık bunlar aynı şeyler.

Sasun Bazarian: Bize Şamanlık hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Timur Davletov: Hakas halkının yaşadığı Hakas Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu içinde Sibirya’da bulunuyor; başkenti de Abakan. “Şamanlık nedir” diye genel bir soru sorulacak olursa; Şamanlık genel bir inanç sistemidir ama bu inanç, kültürün içinde yer alır. Niçin din diyoruz? İnanç kimliğini tanımlarken Hakaslar’ın bir kısmı Hristiyanlığı, bir kısmı Ateizmi, çok düşük bir kısmı ise Budizmi, İslamı ve Museviliği kullanıyor fakat Hakaslar’ın içinde Hristiyanlardan sonra ikinci en kalabalık inançsal grup Şamanlık. Dolayısıyla kişiler kendi inançsal kimliğini tanımlarken Şamalığı; İslam, Hristiyanlık ve diğer dinler kadar bir din olarak referans veriyor. Sovyetler’de çok tanınmış bir Arkeolog olan Okladnikov’a göre, Ural ve Altay Dağları arasındaki coğrafyada ilk Kamlar, yani Şamanlar M.Ö. 7000 yıllarında çıkmıştır. Hakas topraklarında M.Ö. 1200-1300 yıllarına ait bir Şaman tasvirinde Şaman donanımı ve Tüür adı verilen Şaman davuluna rastlanır. Şimdi Türkçe’de böyle bir kavram yok ama Türk dillerinden Rusça’ya geçen bir kavram var: Kamlama. Kamlama demek Şaman ayini demek. Ayini ters anlayan insanlar var, ibadet de diyebilirsiniz, ikisi de aynı şey. Bu ikisinin Türkçe karşılığı tapınmak. Uzmanların adı Kam; ama Kam dini, Şaman dini o uzmanlarla sınırlı değil. Nasıl ki Hristiyanlık papazlarla sınırlı değilse, nasıl ki İslamiyet imamlarla sınırlı değilse, Şamanlık da Şamanlar ile sınırlı değil. Şamanlık çok geniş bir kavram ama dinin özel bir adı yok; çünkü doğal bir duruş. Benim bildiğim kadarıyla eski Yunanlılar’ın da mensup olduğu çok tanrılı dinin adı yok. Peki, Şamanlık’ın neden adı yok? Çünkü misyoner değil, tebligatçı değil. Tebligatçı olmamasının altında yatan sebep kendini haklı görmemesi, “Hep ben haklıyım, hep ben üstünüm, tek geçerli benim, tek hak dini benim” diyerek kendini tanımlamaması. Hiç kimseyi doğru yola, kurtuluşa falan çağırmıyor.

Şamanizm

“Hakas topraklarında M.Ö. 1200-1300 yıllarına ait bir Şaman tasvirinde Şaman donanımı ve Tüür adı verilen Şaman davuluna rastlanır.” (Kaynak: National Geographic)

S.B.: Bu zaten sadece semavi dinlerin temelinde olan bir kavram, misyonerlik kavramı.

T.D.: Tabii misyonerlik Ortadoğu dinlerinde var ama Şamanlık’ta yok. Zaten eski Yunanlılar’da da misyonerlik yok, eski Latin Paganizminde de yok; dinlerine isim verme ihtiyacını duymamışlar. Şamanlık’a dair ilk araştırmalar batılılar tarafından Samiler üzerinden başlıyor. 16. yüzyılda İskandinavya’nın en kuzeyinde fenotip olarak Asyalı olan Sami halkları var, Laponlar diye geçiyorlar. Daha sonra araştırmalar derinleşiyor, Sibirya’ya doğru ilerliyor. O zamandan itibaren, yaklaşık 17. yüzyıldan, dünya bilim literatüründe Şamanlık kavramı kullanılıyor. Rusya’dan çıkan bu kavramın esas kaynağı Tunguz-Mançu dili. O dilde ‘saman’ olarak telaffuz ediliyor. Bazı araştırmacılar kelimenin Türkçe olduğunu söylüyorlar; çünkü Tunguz-Mançu halkları Türk halklarından uzak değil, bizim şu anda algıladığımızın aksine, onlar da Altay halklarındandır.

B. A.: Altay halkları hangileri tam olarak? 

T.D.: Altay halklarının içinde Türk halkları var; Moğollar var, Tunguz-Mançular var, Koreliler var, Japonlar var. Bunlar Altay kolu, Altay dilleri ya da Altay halkları olarak geçiyorlar. Öbür taraftan bir de Ural halkları var; Ural halklarının içinde Fin-Ugor halkları var. Bu yüzden genelde Ural-Altay halkları kavramı kullanılıyor.

B. A.: Şamanlık ilk ne zaman ortaya çıkmış? 

T.D.: Okladnikov’un da dediği gibi M.Ö. 7000 yıllarında bu uzmanlık çıkıyor; ama batılı bakış açısına sahip çok tanınmış bir Şamanlık araştırmacısı olan Mircea Eliade Şamanlık’ı  bir din olarak görmüyor, yaşam şekli olarak da görmüyor, onu bir trans tekniği olarak görüyor, ekstaz, vecd haline gelme tekniği olarak görüyor. Tabii bu çok dar bir kullanım şekli; çünkü Mircea Eliade hiçbir zaman Sibirya’ya gitmemiş, Sibirya’daki Şamanlar ile görüşmemiş, onları izlememiş ama konuya ilgi duymuş ve bu konuda dinle karışık olarak büyük mesai harcamış. O yüzden onun araştırmaları da önemli ve ona göre Şamanlık, Paleolitik dönemden itibaren görülmekte. Zaten birçok araştırmacıya göre, mesela çok tanınmış Sovyet araştırmacılarından Tokarev var, ona göre de Şamanlık dünyanın gelmiş geçmiş en eski inanç, din biçimlerinden birisidir. Bazılarına göre Kamlık 300 bin yıldan beridir var. Homo saphiensle beraber çıkmış bir kavram ama kesin olan şey, milattan öncesinden beri var olduğu.

Alaska Şamanları

Alaska Şamanları

S.B.: Şamanlık’ın belirgin kavram ve inançları nelerdir?

T.D.: Şamanlık’ta evren üç katmandan oluşuyor. En üsttekine ‘Kök Tengri’ diyorlar, mavi ya da gök manasına gelen bir sözcük ‘kök’. En altta, Toprak Ana olarak bildiğimiz Yağız Yer bulunuyor ve 8. yüzyıl Türk yazıtlarında da bu kavrama rastlamak mümkün. Bu iki katmanın arasında insan yaşıyor. Günümüz Şamanlık’ında bu böyledir, üç katman vardır. Bir de Umay Tanrıça vardır. Eski türk yazıtlarında da rastlayabileceğimiz Umay Tanrıça, günümüzde Sibirya’daki Türk halkları ve Moğol halklarında yaşatılan bir kavramdır. Yani o zamandan günümüze yansıyan kültürel bir süreklilik var. Umay kelimesinin etimolojisini, birçok araştırmacı Türk diline bağlıyor. Onun dışında bazı araştırmacılar, “Eski Türk yazıtlarında Kam sözcüğü yok” diyorlar. Bunun bir kavram olarak geçmemesinde sorun yok; çünkü eski Türk yazıtlarında Kök Tengri, Yağız Yer ya da Türk yeri, Umay ve bir de yol tanrısı manasındaki ‘Yol Tengrisi’ yer alıyor. Bir de Erklig Han olarak geçen Erlik Han var. Bu görüşler, tanınmış Türkolog ve tarihçilerden Sergey Klyaştornıy’a ait ve ona göre eski Türk yazıtlarında kullanılan alfabe Türkler’in kendi üretimi, yani başka yerlerden gelmiş değil. Klyaştornıy’dan önce ilk defa bu görüşü dile getiren Çarlık Rusyası 19. yüzyıl Türkologlarından Aristov da var. En önemlisi ise eski Türkler’de kaanı tahta çıkartan kişi Kamlardı. Bazılarına göre de Umay Tanrıça, kadınları koruyan bir melek. Şamanlık’ta melek kavramı yok, cennet cehennem kavramı da yok. Bunu gösteren en büyük kanıt da İskitler ve Hunlar gibi eski Türk ve Avrasya göçebelerinin silahla gömülmüş olmaları; çünkü cennet beklentileri olsaydı, silahla gömülmezlerdi. Aynı zamanda eşyalarını da yanlarında götürüyorlar, oysa cennete gideceğini düşünen bir insanın orada bir şeye ihtiyaç duyacağını düşünmesi beklenmez. Atını dahi karşı tarafa götürüyorsa, öbür tarafta bir beklentileri yok. Cennet cehennem kavramlarının yerine başka anlamlara gelen kavramlar kullanılmış. İki tane sözcük var, uçmak (uçmag) ve tamu (tamag, tamağ); bu sözcükler Soğdca dilinden geliyor. Oğuzlar Anadolu’ya geçtiklerinde güneybatıya ilerlerken Araplar’dan cennet ve cehennem kavramlarını alıyorlar; ama normalde Şamanlık’taki cennet ve cehennem burada bilindiği gibi değil, aynı anlamı karşılamıyor. Hala daha güney Sibirya’da cennet ve cehennem manasına gelmiyor bu kavramlar. Böyle olduğu için de zamanında, 19. yüzyılda Hristiyan misyonerleri bölgeye geldiğinde sıkıntıyla karşılaşmış. Misyonerler anlatıyorlar; Allah’ın birliği, günah, sevap… Bunların hiçbiri Şamanlık’ta yok. Bunlar olmadığı için de yerli Türk halkı anlamakta zorluk çekiyor. Dolayısıyla misyonerlik gayretleri ve doğru yola çekme çabaları boşa çıkıyor. Allah’ın birliği gibi bir inanç olmadığı için Şamanlar misyonerlerden etkilenmemişler.

B. A.: Şamanlık’ın en belirgin özelliği nedir? 

T.D.: Şamanlık’ın ya da Kam inancının en büyük özelliği şu; misyoner olmaması, tebligatçı olmaması ama diğer inanç kültürlerinden en büyük farkı şu ki, herkesi kabul ediyor Şamanlık; imanlıları da kabul ediyor, imansızları da kabul ediyor, yani bütün bunları eşit, geçerli ve var olması gereken şeyler olarak kabul ediyor. Hiçbir şekilde kendini üstün görmek yok, mütevazi bir inanç sistemi. “Bir tek ben geçerliyim, başkaları saptırılmış, yanlış, onlar düzeltilmesi gerek, doğru yola çağrılması gerekenler, çekilmesi gerekenler” görüşünde değil. Bunu da şu mantıkla yürütüyor; iyilik ve kötülük, bunların hepsi mecburi olarak var olmalı; ama başka kültür şunu diyebiliyor: “Biz iyiliği temsil ediyoruz, biz kötülüğe karşı savaşacağız, kötülüğü yeneceğiz ve her tarafta iyilik olacak.” Bu özünde tezat bir söylem; çünkü hiçbir zaman kötülük yok olamaz. Bu Şamanlar’da şöyle açıklanıyor; nasıl ki yaşam, yaşamak hep nefes almakla olmuyorsa, yani yaşayabilmek için, hayatın akması için aldığın nefesi zaman zaman vermek de lazım. Yani nereye kadar nefes alacaksın; o nefesi vermek de lazım. Dolayısıyla böyle bir bütünlük var. İylik ve kötülük; üst dünya, alt dünya ve orta dünya arasında hiyerarşi yok Şamanlık’ta. Bazıları şöyle algılayor; “Haa! Üst dünyaysa demek ki, hiyerarşi olarak en üste o, ondan sonra insan dünyası, ondan sonra alt dünya var. Onlar kötü olduğu için alt dünyadadır” gibi bir algılama var ama öyle değil. Onların arasında hiçbir şekilde hiyerarşi yok, belki de paralel olabilirler.

S.B.: Şamanlık’ın bir kutsal kitabı var mı? 

T.D.: Kam inancının, Şamanlık’ın kitap çalışmaları yapılmamış. Şamanlığa mensup insanlar şunu kabul ediyorlar; söz uçucu olabilir ama yazı kalır, fakat yazı önemini yine de kaybeder, hele ki kutsal metin ise dinamikliğini kaybediyor; statik oluyor, artık bir daha değiştirmek mümkün değil. Şamanlık’ta ise gelenekler dinamizmini hiç kaybetmiyor, hep akıyor. Zaten kutsal kitabı da hayatın kendisi kabul ediyorlar. Hayatın şöyle bir özelliği var; matbaaya ihtiyaç duymuyorsunuz ya da el yazmalarına ihtiyaç duymuyorsunuz çoğaltmak için. Mesela zaman geçiyor yeni kavramlar, yeni sosyal değerler ortaya çıkıyor, siz onu görünce “Ayy bizde de onlar var, şunlar var, bunlar var” diye kendinizi arayışlara atmıyorsunuz; çünkü sizin kutsal kitabınız olan hayat zaten bunları içeriyor. Normalde bir kutsal kitap bir milyon sayfalık bile olsa hayatın bütün karmaşıklığını kucaklayamaz. Çünkü hayatta sadece uyumlu olanlar bir arada değil, uyumsuz olanlar da bir arada, yani tezatlıklar da bir arada. Bunların iki ucunun arasında çeşit çeşit kombinasyonlar bir arada olabiliyor. Bu sebeple Kamlık’ın tek kutsal kitabı var, o da hayat. Yaşadıkça dolduruluyor, ortaya çıkan her sosyal olayı içeriyor.

S.B.: Peki, Şamanlık’ta tapınak olarak nereler var? 

T.D.: Tapınak olayı da yok, tapınağın adı doğa. Biz şuna alıştık; doğayı iki tane ağaç, üç tane bitki olarak görüyoruz, dolayısıyla dünyayı da sınırlı olarak görüyoruz. Oysa ki Şaman kültüründe doğanın sınırı evrenin sınırsızlığıyla sınırlı. Dolayısıyla evrenin her noktasında sizin herhangi bir kıble arama, herhangi bir şey arama gibi bir ihtiyacınız yok. Çünkü hiçbir zaman ıskalamıyorsunuz, çünkü tapınağın içindesiniz.

Tapınak olayı da yok, tapınağın adı doğa

Tapınak olayı da yok, tapınağın adı doğa

B. A.: Dünya sizin ibadet alanınız aslında.

T.D.: Tabi tabi, evrenin her noktası öyle. Evrenin içinde herhangi özel bir nokta, herhangi özel bir bölge istisnai değildir. Bir kayıtsızlık var, yani bir doğa var; insan alemi var, bitkiler alemi var, hayvanlar alemi var ve orada bile bir ayrımcılık yok. Şamanlık’ta insanlar arasında şöyle bir ayrımcılık yapılmıyor; inanan ve inanmayan. İnananlar içinde de ayrımcılık yapmıyor; mümin, kafir, rafizi, Alevi vs. gibi. Bunların insan dünyasında var olduğunu kabul ediyor ama insan dünyasının, aleminin dışına adım attığın zaman bunlar geçersiz. Evrenle sınırlı olan doğa boyutunda güzel, çirkin, doğru, yanlış hiçbir şey geçerli değil. Bu insanı üzebiliyor, “Hani bizim haklılık payımız vardı” dedirtiyor. Hiçbir şey değişmiyor; çünkü sizin tapınağınız hiçbir şekilde yok olmuyor. Tapınağın yok olmamasını misyonerlikte kullanabilirken kullanmıyor. Siz Tanrı adına tapınak dikiyorsunuz, o bir alışveriş merkezi değil, kârın sağlandığı bir yer değil. Klasik anlamda, saf duygularla tapınağı dikiyorsunuz; cami olsun, kilise olsun, başka tapınaklar… Sonra bir gün deprem oluyor ve o tapınak yıkılıyor. İşte orada sıkıntı çıkıyor, niye sıkıntı çıkıyor? Çünkü sizin dikmiş olduğunuz tapınak, Tanrı tarafından yaratılan doğa tarafından yıkılıyor. Ama siz onu tanrı için dikiyorsunuz, ama tanrı tarafından yaratılan doğa tarafından yıkılıyor sizin tanrı için dikmiş olduğunuz tapınak. Orada bir sıkıntı var, ama Şamanlık’ta bu sıkıntı yok, çünkü bunları umursamıyor. Bütün bir evreni tapınak olarak algıladığı için evrenin bir noktasında “Burada tapınak dikeceğim” kaygısı yok. “Mars’ta dikeceğim, Ay’da dikeceğim, Afrika’da, Orta Doğu’da, bir noktada dikeceğim” kaygısı yok. Bu durumda mimari gelişmeyebilir, bu kötü bir şey olabilir; medeniyet, uygarlık vs. gelişmemiş olabilir ama bunun doğa seviyesinde hiçbir geçerliliği yok. Medeniyet tamamen insan seviyesinde, insan aleminde geçerli olan kavram. İnsan isterse bu dünyayı yok etsin, yine evren çapında hiçbir geçerliliği olmayacaktır. Bütün insanlık yok olsun yine hiçbir şey etkilenmez. Bu yönden Şamanlık biraz acımasız, o yüzden herkes kaldıramıyor, aşırı gerçekçi. O yüzden misyoner değiller zaten, çünkü ilgiyi çekebilecek, sürükleyebilecek, “Ha gayret ondan sonra ödül var” diyebilecek bir durum yok.

Sasun Bazarian: Çok daha gerçekçi, daha insan tabanlı daha ekolojik bir bakış açısı. 

Timur Davletov: Tabii tabii insan merkezli değil. Çevreci olması en büyük özelliği ama çevrecilik şöyle değil; “Hadi çocuklar birleşelim biraz çevrecilik yapalım”, her şey doğalından geliyor, herhangi bir çevrecilik çabası yok. Çevreci oluşlarını da bir propaganda olarak da kullanmıyor, sadece doğanın içinde yaşıyorlar. Ha öldürmüyor mu? Öldürüyor, kesiyor ama onu da ekosistemle bütünleşik bir şekilde yapıyor. Nasıl ki bir hayvan başka bir hayvanı öldürüyorsa, aynı şekilde öldürüyor.

S. B.: Ama hayvanları bir kâr amacına dönüştürmüyor ya da bunun endüstrisini yapmıyor.

T. D.: Kâr amacı güdüldüğü zaman şöyle bir düşünce ortaya çıkıyor, ‘büyük balık küçük balığı yer’. Halbuki küçük balık da büyük balığı yer. Büyük balık, küçük balıkların hepsini yerse kendisi ne yapacak? Mecburen o da ölmek zorunda kalacak. İşte bu döngüyü Şamanlık gözetiyor, sadece yaşıyor.

S. B.: Yaşam tarzı haline getirmiş bunu…

T. D.: Tabii. Ama bu kültürden kopan insan şu deyimi geliştirmiş: “Ot geldik ot gidiyoruz.” Bu hep doğayı küçümsemekten gelir. Oysa ki o ot, ağaç diyerek küçümsedikleri oksijen üretiyor. İnsanın hiçbir şekilde üretemediği oksijeni üretiyorlar. Ama buna rağmen şunu yapmıyor, “Ya, ben oksijen üretiyorum bak, ona göre ha!” demiyor, böyle bir yaklaşım içinde değil ama insan onu küçümseyebiliyor; “Ağaç gibi olduk, ağaç gibi gidiyoruz.” falan diyebiliyor, o da doğadan kopmaktan. Dolayısıyla Şamanlık’ın içinde doğa sevgisi yok; çünkü sevgi kavramı yok. Ama sadece yaşamak var, bu ‘yaşamak’ içinde zaten uyumlu oluyorsun sen. Mesela Şamanlık’ta şunu savunuyor; insan ölse bile ortadan kaybolmuyor, kemikleri, eti hepsi gübreye dönüşüyor. E gübre nereye gidiyor; doğanın içinde kalıyor.

Moğol Şamanları (Kaynak: The Guardian)

Moğol Şamanları (Kaynak: The Guardian)

S. B.: Belirli bir döngüsü var aslında Şamanlık’ın, doğaya bağlı bariz bir döngüsü var. Her şeyin bir döngü içerisinde olduğunu kabul ediyor, bunu diğer insan toplumları veya dinler kabul etmiyorlar. Hepsi kendini doğanın üstünde düşünüyorlar. Sadece düşünebildiklerini düşündükleri için yani; ama aslında bir kıstas değil. Sen yine de onun içinde yaşıyorsun; doğaya bakıcılık yapamazsın, o sana bakıcılık yapar.

T. D.: Tabi bazı dinler ya da inanç sistemleri şunu diyebiliyor; ”Her şey insana hizmet etmek üzere yaratılmıştır”, bu yaklaşım Şamanlık’ta yok. Çünkü şu mantığı yürütüyor; ağaç dünyası var, bitki dünyası, insan dünyası var, bunların hepsi eş değerde. Bazıları diyor ki “Nasıl eş değerde olabilir? İnsanın aklı var.” Şamanlık hiç bir şekilde insanı üstün veya istisnai görmüyor. Bu açıdan acımasız; özel bir gayret göstermiyor, kutsamak için, kutsal hale getirmek için, ayrıcalıklı hale getirmek için insanı. Ama aynı zamanda hem hayvan dünyası, hem bitki dünyası, hem insan dünyası denge halinde ama aynılık halinde değil, bulunan bir zincirin birer halkası halindeler ve birbirlerine bağlılar. Hatta hayvan ve bitki dünyası ortadan kalktığında insan dünyası da yok olmak zorundadır; ama insan dünyası ortadan kalkarsa diğer dünyalar varlığını devam ettirir.

Burak Avşar: Aslında şöyle; Şamanlık’ta özel olarak doğaya bir sevgi yok, zaten doğanın içerisinde bir bütünlük var. Sevmek için özel bir gayreti yok, zaten o içlerinden gelen bir şey.

T. D.: Bu biraz şuna benziyor; köyden, kırsal kesimden kopmuş insanda sürekli şöyle laflar eder; “Sessizliği özledim, doğayı özledim, şehirden kaçmak istiyorum, orada yaşamak istiyorum.” Bunlar hep romantiklik. Oysa ki, onlar da biliyor ki şehirden koptukları zaman çok az insan doğada kalabiliyor, kırsal kesimde yaşamanın romantiklikle hiçbir alakası yok. Şaman insanlar temiz havayla da yaşamıyorlar, sadece orada yaşadıkları için orada yaşıyorlar ama çevrecilik konusunda onlar daha çok çevreci, bunun için özel bir çaba harcamasalar da. Şehirdeki insan doğadan koptuğu için sürekli o edebiyatı kullanıyor; çevrecilik, köylere dönmeli, kırsallara dönmeli… Onlar hep romantiklik, biraz özel gayret isteyen hareketler.

Sasun Bazarian: Şamanizm’in veya Şaman toplumlarının kadına bakış açısı nasıl? Bildiğimiz kadarıyla zaten insan toplumu 2000 yıldır, batı kültürü özellikle bir alçak görmeyle ve narinleştirmeyle özdeşleştiriyorlar. Şamanizm’in buna bakış açısı nedir peki? 

Timur B. Davletov: Bizim memleketimiz olan Hakas topraklarında 1970’lerde Sovyet dönemi arkeologları tarafından paleolitik döneme ait 35 bin yıllık bir yerleşim yeri keşfedilmiş. Orada geleneksel göçebelerin kullandıkları çadırların prototipleri varmış; ama toprağın içinde. Ortada hem pencere olarak hem de kapı olarak kullanılan bir delik var, yandan pencere yok. Günümüzde de Türk çadırlarında hâlâ pencere yok , sadece kapı var ve üstteki o delik korunmuş. Ama eskiden o delikten giriyorlar, o delikten çıkıyorlarmış. Hatta eski Türk mitolojisinde kahramalar uykuya yatarken oradan yıldızları sayıyorlarmış. O çadır aynı zamanda mikrokosmoz modelidir. O mikrokosmoz modelinin içinde tam o deliğin altında ocak var, ateş var; ateş o modelin güneşidir ve çadırlar yuvarlığımsı olur, üçgen, dörtgen değil ve kapılar hep doğuya bakar. Kapıların doğuya bakması güneş kültürüyle ilgili, güneşe önem veriyorsunuz, güneşin ilk ışınları yakalayabilmek için kapılarınız hep doğuya bakıyor. Eski Türk yazıtlarında ileri manasına gelen ‘ilgerü’ kelimesi var. Doğu yönü ileri demekmiş ve batı ise geri. Durduğunuz zaman, yani yüzünüzü doğuya, ileri verdiğiniz zaman, sırtınızı batıya verdiğiniz zaman çadırın içinde önünüzde ocak var, ocağın öbür tarafında kapı var, sol taraf kuzey oluyor kadın tarafı, sağ taraf erkek tarafı oluyor. İkisinin arasında herhangi bir perde ya da duvar yok, yani ayrımcılık yok. İkisi iç içe. Ve çadırın, mikrokosmozun içinde onları bir araya getiren ocaktır, güneştir. İki yarım dünyanın tam ortasındadır ve hiçbir şekilde onların arasında ayrımcılık yoktur. Onlar bir arada olduğu zaman bir anlam ifade ediyorlar. Şamanlık’ın Türk dilleri üzerinde şöyle bir etkisi olmuştur bana göre: Biliyorsunuz Türk dillerinde cinsiyet ayrımcılığı yok. Cinsiyet ayrımcılığının olamaması batılı araştırmacılar için, ya da başka araştırmacılar için geri kalmışlık ya da gelişememişlik olarak algılanabilir; ama çağdaş şekilde yorumladığımız zaman cinsiyete dayalı bir öncelik ya da cinsiyete dayalı bir ayrımcılık yok.

Burak Avşar:Latin dillerinde var ama bu; feminen, maskülen olarak var.

T. D.: Tabi, üç tane var; bir de orta cinsiyet var. Mesela tanrı dediğin zaman ya da tengri dediğin zaman orada herhangi bir cinsiyet önceliği yok; kadın veya erkek gibi. Dilbilimsel olarak da cinsiyet önceliği yok. Mesela İngilizce’de ‘insan’ derken erkeği kullanmak zorundasın ‘man’ demeniz lazım, ‘human’ da oradan geliyor zaten. ‘Kadın’ için ‘woman’ diyorsunuz. ‘Kişi’ yüzde 100 Türkçe’dir ve orada hiçbir cinsiyet önceliği yoktur, cinsiyet ayrımcılığı yoktur. Ne kadın merkezli, ne erkek merkezli; ama her ikisini de kucaklayan bir kavramdır.

Şaman bir kadın

Şaman bir kadın

B.A.: Biz de şöyle bir okumuştuk galiba; hanım kelimesi etimolojik olarak zaten Orta Asya Türkçesi’nden geliyor. Yani Han’ın kendi eşine Hanım demesinden geliyor etimolojik olarak. [Sasun] Cengiz Han’ın ben okumuştum böyle bir şeyini, bilmiyorum ne kadar doğru ama. “Ben hanlar hanı Cengiz Han, bu da benim Han’ım” diyerek aslında kendi eşini tanıtıyor.

T. D.: Zaten eski Türk döneminde eğer kaan varsa hatun da vardır. Onlar ikisi bir arada geçerli. Ve Şamanlık’ta cinsiyet ayrımcılığı yoktur; Kam ya da Şaman herkes olabilir; kadın da olabilir erkek de olabilir. Bu Şamanlık’ın çok önemli bir özelliğidir. Hiçbir şekilde “İşte şu gerekçeyle, bu gerekçeyle, şu sakıncıyla, bu bilmem ne kaygıyla, şunlar olamaz, bunlar olamaz” diye bir şey yok. Orada herhangi bir öncelik veya ayrımcılık yok ama biz biliyoruz ki mesela tek tanrılı dinlerde kadınların din görevlisi olması zor. Olmamaları için binbir çeşit gerekçe gösteriliyor.

B. A.: Semavi dinlerde yok zaten.

S. B.: Ama benim bildiğim kadarıyla Antik Yunan’dan geliyor, Zeus’un Atena’yı kafasından doğurması efsanesi işte. Kadının doğurganlık özelliğinin erkekte olmaması erkek için gocunacak bir şey; çünkü var etmek, tanrısal bir özellik ve erkek bunu elde edemediği için ilk tanrısı bunu elde ediyor ve kadına dair ayrımcılık da zaten literatüre ilk Antik Yunan’da giriyor.

T. D.: Şamanlık’ta pozitif ayrımcılık var, ilk Kam kadındır ya da bazı efsanelerde ilk Kam’ı doğuran kişi kadındır. Dolayısyla ona öyle bir ayrıcalık atfedilmiş ama araştırmacılar Şamanlar’ının bütün donanımlarının; kıyafet olsun, kullandıkları aletler olsun, analizini yaptığı zaman, kadınlara ait olduklarını söyleyebiliyorlar. Ve Şamanlık çok tanrılıdır, tek tanrılı değil. Tanrıların içinde kadın tanrılar var, erkek tanrılar var. Zaten dilbilimsel olarak da sizde böyle bir ayrımcılık yok. Yani siz ‘Umay’ dediğiniz zaman dilbiliimsel olarak hiçbir ayrımcılık yok orada ya da ‘tanrı’ dediğiniz zaman hiçbir ayrımcılık yok orada. Hint-Avrupa dillerinde siz ‘tanrı’ dediğiniz zaman zaten hangi cinsiyetten olduğu belli dilbilimsel olarak, üç cinsiyetten biri olmak zorunda. Tek tanrılı dinlerde kadınlar buna karşı çıkıyor mu, çıkıyor. Mesela Anglikan Klisesi’nde kadınlar “Biz de din görevlisi olmak isitiyoruz. Bizim eksiğimiz ne? Hani eşitlik vardı?”diyerek mahkemeye başvurup 1992’de papazlık hakkını kazanıyorlar ama katolik dünyasında kadınlar papaz olamıyorlar mesela, müslüman dünyasında zaten bu gündeme hiç gelmiyor; ama katolik dünyasında böyle bir girişim yapıyorlar, başaramıyorlar. Budizm de aynı şekilde. Budizm’de hiçbir zaman dalaylama kadın olamaz ki, budizm daha hoş görülü gibi; ama onda da misyonerlik var, tek tanrılı dinlerle benzerliği de budur, insanları doğru yola çağırması. Dalaylama budizmde hiç bir zaman kadın olmamıştır.

Sasun Bazarian: Çok daha gerçekçi, daha insan tabanlı daha ekolojik bir bakış açısı.

Timur Davletov: Tabii tabii insan merkezli değil. Çevreci olması en büyük özelliği ama çevrecilik şöyle değil; “Hadi çocuklar birleşelim biraz çevrecilik yapalım”, her şey doğalından geliyor, herhangi bir çevrecilik çabası yok. Çevreci oluşlarını da bir propaganda olarak da kullanmıyor, sadece doğanın içinde yaşıyorlar. Ha öldürmüyor mu? Öldürüyor, kesiyor ama onu da ekosistemle bütünleşik bir şekilde yapıyor. Nasıl ki bir hayvan başka bir hayvanı öldürüyorsa, aynı şekilde öldürüyor.

S. B.: Ama hayvanları bir kâr amacına dönüştürmüyor ya da bunun endüstrisini yapmıyor.

T. D.: Kâr amacı güdüldüğü zaman şöyle bir düşünce ortaya çıkıyor, ‘büyük balık küçük balığı yer’. Halbuki küçük balık da büyük balığı yer. Büyük balık, küçük balıkların hepsini yerse kendisi ne yapacak? Mecburen o da ölmek zorunda kalacak. İşte bu döngüyü Şamanlık gözetiyor, sadece yaşıyor.

S. B.: Yaşam tarzı haline getirmiş bunu…

Şamanizm-ve-Doğa-1-1060x460T. D.: Tabii. Ama bu kültürden kopan insan şu deyimi geliştirmiş: “Ot geldik ot gidiyoruz.” Bu hep doğayı küçümsemekten gelir. Oysa ki o ot, ağaç diyerek küçümsedikleri oksijen üretiyor. İnsanın hiçbir şekilde üretemediği oksijeni üretiyorlar. Ama buna rağmen şunu yapmıyor, “Ya, ben oksijen üretiyorum bak, ona göre ha!” demiyor, böyle bir yaklaşım içinde değil ama insan onu küçümseyebiliyor; “Ağaç gibi olduk, ağaç gibi gidiyoruz.” falan diyebiliyor, o da doğadan kopmaktan. Dolayısıyla Şamanlık’ın içinde doğa sevgisi yok; çünkü sevgi kavramı yok. Ama sadece yaşamak var, bu ‘yaşamak’ içinde zaten uyumlu oluyorsun sen. Mesela Şamanlık’ta şunu savunuyor; insan ölse bile ortadan kaybolmuyor, kemikleri, eti hepsi gübreye dönüşüyor. E gübre nereye gidiyor; doğanın içinde kalıyor.

S. B.: Belirli bir döngüsü var aslında Şamanlık’ın, doğaya bağlı bariz bir döngüsü var. Her şeyin bir döngü içerisinde olduğunu kabul ediyor, bunu diğer insan toplumları veya dinler kabul etmiyorlar. Hepsi kendini doğanın üstünde düşünüyorlar. Sadece düşünebildiklerini düşündükleri için yani; ama aslında bir kıstas değil. Sen yine de onun içinde yaşıyorsun; doğaya bakıcılık yapamazsın, o sana bakıcılık yapar.

T. D.: Tabii bazı dinler ya da inanç sistemleri şunu diyebiliyor; ”Her şey insana hizmet etmek üzere yaratılmıştır”, bu yaklaşım Şamanlık’ta yok. Çünkü şu mantığı yürütüyor; ağaç dünyası var, bitki dünyası, insan dünyası var, bunların hepsi eş değerde. Bazıları diyor ki “Nasıl eş değerde olabilir? İnsanın aklı var.” Şamanlık hiçbir şekilde insanı üstün veya istisnai görmüyor. Bu açıdan acımasız; özel bir gayret göstermiyor, kutsamak için, kutsal hale getirmek için, ayrıcalıklı hale getirmek için insanı. Ama aynı zamanda hem hayvan dünyası, hem bitki dünyası, hem insan dünyası denge halinde ama aynılık halinde değil, bulunan bir zincirin birer halkası halindeler ve birbirlerine bağlılar. Hatta hayvan ve bitki dünyası ortadan kalktığında insan dünyası da yok olmak zorundadır; ama insan dünyası ortadan kalkarsa diğer dünyalar varlığını devam ettirir.

Burak Avşar: Aslında şöyle; Şamanlık’ta özel olarak doğaya bir sevgi yok, zaten doğanın içerisinde bir bütünlük var. Sevmek için özel bir gayreti yok, zaten o içlerinden gelen bir şey.

T. D.: Bu biraz şuna benziyor; köyden, kırsal kesimden kopmuş insanda sürekli şöyle laflar eder; “Sessizliği özledim, doğayı özledim, şehirden kaçmak istiyorum, orada yaşamak istiyorum.” Bunlar hep romantiklik. Oysa ki, onlar da biliyor ki şehirden koptukları zaman çok az insan doğada kalabiliyor, kırsal kesimde yaşamanın romantiklikle hiçbir alakası yok. Şaman insanlar temiz havayla da yaşamıyorlar, sadece orada yaşadıkları için orada yaşıyorlar ama çevrecilik konusunda onlar daha çok çevreci, bunun için özel bir çaba harcamasalar da. Şehirdeki insan doğadan koptuğu için sürekli o edebiyatı kullanıyor; çevrecilik, köylere dönmeli, kırsallara dönmeli… Onlar hep romantiklik, biraz özel gayret isteyen hareketler.

Bülent Pakman. Mart 2015 – Temmuz 2015. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz.

Facebook Widgets

IMG_2080Bülent Pakman kimdir    https://bpakman.wordpress.com/pakman/

[/embed]

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.