Ruslardan kaçış

Öncesini okumak için lütfen tıklayın: 2. DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK LEJYONLARI

Kafkasya’dan çekiliş

1942 yılı sonlarında Almanlar Kafkasya’dan çekildiler. Adige-Kabardey, Karaçay-Malkar ve Osetlerden oluşan onbeş bin kişilik bir mülteci kafilesi de Alman ordusu ile birlikte Kafkasya’yı terk etti. Almanlar Kafkasya’dan çekilir çekilmez, 15 Ocak 1943’te Kızılordu Karaçay’a büyük bir saldırı başlattı. Silahlı çeteler Kafkas dağlarında tank, top ve uçaklarla saldıran Kızıl Ordu’ya karşı mücadele ediyorlardı. Bütün Karaçay köyleri ağır bombardımanla yerle bir edildi. Sovyetler bütün güçlerine rağmen silahlı Karaçay-Malkar çetelerini yok edemiyorlardı. Sovyet hükümeti bunun üzerine daha kesin bir sonuç elde edebileceği bir yönteme başvurdu.  Alman ordusuyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Türk düşmanı Stalin tarafından 2 Kasım 1943 de Karaçaylıların tamamı Kazakistan’a, 8 Mart 1944 de Malkarlıların tamamı Kırgızistan’a sürüldüler. Olay ayrı bir yazımızda anlatılmaktadır: OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Kırımdan kaçış

Almanlar Nisan 1944’te Kırımdan geri çekilmeye başladılar. Giderken birçok Kırım Tatarını erkek sıkıntısı çekilen Almanya’ya işçi, aslında köle  işçi olarak çalıştırmak üzere götürdüler. Kırım Tatarlarının bazıları bulundukları topraklarda Rusların kendilerine hayat hakkı tanımayacağı düşüncesiyle bazıları da Nazi işbirlikçisi sayılacaklarını öngördüklerinden gönüllü olarak Almanlarla birlikte ülkelerini terk edip Avusturya’ya göç ettiler. Onlardan ikisinin, Prof. İlber Ortalı’nın annesi Şefika Hanım ve babası Kemal Bey in hikayelerini ilerde anlatacağız.

Ruslar Kırım’a girer girmez 18 Mayıs 1944 tarihinde Almanlarla kaçmayan, kaçamayan Kırımlıların tamamını yaşadıkları tüm yerleşimlerden zorla alıp Orta Asya, Sibirya ve Urallar’a sürdüler. Oysa Kırım Tatar erkeklerinin bir çoğu hala Sovyet Ordusunda savaşıyorlardı.  Sovyetler Birliği kahramanı madalyalı Kırım Tatarları vardı ve dağlarda partizan olarak da Almanlara karşı direniyorlardı. Gerçekten de, 1941 yazında SSCB’de seferberlik ilan edildiğinde, 20 bin Kırım Tatarı Kızıl Ordu’da silah altına alınmıştı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Bunlardan biri olan ve savaş sırasında 30 tane Alman uçağını düşüren Ahmethan Sultan adlı pilot iki kez “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyasına layık görülmüştü. Bu kişinin hikâyesi 2013’te Rusları derinden etkileyen bir filme konu oldu. Rıfat Mustafa liderliğindeki bir Tatar birliği Nazilerin elindeki 46 mahkumu kurtarmış, 2 tank ve mühimmatı ele geçirmişti. Kırım Türkleri Kızıl Ordu ve komünist partizan cephelerinde yetişkin nüfusunun % 26.4’ünü kaybetmişti. Kısacası, Kırım Tatarlarını toptan ‘hain’, ‘işbirlikçi’, ‘casus’ olarak damgalamak büyük haksızlıktı. Ama bütün bunlar vicdansız Stalin için hiçbir şey ifade etmemişti.  Buna rağmen Kırım Tatar halkının topyekun cezalandırılmasına karar verdi ve uygulattı. Kırımda bir tek Tatar bile kalmadı. Kırım sürgünü başka sayfalarımızda ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Okumak için lütfen tıklayın: KIRIM TATARLARININ GÖÇLERİ,
MUSTAFA ABDÜLCEMİL KIRIMOĞLU,
Sürgün (1) _ Can Pazarı (2) ve devamı yazılar.

Sürgün olayı aynı şekilde 15 Kasım 1944 de Ahıska Türklerine uygulandı. Halbuki Almanlar Ahıska Türklerinin yaşadığı topraklara girmemişlerdi. Stalin’in asıl amacı memleketi Gürcistan’ı Türklerden temizlemekti. Ahıska sürgünü başka sayfalarımızda ayrıntılı olarak anlatılmıştır: OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Batıda savaşın sonu

Almanlar, Baltık ülkelerinde, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da kurtarıcı olarak karşılanmışlar, fakat halka çok kötü davrandıklarından kısa sürede tüm sempatiyi yitirmişlerdi. Esir Kamplarındaki muameleler de eklenince, artık Kızılordudan ilticalar durmuş, direniş ise şiddetlenmişti. Türk soydaşlarımız da kandırıldıklarını, Almanlar savaşı kazansalar da ülkelerine bağımsızlık vermeyeceklerini anlamışlardı.
Nazi Almanyası’nın milli komiteleri hiçbir zaman ulusal muhataplar olarak görmemesi ve onları sıradan “komisyonlar” olarak tanıması savaşın son aylarında değişti. Nazi makamları diğer Kafkas milli komiteleri ile ortak hareket ederek 1944 Ekim’inde “Kafkas Şurası”nı kurdular. Milli komitelerce yapılan başvuru üzerine Kafkasya devletlerinin bağımsızlığı tanındı. Çok geç kalmış traji-komik bu sonucun uluslararası ilişkiler düzeyinde hiç anlamı yoktu. Çünkü Nazi Almanyasını da artık kimse tanımamaktaydı.

II. Dünya Savaşı’nın Almanlar aleyhine gelişme göstermesi, Alman ordusundaki eski Sovyet vatandaşı Türk askerlerin durumunu da değiştirmeye başladı. Avrupa’da Müttefiklerin Batı cephesinin açmalarından sonra Doğu’daki Alman birlikleri geri çekilmeye başladı. O zaman”Türkistan Millî Birlik Komitesi” türlü yollar ve bahanelerle, 70-75 bine yakın Türk askerini Batı’ya getirmeyi başardı. Amaç, Türkistan Lejyonu’ndaki askerlerin Kızıl Ordu’nun eline geçmesini önlemekti. Türkistan Lejyonu’ndaki askerlerin çoğunluğu İtalya ve Fransa cephelerinde geri hizmette görevlendirildi. Böylece; Türkistan Milli Birlik Komitesi, Türkistanlı askerleri bir zaman için Kızıl Ordu’nun elinden kurtarmış oldu.

Savaşın Mayıs 1945 de Almanların yenilgisiyle sonuçlanmasıyla esir kampları taraf değiştirmeye başladı. Amerikan ve Fransız savaş kayıtları üzerine araştırma yapan Kanadalı yazar James Bacque ve yardımcısının buldukları belgelere göre savaş sonunda 5 milyondan fazla Alman askeri esir kamplarında tel örgülerin arkasına alındılar. Fransız Ordu Arşivleri ve Kızılhaç raporlarına göre Alman savaş esirleri Fransa’da 1600, Almanya’da 200 kampta toplandılar. Batılıların Almanlara olan nefretinden dolayı esir kamplarında 1 milyon Alman askeri öldü. Esir kamplarında işkence, soğuk hava ve bulaşıcı hastalıktan ölen Alman askerlerinin sayısı 1941 Haziran’ı ile 1945 Nisan’ı arasında tüm Batı cephesinde Almanlarca öldürülenlerin sayısına eşit idi. Kanadalı yazarın o döneme ait erzak kayıtları üzerinde yaptığı araştırma, bütün esirlere yetecek kadar yiyecek, ilaç ve barınak bulunmasına rağmen esirlerin bu ihtiyaçlarının ve bu yöndeki isteklerinin görmezden gelindiğini belgeleriyle ortaya koyuyordu.

Hitler’in hayal perdesi yıkılıp savaş Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanınca Stalin ‘hain’ ilan edip bir bir avlamaya başladı eski Sovyet Türklerini. Özellikle Berlin’de Türk komitelerinde görev yapanların peşindeydi Ruslar.  Kimlikleri tespit edilen bu kişilerin başına ödül bile koydu Stalin.

Ethem Feyzul – Tataristan: “Vatanda bizi Sibirya bekliyordu!- 1943’de 17 yaşındayken beni askere aldılar, yılın sonuna kadar Ukrayna’da savaştım. Almanlar’a esir düştüm. Esir kamplarındaki barakalarda 150 kişi olsa, her gün 10 adam ölüyordu. 6 ay kampta kaldıktan sonra bizi İtalya’ya Alman atlarının bakıcısı olarak yolladılar. 1944’ün sonuna dek İtalya’da Alman askerlerine çalıştırdılar. Uçaktan atılan Amerikan bombalarından biriyle yaralandım. Bir ayağımı kaybettim. Onun için ayağımın biri ağaçtan yapılmış ayak. (…) Vatanda da bizi tek şey bekliyordu: Sibirya!..”

Dönüp dolaşıp esir kamplarına dönenler

Avrupa’da Müttefik esiri beş milyon Alman askeri arasında savaşa önce Kızılordu’da başlayıp sonra Almanlara esir düşen ve daha sonra da Almanlar safında mecburen kendi milli lejyonuna katılıp Sovyetler’e karşı savaşmış Türkler de vardı. Kader onları istemedikleri halde zorla arkalarından itildikleri savaşın hiçbir zaman ait olmadıkları iki tarafına da esir düşürmüştü. Ruslara esir olmak istemiyorlar, İngiliz, Amerikan ve Fransız ordusuna esir olurlarsa kurtulacaklarını zannediyorlardı. Çünkü eski Sovyet vatandaşı olmaları sebebiyle Sovyetler Birliği tarafından ‘vatan haini’ ilan edilmişler, en ağır şekilde cezalandırılmaları öngörülmüştü.

Şanslılar

Türkler sadece Avrupa’nın muhtelif yerlerindeki esir kamplarında değillerdi. Kamplardan kaçanlar çeşitli şehirlerin kuytu mahallelerinde hayatta kalmaya ve yakalanmadan Türkiye’ye ulaşmaya çalışıyorlardı. Savaşın akabinde kesin olmamakla birlikte 450 bin civarında Türk soydaş Avrupa’da idi ve bunlardan fırsat bulabilenler Türk sefaret ve konsolosluklarına Türkiye’ye gitmek için başvuruyorlardı.

Yalta Antlaşması gereğince Sovyetler Birliği’ne iadesi gereken binlerce Kuzey Kafkasyalı savaş esirinin yanı sıra, Almanların Kuzey Kafkasya’dan geri çekilişi sırasında Kızılordu’nun şerrinden korkarak vatanlarını terk eden onbeşbin Kuzey Kafkasyalıyı da (çoğunluğu Adige) de vardı. Kuzey Kafkasya Milli Komitesi mültecilerden binlercesini Sovyetlere teslim edilmekten kurtararak ABD, Avustralya, Türkiye ve yakın doğu ülkelerine geçmesini sağladı. Önce İtalya’daki ardından Almanya ve en son olarak Avusturya’daki Karaçaylılar Türkiye’ye gitti. Amerikan ordusu İngilizler gibi kalleş çıkmamış, Rusların ısrarlarına karşılık ‘Biz sizler gibi kasap değiliz. İsteyen döner, dönmeyenleri zorla gönderemeyiz’ diyerek Türk soyluları vermemişti.

Terhis olunan askerler şanslılardı, sivilleşiyor ve böylelikle Sovyetlere teslim edilmemiş oluyorlardı. Teslim edilmemek için Türk Lejyonerlerine başka yöntemler de uygulanıyordu. Bu yolların birinde doğulu işçi statüsünü sağlayan belgeydi.

Bazı Türk soydaşlar Ruslara yakalanmamak için her ayrıntıyı düşünüyorlardı. Bunlar kendilerini Türk vatandaşı olarak tanıttılar; Herkes kendine bir il seçti. Kimi Karslı oldu, kimi Antalyalı. Kendi aralarında birbirlerini çalıştırıyorlardı. Türkiye’nin başkenti Ankara, İstanbul en büyük şehri gibi. Birileri Rusça bir şey soruyor; ama hiç kimse cevaplamıyordu. Cevaplayan yanıyordu. Çünkü etrafta birçok Sovyet ajanı vardı. Bazıları Türkiye’nin farklı şehirlerinden tanıdıklarına mektuplar yazdırıyor, bu mektupları müttefik ordularına karşı Türk vatandaşı olduklarını ispat için kullanıyorlardı. Bu sahte mektuplar Fatih’te bir Kırım Türk’ünün kahvesinden Alman kamplarında kalan esir Türkler’e ‘bunlar akrabamız” diyerek gönderiliyordu.

Yıllar sonra ABD Başkanı Bill Clinton’a danışmanlık da yapan, bugün New York’un sayılı zenginlerinden olan Orhan Sadıkhan “patatesten yaptığı mühürle” Alman kamplarından Türkleri çıkartmıştı. Pek çok Lejyoner bu kağıtlarla ve mektuplarla Frankfurt’ta kurulan Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğuna başvurdu. Soydaşlarımız buradan aldıkları belgeyle Türkiye’den Almanya’ya getirilmiş işçi konumuna sokularak ölümden kurtuldular. 1948 yılında Türkiye, Almanya ve Avrupa ülkelerinden iltica taleplerinde bulunan Türkistanlılara vatandaşlık hakkı tanıdı. O yıl pek çok Lejyoner T.C vatandaşı oldu. Savaş sonrasında Sovyet güçlerine teslim edilmekten onlara bu yolla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır diye belge veren Türk Diplomatlarının sayesinde mucizevî şekilde kurtulan Kırım Tatarlarından bir kaç bini 1940’ların sonlarında Orta Avrupa’daki mülteci kamplarından Türkiye’ye geldi. Onlara bu imkanı sağlayan vatansever diplomatların birisi de ilerde Dış İşleri Bakanlığı yapacak olan Haluk Bayülken idi. Vicdan sahibi Türk Diplomatlar yoğun yazılı ısrarları sonucu Stalin’den ödü patlayan İnönü’den mucizevi şekilde bu insanlara dönüş belgesi verme iznini kopartabilmişlerdi.

Ruzi Nazar’ın hikayesinin devamı

Önceki bölümlerde Özbek Türkü Ruzi Nazar’ın savaş sırasındaki faaliyetlerine değinmiştik. Nazar, savaş sonunda da ortada kalan Türkistanlı Lejyonerlere öncülük etmiş ve soydaşlarının olabilecek en az hasarla durumdan kurtulmasını istemiş, bunda da kısmen başarılı olmuştur. Kendisine verilen Alman Başkomutanı Feld Mareşal Keıtel tarafından imzalı belgeyi lejyonların terhisi için kullandı. Terhis olunan askerler sivilleşiyor ve böylelikle Sovyetlere teslim edilmemiş oluyordu. Bu başarısı CIA’in dikkatinden kaçmamıştır. 1950’li yıllarda CIA Archibald Roosevelt aracılığıyla ABD’nin Türkiye Büyükelçi Yardımcılığı görevini sundu. Bu yüzden CIA ajanı ve Yahudi olduğu iddia edildi. Ancak 2. Dünya savaşı sonunda Almanya kartıyla Sovyet idaresi altındaki Türk devletlerinin ve özerklik-bağımsızlıklarını kazanmaları projesi düşünce Ruzi Nazar bu kez Amerikanı ve Amerikadaki güçlü Yahudi örgütlerini devreye sokmaya çalışılmıştı.  Ruzi Nazar, CIA’deki görev süresince kendi vatanına gelebilecek her türlü faaliyetten kaçındı. Türkiye aleyhine çalışacak tıynette bir insan değildi ayrıca Yahudi de değildi. İstediği Sovyetlerin dağılmasıydı. Zira biliyordu ki, SSCB’nin en büyük problemi milletlerden oluşmuş olmasıydı. Amerikan İstihbarat Servisi ve tabi ki Ruzi Nazar bu konunun üzerine gitmişti. Ruzi Nazar için nihai hedef Sovyetlerin yıkılması ve bağlı Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıydı. Sovyetlerin yıkılacağını biliyordu. Ve bunu 1990’lı yıllarda kendi sağlığında gördü ve 1940’lı yıllarda ayrıldığı vatanına ancak Sovyetler yıkıldığı zaman gidebildi.

Kamp Kardeşleri

gamalihac_04Azerbaycanlı Hasan ve Nuri beyler ll. Dünya Savaşı sonunda İsviçre’deki kampta karşılaştılar. 1500 kişinin kaldığı kampta kendi barakalarını kendileri yaptılar ve İsviçre hükümetinin müsaadesi ile ülkede iş buldular. Kampta kalan mültecileri Sovyetler Birliği’ne götürmek isteyen heyete karşı İsviçre’deki konsoloslukları harekete geçirip mültecilerin Rusya’ya verilmesine mani oldular. 1948 yılında 870 kişiyle birlikte vapurla Türkiye’ye geldiler. Hasan ve Nuri beylerin kampta başlayan beraberliği Türkiye’de de devam etti. Beraber iş kurdular ve aynı soyadı aldılar: İsmaili. 50 seneye yakın zaman beraberlikleri devam etti ve birlikte yaptırdıkları Azeri isimli apartmanda altlı üstlü oturdular.

Mısır Kralı Faruk’un kabul etmesiyle ile  600 Azerbaycan Türkü asker Mısır’a gitti.

Azerbaycan Türklerinden Abdürrahman Fetelibeyli Düdenginski, Cabbar Ertürk ve haftalık gazetesi Azerbaycan ‘ın yazı işleri müdürü Celil İskender ve yazarlarından Latif 22 Nisan 1945’te Berlin’den ayrıldılar, Kuzey İtalya’ya geçerek Bergamo’da ABD Kara Kuvvetleri’ne teslim oldular. Daha sonra Montecatini’deki kampa yerleştirildiler. 1946’te serbest göçmen statüsünü aldılar ve aileleriyle, Bari’ye oradan Santa Maria al Bagno’daki göçmen kampına geçtiler.

Azerbaycan Lejyonundan Almanya’ya Noy-Ulm’a ve çayın Noy-Ulmdan ayırdığı Ulm şehrine 200 kadar kaçabilen olmuş. Bunlardan biri olan Beşir Alizade anlatıyor: “Yiğitliğin onda dokuzu kaçmak. Arkamdan bağırdılar. Ağaçların arasıyla kaçıp açıklığa çıktım, sonra daha iyi kaçabilmek için ayakkabılarımı çıkardım, ormanda yokuş yukarı kaçmağa başladım. Hayli gittikten sonra bir Almanın evine vardım, yemek istedim. Süt, ekmek verdiler. Yiyende gördüm ki, ev sahibesi de, uşakları da bana bakıp ağlarlar. Önce anlamadım. Meğer ayakyalın kaçarken ayaklarım kesik-kesik olmuş, kan revan, benim de haberim yok.” Beşir bey savaştan sonra Noy-Ulmda şehrin yıkıntılardan temizlenmesine katılmış, sonra inşaat malzemeleri üreten fabrikada çalışmış. Bundan başka Türkçe bildiği için tercümanlık yapmış. Lejyoner olmaktan hiç pişman olmayan Beşir Alizade anlatıyor: “Katiyyen. Bizi vatan haini sayanlar ise sadece vatanperver değiller. Biz ancak o zaman anladık ki, vatanımız komünistlerin işgali altındadır, serbest konuşmak, serbest gezmek yok. Biz Almanların tarafına geçtikten sonra bunun farkına vardık. Biz düşünürdük ki, eğer Vatan komünizmin esaretinden kurtulursa, oradaki vatandaşlarımız da bizim gibi hürriyete kavuşmuş olurlar. Bazıları bizi mücahit olarak değerlendirdi. Onlar haklıdır. Biz Vatana karşı değil, Vatan için çarpıştık.”

Fatma Baştimur’un hikayesinin devamı

NBA’de All Star oynayan milli basketçi Mehmet Okur’un anneannesi Fatma Baştimur’un hikayesinin baş tarafını önceki bölümlerde anlatmıştık.  Savaş sırasında Almanların yarı boğaz tokluğuna zorla işçi olarak çalıştırdığı Ukrayna vatandaşı, o zamanki adıyla Pavlina savaş sonunda müttefik esir kampına götürülmüştü. Geceleri bir barakada onlarca esirle kalıyor, tek kova kömürle sabaha kadar ısınmaya çalışıyordu. Ne var ki, bu kötü günleri bile özleyeceğini aklına getirmiyordu. Bir gün Rus askerlere teslim edilmelerine karar verilince, Tamara isimli arkadaşıyla kaçmaya karar verdi. Bir kamyonun arkasına saklanarak, Tamara’yla İtalyan kampına gitmek istedi. Yolda yeniden Rus askerlere yakalandı. Arkadaşıyla bir esir çadırına götürüldüler. Çadırın önündeki nöbetçinin bir kızla uzaklaşmasını fırsat bilen Pavlina ve Tamara yeniden dağlara kaçtılar. Amaçları Tamara’nın gençlik aşkının yaşadığı İtalya’nın Udina köyüne gidebilmekti. Günler, haftalar sonra Udina’ya ulaştılar. Tamara’nın sevgilisinin evini buldular. Genç, Tamara’yla evlenmek istedi, ama babası karşı çıkınca iki kıza yeniden yol göründü. Üç yıl Modena’da kampta kalırken yine kampta kalan Dağıstan Türkü Süleyman Baştimur’a âşık oldu. Savaş bitince de dinini ve adını değiştiren Pavlina, Fatma olarak Baştimur’la evlendi. Tercihlerini Türkiye’ye dönmekten yana kullanan gençler Tuzla’ya yerleştiler. İleride Mehmet Okur’un annesi olacak Nimet’le birlikte dört çocukları oldu. 15 yaşında ayrıldığı annesini bulmak için aklında kaldığı kadarıyla Ukrayna’daki adrese bir mektup gönderdi. Bu mektup, Pavlina’nın ablasının bir komşusuna ulaştı. Annesi kızının yaşadığını öğrenince heyecandan felç geçirdi. Bir daha savaş filmi izleyemeyen Fatma Baştimur, çocuklarını babasına emanet edip 1970’te 43 yaşındayken Ukrayna’ya annesinin yanına gitti. Ve annesi 2001’de 88 yaşında ölene kadar ziyaret edip hasret giderdi. Pavlina’nın Fatma olana kadarki yaşamı, Nazilerden kaçışı TRT’de de belgesel olarak yayımlandı.

Şefika Ortaylı – İlber Ortaylı’nın annesi:  “1918’de Kırım’da Kemençi köyünde doğdum.İç savaş başlamıştı, Kızıllar geliyor denilirdi o zamanlar. Bir gece babamı alıp götürdüler, babam 4 ay Simferepol’da hapiste kaldı. 1941’de savaş başladı. Ruslar Almanlar’a işbirliği yaptılar diye Kırımlılar’ı sürmeye başlamış, biz o sürgünden evvel trene binmeyi başardık. Bizi önce Polonya’ya Nazilerin gönderme kampı dedikleri yere daha sonraları da trenlerle Avusturya’nın Graz kentine götürdüler. Ruslar yaklaşınca o kamptan bizi çıkardılar. Önce İnnsbruck diye bir yere geldik. Sonra Landeck’e. Landeck eskiden Hitler Yurgen kampıymış. Alwerşivende’de İlber’in babası Kemal ile tanıştım. Kemal yol yapımında çalışıyordu. Alwerşivende’de iki sene kaldık. 48’de buraya geldik. İlber bir yaşındaydı.”

21 Mayıs 1947 de Avusturya’nın en batısındaki şehir olan Bregenz’de doğan İlber Ortaylı 2 yaşındayken ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti.

Devamını okumak için lütfen tıklayın: DRAU FACİASI

KAYNAKLAR YAZI DİZİSİNİN SONUNDA VERİLMİŞTİR.

Bülent Pakman. Nisan 2015. Güncelleme Mayıs 2015. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz, yayımlanamaz.

WP_000151Bülent Pakman kimdir https://bpakman.wordpress.com/pakman/

 

 

 

3 Responses to Ruslardan kaçış

  1. Geri bildirim: 2. Dünya Savaşındaki Türkler | Pakman World

  2. bpakman dedi ki:

    Yazılarımdan yararlanan araştırma:
    İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TÜRK DÜNYASI
    Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) Yayınları, No: 17

    Beğen

  3. Geri bildirim: Başından günümüze Türkiye – Amerika ilişkileri | Pakman World

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.