Biraz da farklı, değişik bakışlar

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Hesap gününde “Ne yapayım, bana öyle dediler” diyerek  kurtulmak mümkün müdür?

“Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!..Yaratan Rabbinin adıyla oku… Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır...Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?Muzzemmil 4, İkra 1, Yunus 100, Mu’minûn 80

Allah, aklı kullanmayı, onu yapabilmek için okumayı, sürekli bilgi edinmeyi, bilinçlenmeyi, bilmeyi, aramayı, sormayı, düşünmeyi öğütlüyor.
Bilinçli olan, b
ilgiye edindiği haliyle değil, her yönüyle sorup, araştırıp, iyice öğrenip düşündükten, anladıktan sonra inanır.
Aramakla bulunamıyor olsa da, bulanlar sadece arayanlardır (önce aramak, ama yetmez, düşünmek, akıl yürütmek… sonunda bulmak)

Hiçbir fikir, birisi doğru olduğunu söylüyor diye doğru değildir.

Bunlara hangisi uyuyor?

Manevi mirasım akıl ve bilimdirdiyen Atatürk mü?

 “Aklı bırakın, nakle bakındiyen şeyh, hoca, hocaefendi mi?

Yandan ya da üstten tıklayarak erişebileceğiniz sayfalarda bunların cevabı araştırılmaktadır.

Yazılarımda anlaşılmayan bir husus olduğu takdirde  sormaktan çekinmeyin. Ancak bizi okuyan, takip eden değerli insanlara saygımız gereği:

Lütfen forum, Facebook grubu gibi açık tartışma ortamında değil, sayfa sahibinin kendi dünyasını anlattığı özel bir yerde olduğunuzu unutmayın.  Görüşleri beğenmeyen olursa X tuşuna basıp çıkabilir. Çok ender de olsa, düşünceye saygısızlık yaparak sayfa sahibine yanlışlığını ifade etmeye, direktif, akıl vermeye kalkanlar, karşı görüşlerini empoze edenler, doğrudan ya da aklınca yemlik sorularla başlayıp ardından sayfayı sabote etmeye, sulandırmaya çalışanlar olmaktadır.
Yine arada da olsa yasalara-etiğe aykırı, terbiye sınırları dışına çıkan, uygun üslupta olmayan, nefret duyguları, yalanlar, iftiralar içeren, inançlara saygı duymayan, yorumculara sataşan-direktif-akıl veren, karşılıklı suçlamalara, kişisel tartışmalara-gerginliğe yol açacak nitelikte olan, kes-yapıştır, izinsiz-kaynaksız alıntılar, kişisel-siyasi-mezhep-misyoner-tarikat-cemaat propagandaları, maksatlı sitelerin tanıtımları, reklam- amaçlı, konularla ilgisiz, maksatlı, çelişkili, tekrarlayan yorumlara da rastlanmaktadır.
Bunlar anında ve gerektiğinde geriye dönük olarak moderasyona uğramaktadır. Aşırı uzun olanların moderasyonu uzun sürebilir. Sayfa reorganizasyonlarında yorumlar otomatikman silinebilir.1901340_835664903130155_9081936962293004650_n

Yoğun ilgi görmekte olan içerikler büyük ölçüde günlüklerden ve kısmen de alıntılardan oluşmakta daha sonra eklemeler, güncellemeler olmaktadır. Bu yüzden yazı ve fotoların tamamı ya da bir bölümü izin alınmadan  ve aktif link verilmeden alıntılanamaz/iktibas edilemez. 

Başta Yörük Türkmen Dernekleri diye bir sayfa olmak üzere çok yerde yazılarım izinsiz, link vermeden alıntılanmaktadır.

Yazılarımı yedeklemeye çalıştığım Blogspot sayfam dışında başka yerlerde bana ait olarak gösterilenlerle ilgim yoktur.

free countersÜlke sayacı kayıt peryodu 1 aylıktır.

Bakü Ofis 2011Bülent Pakman kimdir?

Atatürk, Azerbaycan, Dünya, Konya, Orta Doğu, reenkarnasyon, Türk dünyası, Türkiye, Yurdum, İnanç içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 11 Yorum

Atatürk’ün savaşta yendiği düşmanı O’nu neden Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi?..

Uğur Dündar, Sözcü, 11 Ocak 2024

“Hayatımdaki en gururlu anlarımdan birisini sizinle paylaşmak isterim.

Kanada’nın Ontario eyaleti İngiliz bölgesidir. Benim de hayatımın önemli bir kısmı ve çocukluğum burada geçti. Burada doğdum ve bu kültürün eğitim sisteminde temel eğitimimi aldım. Şimdi ismini hatırlayamadığım bir öğretmenimiz vardı. Orta boylu, yuvarlak gözlüklü sevimli bir tipti. Badi badi yürüyen, koltuğunun altında hep bir kitaplar olan, arada onları düşüren bu adamı hepimiz severdik. Tuhaf da konuşurdu ama her şeyi bilirdi. Ne sorsak “şak” diye cevap verirdi.

Birleşik Krallığa bağlı ülkelerin eğitim sisteminde, Çanakkale ve Türkiye konuları biraz hızlı geçilir. Aylarca Paupa Yeni Gine’yi ne biçim fethettiklerinden bahsederler de o yenilgiden pek söz etmemeye çalışırlar.

Bir gün, konu dönüp dolaşıp Birinci Dünya Savaşı’na gelmişti. Bizim İngiliz öğretmen, öyle örtbas edebilecek bir adam değil, yekten anlattı.

Savaşı kazanırken kaybettik” dedi ve devam etti: “Biz aslında Birinci Dünya Savaşı’nda  Osmanlı İmparatorluğu’nu  ve Almanya’yı feci şekilde yendik. (Biz dediği Birleşik Krallık ve müttefikleri) Fakat nasıl olduysa Türkler, bu işten daha karlı çıktı. Bir devlet kurdular, yok olmaya yüz tutan kültürel değerlerini geri getirip, Batı’nın çok ilerisinde kadınlara bile oy hakkı veren bir cumhuriyet ilan ettiler.”

O dedikçe ben sevincimden, gururumdan sıramda devleşiyor, adeta yerimde duramıyordum. Öğretmenimiz devam etti ve tahtaya “Mustafa Kemal Atatürk” yazdı. Sonra Bakın çocuklar dedi ve doğru cümleyi kurabilmek için elindeki tebeşiri çevirerek biraz düşündü, kafasını kaldırdı; “Bu ismi iyi tanıyın. Hatta kafanıza yazın ve hiç unutmayın. Dünya tarihinde, bu adamın vizyonuna sahip başka birisine ben rastlamadım. Çok iyi bir asker, çok iyi bir öğretmen, çok iyi bir yönetici, çok iyi bir matematikçi, çok iyi bir tarihçi, çok iyi diyebileceğiniz bir sürü şeyi, kendinde barındıran başka bir insan yok. Tanıyın ve unutmayın...” 

Çocuğum, en çok on iki yaşlarındayım.  Dayanamadım başladım ağlamaya.  İngiliz öğretmenimiz yanıma geldi.   Senin yerinde olsam ben de böyle hissederdim. Türk bir ailenin çocuğu olarak Atatürk ile ne kadar övünseniz, gurur duysanız azdır dedi, başımı okşadı ve yerine gitti.”

Kanada’da yaşayan bu değerli sosyal medya kullanıcısının anlattıkları, yabancıların, özellikle de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşta yendiği düşmanlarının onun büyüklüğünü takdir ederken, içimizdeki bazı nankörlerden çok daha samimi davrandıklarını gösteriyor.

Çarpıcı bir örnek de ben vereyim: Yunanistan’ın eski başbakanlarından, Liberal Parti Başkanı Elefterios Venizelos, dünya tarihinde benzeri görülmeyen bir davranışla, kendilerine “Küçük Asya Felaketi”ni yaşatan eski düşmanı Mustafa Kemal Atatürk’ü, 1934 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir. Venizelos’un Oslo’da bulunan Nobel Ödülü Komitesi Başkanlığı’na gönderdiği mektubun son bölümü şöyledir:

Sayın Başkan,

Küçük Asya Felaketi sonrasında saygın bir ulus devlet olarak yeniden doğan ve anlaşabileceğimize inandığımız Türkiye, uzattığımız dostluk elini büyük bir samimiyetle sıkarak kabul etmiştir. Bu yaklaşımımız, halkların düne kadar çok ciddi anlaşmazlıklarını gidermelerine örnek olacaktır.

Halklarımız olumlu sonuçlar getiren samimi bir barışın nimetlerinden faydalanacaktır.

Yaklaşımımız, gerek ülkelerimizin, gerekse de Yakın Doğu’nun barış düzenine hizmet edecektir. Bu barışın sağlanmasında en değerli katkıyı gösteren kişi, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dan başkası değildir.

Bu nedenle, 1930’dan bu yana Yunanistan Hükümeti Başkanı olarak Yakın Doğu’ya yeni bir dönem getiren ve barışı sağlayan Türk-Yunan paktının imzalanmasından sonra, siz Nobel Barış Ödülü saygın üyelerine, Mustafa Kemal Paşa’yı bu kıymetli ödüle layık görmekten şeref duyduğumu belirtir, adaylığını kabul etmenizi arz ederim.

En derin saygılarımla,

E.K. Venizelos

Atatürk’ün büyüklüğünü anlatmak için başka söze gerek var mı?..

Uğur Dündar, Sözcü, 11 Ocak 2024 https://www.sozcu.com.tr/ataturk-un-savasta-yendigi-dusmani-o-nu-neden-nobel-baris-odulu-ne-aday-gosterdi-p14509

Bülent Pakman Ocak 2024. İzin alınmadan, aktif link verilmeden alıntılanamaz.

al arça

Ala Arça nehri

Bülent Pakman kimdir?       

Atatürk, Türk siyaseti, Türkiye içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 1 Yorum

Almanyalı – İngiltereli – Türkiyeli

Kendine özgü dili olan halklar

Türkiye’de Azerbaycan Türklerine “Azeri”, konuştukları dile “Azerice” denmektedir.  Azerbaycan resmi politikasında bu tanımlar  “Azerbaycan Halkı”, “Azerbaycanlı” ve “Azerbaycan’ca”, “Azerbaycan Dili” şeklindedir. Bunların hepsi  yanlıştır.

Azerbaycan bir coğrafya adıdır, millet adı değil, Ayrıca soyu bilinen, kendine özgü dili olan halklar coğrafi adlarla kimliklendirilemezler.”

Doğrusu Azerbaycan Türkleri, ya da kısaca Türkler, dilleri Azerbaycan Türkçesi ya da Türkçedir. Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi Türkçe’nin lehçeleridirler.

Sovyet döneminde 1928 de basılan Rusça-Türkçe lügat (sözlük) var, adı Rusça-Azerbaycanca ya da Rusça-Azerbaycan dili falan değil, “Rusça-Türkçe”. Yani o zaman Azerbaycan halkının konuştuğu dile resmen Türkçe, Azerbaycanlılara da Türk denirdi. Rusların siyasal çıkarlarının akıllarına geldiği 1936’dan sonrasına kadar bu şekilde devam etmiştir. 

1936 Azerbaycan dili  Türkçe

Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde Hazırlanan 1936 Tarihli Bir Derslik. İsmi: “Türk Dili: Gramer ve Yazı Kuralları”. Alfabe Latince.

Ulusların adları

Prof. İlber Ortaylı konuşmalarında, yazılarında ulusların/milletlerin adlarını özetle şu şekilde değerlendirmiştir:

Sonu, li, lı ile biten ulusların soyu belirsizdir.
Amerikalı, Kanadalı, Perulu, Pakistanlı, Avustralyalı, Arjantinli, Şilili, Yeni Zelandalı, İsviçreli diyebilirsiniz, çünkü bunların kendilerine has/özgü dilleri yoktur.
Alman’a Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyan’a İtalyalı, İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz. Türk’e Türkiyeli diyemediğiniz gibi…

Ekşisözlük güya Hoca’nın bu değerlendirmesini şu şekilde yanıtlamış: “bu teoriye göre norveç’i, isveç’i, hollanda’yı, kore’yi falan adamdan saymıyoruz. hadi norveç’i, isveç’i geçtim, iran’ı? çin’i? dünyanın en eski milletleri be, yuhgördükçe kusasım gelen zottirik ilber hoca efsanesi… şişirme ve kafayı sıyırmış bir adamın zırvalıkları…çok ciddiye alıp kafa yormaya, takılmaya gerek yok derim ben…”

Prof. Dr. İlber Ortaylı tarihçi, akademisyen ve yazar, Türk Tarih Kurumu Şeref üyesi, Uluslararası Osmanlı Etütleri Komitesi yönetim kurulu üyesi ve Avrupa İranoloji Cemiyeti ve Avusturya-Türk Bilimler Forumu üyesi, ileri düzeyde Almanca, Rusça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Farsça ve Latince biliyor. Gerisini yazmaya sayfalar yetmez. Ekşi Sözlük’ün takma adlı GÜYA yazarları, böyle biriyle dalga geçebilecek düzeyde olduklarını zannederek işkembe-i kübradan attıkça atmışlar. Arama motorlarında meydanın bilgisiz, etik dışı laflamalara kalmaması açısından sanal ortamda yanıtları, karşılığı olmalıdır, her ne kadar ciddiyetsiz bu türler için zaman harcamaya yazık olacaksa da.

Yani sonuçta,  internet çöplüğünü süpürme çoğu zaman olduğu gibi yine bu blog satırlarına düşecek.

Not: İlber Ortaylı Hocanın bu ifadelerine kimilerince yapıştırılmış/yaftalanmış olan “Odun kafalı, Allah’ın öküzleri” sözleri Hoca’ya ait değil.

Türkçede Dünya milletlerini adlandırma

Ekşi Sözlük’ün, GÜYA, yazarlarının bilemedikleri, anlayamadıkları, dolayısıyla sırf bu nedenle Prof. Ortaylı’ya hakaretlerle saldırmaları, Türkçede ulusları adlandırmada yapılan yanlışlıklardan kaynaklanmaktadır. Açıklayalım:

1. Türkçede etnik kökene göre millet/ulus adıyla anılanlardan belli başlı bağımsız/otonom ülke ve ulus adları;

Abhazya: Abhaz, Afganistan: Afgan, Almanya: Alman, Arnavutluk: Arnavut, Azerbaycan: Azeri, Balkarya: Balkar,  Bangladeş: Bengali-Bengalli, Bask: Bask, Başkurtistan: Başkurt, Beyaz Rusya: Beyaz Rus, Bosna-Hersek: Boşnak, Bulgaristan: Bulgar (Bulgaristan: Bulgarya, Bulgar ve Bulgarca: Bulgarski),  Çeçenistan: Çeçen, Çekya: Çek, Çuvaşya: Çuvaş, Doğu Türkistan: Uygur, Ermenistan: Ermeni, Estonya: Eston (Estonca), Finlandiya: Fin (-ler ekini alarak daha çok çoğul kullanılır), Gagavuz Yeri: Gagavuz, Gürcistan: Gürcü, Hırvatistan: Hırvat, Hindistan: Hint, İskoçya: İskoç, İspanya: İspanyol, İtalya: İtalyan, Japonya: Japon, Kabardin: Kabardey, Katalonya: Katalan, Kazakistan: Kazak, Kırgızistan: Kırgız, Leton: Leton (Letonca), Litvanya: Litvan (Litvanca), Macaristan: Macar, Makedonya: Makedon, Moğolistan: Moğol, Osetya: Oset, Özbekistan: Özbek, Romanya: Rumen, Rusya: Rus, Saha Yeri: Saka, Sırbistan: Sırp, Slovakya: Slovak, Slovenya: Sloven, Tacikistan: Tacik, Tataristan: Tatar, Türkiye: Türk, Türkmenistan: Türkmen, Yunanistan: Yunan. 

Not: Türk Dil Kurumuna göre Afganlı yok, Afgan var. Bu bir açıdan doğru sayılır, zira Afganistan halkının dilinin resmi adı Dari. Ancak kazın ayağı öyle değil. Aynı zamanda Peştuca da Afganistan’ın resmi dili. Bölgesel olarak Özbekçe, Türkmence, Hazaragi v.b. diller de var. Dari Farsçanın bir diyalekti. O yüzden Afgan Farsçası olarak da nitelendirenler var. Ancak Afganistandaki iki ana etnik gruptan biri olan Peştunlar tarafından, Afgan halkının İran ile dil bağlantısını koparmak amacıyla, Dari olarak nitelendirilmesi empoze ediliyor.

2. Türkçede egemen/otonom olmayan ulus adlarından belli başlıları (bazıları Türk kökenli):

Ahıskalı,  Breton, Buryat, Çerkez, Hakas, Halaç,  Havsa, İbo, İnuit, Karapapak, Karay, Kaşkay, Korsikalı, Nenet, Nogay, Tsaatan, Tuva, Sami, Soyot, Şor, Udmurt, Yoruba

3. Türkçenin addan ad yapım ekleri olan –lı, -li, -lu, -lü eklenerek ifade edilen belli başlı ülke ve millet/ulus adları. Bunlardan kırmızı işaretli olanların bu kategoriye girmeleri, yazımızın kousu açısından yanlış olup izleyen bölümde açıklamaları yapılmıştır:

Amerika Birleşik Devletleri: Amerikalı, Andorra: Andorralı, Angola: Angolalı, Antigua-Barbuda: Antigualı ve Barbudalı, Arjantin: Arjantinli, Avustralya: Avustralyalı, Avusturya: Avusturyalı, Bahreyn: Bahreynli (Arap), Bangladeş: Bangladeşli, Barbados: Barbadoslu, Belçika: Belçikalı, Belize: Belizeli, Benin: Beninli, Bermuda: Bermudalı, Bhutan: Bhutanlı, Birleşik Arap Emirliği: Birleşik Arap Emirlikli (Arap), Birmanya (Myanmar): Birmanyalı (Myanmarlı), Bolivya: Bolivyalı, Botsvana: Botsvanalı, Brezilya: Brezilyalı, Brunei: Bruneili, Burkina Faso: Burkina Fasolu, Burundi: Brundili, Cape-Verde: CapeVerdeli, Cebelitarık: Cebelitarıklı, Cezayir: Cezayirli (Mağribi), Cibuti: Cibutili, Çat: Çatlı, Çin: Çinli, Danimarka: Danimarkalı, Dominik: Dominikli, Ekvador: Ekvadorlu, El Salvador: Salvadorlu, Endonezya: Endonezyalı, Ekvator Ginesi: Ekvator Gineli, Estonya: Estonyalı, Eritre: Eritreli, Etiyopya: Etiyopyalı (TDK’ya göre aynı zamanda Habeşi), Fas: Faslı (Mağribi), Fiji: Fijili, Filipinler: Filipinli, Filistin: Filistinli (Arap), Falkland Adaları: Faklandlı, Gabon: GabonluGaller: Galli (Bu sözcükte kural dışı olarak –er takısı düşüyor ve bunun yerine isim köküne –i takısı getiriliyor.), Gambiya: Gambiyalı, Gana: Ganalı, Gine: Gineli, Gine Bissau: Gine Bissaulu, Grönland: Grönlandlı, Guam: Guamlı, Guetamala: Guetamalalı, Guyana: Guyanalı, Haiti: Haitili, Hollanda: Hollandalı, Honduras: Honduraslı, İran: İranlı, İrlanda: İrlandalı, İsrail: İsrailli, İsveç: İsveçli, İsviçre: İsviçreli, İzlanda: İzlandalı, Irak: Iraklı (Arap),  Jamaika: Jamaikalı, Kamboçya: Kamboçyalı, Kamerun: Kamerunlu, Kanada: Kanadalı, Karadağ: Karadağlı, Katar: Katarlı (Arap), Kenya: Kenyalı, Kiribati: Kiribatili, Kolombiya: Kolombiyalı, Komor Adaları: Komorlu, Kongo: Kongolu, Kore: Koreli, Kosta Rika: Kosta Rikalı, Kuveyt: Kuveytli (Arap), Kuzey Kore: Kuzey Koreli, Küba: Kübalı, Laos: Laoslu, Lesotho: Losotholu, Letonya: Letonyalı, Liberya: Liberyalı, Libya: Libyalı (Arap), Lihtenştayn: Lihtenştaynlı, Litvanya: Litvanyalı, Lübnan: Lübnanlı (Arap), Lüksemburg: Lüksemburglu, Madagaskar: Madagaskarlı, Malavi: Malavili, Malezya: Malezyalı, Mali Cumhuriyeti: Malili, Malta: Maltalı, Meksika: Meksikalı, Mısır: Mısırlı (Arap), Moldova: Moldovyalı-Moldovalı, Moritanya: Moritanyalı, Mozambik: Mozambikli, Namibya: Namibyalı, Nauru: Naurulu, Nepal: Nepalli, Nijer: Nijerli, Nijerya: Nijeryalı, Nikaragua: Nikaragualı, Norveç: Norveçli, Pakistan: Pakistanlı, Panama: Panamalı, Papua-Yeni Gine: Papua-Yeni Gineli, Paraguay: Paraguaylı, Peru: Perulu, Polonya: Polonyalı (aslı Leh), Portekiz: Portekizli, Porto Riko: Porto Rikolu, Romanya: Romanyalı, Ruanda: Ruandalı, Senegal: Senegalli, Seyşeller: Seyşelli, Singapur: Singapurlu, Somali: Somalili (Afro-Arap), Sri Lanka: Sri Lankalı, Sudan: Sudanlı (Afro-Arap), Suriye: Suriyeli (Arap), Suudi Arabistan: Suudlu (Arap), Şili: Şilili, Tanzanya: Tanzanyalı, Tayland: Taylandlı, Tayvan: Tayvanlı, Togo: Togolu, Tonga: Tongalı, Tunus: Tunuslu (Mağribi), Uganda: Ugandalı, Ukrayna: Ukraynalı, Umman: Ummanlı (Arap), Uruguay: Uruguaylı, Ürdün: Ürdünlü (Arap), Vanuatu: Vanuatulu, Venezuela: Venezuelalı, Vietnam: Vietnamlı, Yemen: Yemenli (Arap), Yeni Zelanda: Yeni Zelandalı

Görüldüğü gibi Türkçede YANLIŞLIKLA bu adlandırmaya girmiş birçok ülke var. Bu kategorileştirmenin Prof. İlber Ortaylı ile hiç ilgisi yok. Ekşi Sözlük’ün, nickli GÜYA, yazarları, söz konusu ülkelerin aslında bu kategoride olmamaları gerektiğini anlayamayıp (anlasalardı hayret edilirdi), sonlarının lı, li ile bittiğine mal bulmuş mağrıbi gibi sarılmışlar. Aristo mantığının hiç olmazsa bir mantığı var, onlarda onun bile olmadığı apaçık.

Yanlışlıkların açıklamaları

Hindistan ulusuna Hint demişiz (Hintli yanlış, Türk Dil Kurumu – TDK’ya göre Hint) ama aynı mantıkla Pakistan ulusuna Paki dememişiz. Aslında onlara Paki de denemez zira ülke çok uluslu, çoğunluklu-baskın etnik grup yok. Yani Pakistanlı’da bu açıdan yanlışlık yok denebilir. Ancak, Bangladeşli yanlış. Doğrusu ulus ve dil olarak “Bengali”. Diline “Bengalce” de denebilir.

Portekiz diyoruz ama aslı “Portugal”. Portekizli diyoruz ama aslı “Portugues”, aynı zamanda Portekizce demek. Yani Portekiz’de “Portekiz” dersek Portekizli demiş oluyoruz. Ama Portekizli kolayımıza gelmiş. Açıklama tekerleme gibi oldu.

Polonyalı diyoruz ama aslı “Leh”. Dili “Lehçe”. Eskiden Lehistan dediğimiz Polonya’nın günümüzde resmi adı “Polska”. “Polski” hem Polonya halkı hem de dili anlamında.

Hollanda diyoruz. Aslı “Nederland”. Hollandalı Nederlander. Hollandaca diye bir dil, Hollandalı diye bir ulus yok. Ülke dili “Felemenkçe”. Felemenkçe, günümüz Hollanda’sını da içine alan Hollanda, Belçika ve Surinam’da, ünlü futbolcu Ruud Gullit’in ülkesi Hollanda Antillerinde resmi dil.

Danimarkalı değil “Dan“, Danimarkaca değil “Danca”.

İrlanda diyoruz ama aslı “Eireann”. İrlandalı diyoruz ama aslı “Gaeilge”, anlamı aynı zamanda İrlanda dili. Gaelic, Kelt dili demek. Kelt İskoç, İrlandalı ve Gallilerin ortak soyu. Gal diyoruz, aslı ise “Cymru”. “Cymraeg” hem Galli hem de Galce demek. Galce, İrlandaca, İskoçça, Bretonca yaşayan Kelt dilleri.

Neyse ki İskoç’a İskoç diyoruz, İskoçyalı değil. O yüzden oraya girmemize gerek kalmadı. Britanya adalarında geriye bir millet kaldı. O da İngiliz. İngilize İngiltereli dendiğini hiç görmedim, duymadım.

Çin diyoruz ama Güneydoğu Asya’daki Çinliler, kendilerini “Huárén” (華人) olarak tanımlar. Bu, Çin Halk Cumhuriyeti ya da Çin Cumhuriyeti vatandaşları için kullanılan “Zhōngguórén”  (中國人) teriminden kasten farklıdır. Yazı, konuşma dilleri, dil aileleri, diyalektleri bize göre karmakarışıktır. Ulus sınıflandırmamızda Çince, Çinli deyip çıkmamızın sorumlusu herhalde bu karışıklık olmalı.

İsveç’in resmi adı “Sverige”, halkı “Svensk”, kendine özgü dili “Svenska” (İsveççe). Norveç’in resmi adı “Norge”, halkının adı ve kendine özgü dilinin adı “Norsk” (Norveççe). Bunlarla kim uğraşacak?  İsveçli, Norveçli deyip çıkmışız. Bu saatten sonra değişmesi zor.

Araplara külliyen/toptan “Arap”, Kuzey Batı Afrikalılara da “Mağribi” denmesi gerekir.

Litvanyalı, Litvanyaca değil, doğrusu “Litvan”, “Litvanca”. Letonyalı, Letonyaca değil, doğrusu “Leton”, “Letonca”. Estonyalı, Estonyaca değil, doğrusu “Eston”, “Estonca”. Ural Dil Ailesi’nin Fin-Ugor dillerine mensup olan Estonca’nın Letonca ya da Litvanca ile alakası yok. Estonca daha çok Fince ile benzerlik gösteriyor. Ancak Fince kadar zor değil. Letonca ve Litvanca ise birbirine çok daha yakın. Her ikisi de Hint-Avrupa Dil Ailesi’nin Baltık dil grubuna ait.

İzlanda değil “İsland” aynı zamanda İzlandalı demek. İzlandaca değil “İslenskur”. Bu saatten sonra bizde değişmesi zor.

Ukraynalı değil “Ukraynska”. Aynı zamanda “Ukraynca” demek. Ukraynaca da dersek yanlış yapmış sayılmayız.

Romanyalı değil “Rumen”. TDK’ya göre de Roman, Romen değil, Rumen ve dil de Romanca, Romence değil “Rumence”.

Maltalı değil, “Maltız”, dili Maltaca. Maltalılar ikisine de “Malti” diyorlar.

İran’a gelince iş biraz karışık. Farslar, Kürtler, Zazalar, Tacikler, Mazenderanlılar, Gilekler, Lurlar, Beluciler, Tatlar, Talışlar, Osetler, Azerbaycan Türkleri, Türkmenler, Kaşkaylar, Halaçlar gibi nüfus büyüklükleri farklı olan boylar, çok eski dönemlerden beri bu coğrafyada yaşamaktadırlar. Günümüzde ülkeye hakim olan siyasi otorite açısından ise İran milletine “Farsi”, diline “Farsça” denir. Son Şah Muhammet Rıza Pehlevi zamanında ise Pers İmparatorluğu deniliyordu. Sonuçta 2009 yılı itibarı ile Farsların İran’ın %61’ini oluşturduğunu göz önüne alarak halkına “Farsi”, diline de “Farsça” demek gerekiyor.

Kore’de ise işler daha da karışık. Güney Koreliler kendilerine  “Hanguk-in” ya da “Hanguk-saram” diyorlar, ikisi de (Sam)han halkı anlamında. Korelilere diaspora katıldığında genelde topuna “Han-in” deniliyor. Kuzey Koreliler ise kendilerine “Joseon-in Joseon-saram” diyorlar. Hepsinin dilleri izole bir dil olan Korece. Bize bunlar zor gelmiştir elbette, o yüzden Koreli, Korece demişiz. Ekşi Sözlük’ün, GÜYA, yazarları bunun suçunu da açıkça Prof. İlber Ortaylı’ya yüklemişler.

Almanyalı

İlber Hoca’ya göre Almanya’lı denemez. Biz de ekleyelim ki Almanca’da Almanyalı diye bir sözcük yoktur. Ona en yakın sözcük “Alman” anlamına gelen “Deutsch”dur. Almancı diye bir sözcük var ama Almanla hiç ilgisi yok, “Almanya’da çalışan Türk vatandaşı” demek. Türkiyeli savunucularından olmayan akıllarına gelip “hah işte buldum Deutschländer” var diyen çıkmaktadır. Ancak bu sözcük. Namibya’da (Afrika) Almanca konuşan insanlar arasında Almanya’dan gelen Almanlar için ortak bir terim.

Sonuç

Görüldüğü gibi sadece bizim Türkçeye bakıp da sonu lı, li ile biten birçok milletin, soyunun belirsiz olduğuna karar verilemez. Sözcüklerin etimolojisini, o milletlerin soyu olup olmadığını, milletlerin ve dillerinin tarihçeleriyle birlikte araştırmak gerekir.

Türkiyeli

En önemlisi, son yıllarda zorlamalarla empoze edilmeye çalışılan Türkiyeli tanımı da yukarıdaki açıklamalar ışığında keenlemyekün yani YOK HÜKMÜNDE, YOK DEĞERİNDE kalmaktadır.

Kaynaklar:

Azerbaycan Türkçesi nasıl bir dil? Bülent Pakman 2010-2013 https://bpakman.wordpress.com/baku-2010-fotograflar/turkler-icin-azerice/azerbaycan-turkcesi-nasil-bir-dil/

İlber Ortaylı’nın dedikleri ya da demedikleri… Hasan Pulur, Milliyet 13 Nisan 2013 https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-pulur/ilber-ortayli-nin-dedikleri-ya-da-demedikleri-1692909

Türkçede Dünya Ülkeleri Vatandaşlarını Adlandırma Yöntemleri, İmran Karabağ ,Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Haziran 2017 21(2): 601-607 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/474642

Deutschländer. Wikipedia https://de.wikipedia.org/wiki/Deutschländer

Ekşi Sözlük https://eksisozluk1923.com/50-kere-soyledim-odun-kafalilara–3776933

İsveç Wikipedia https://tr.wikipedia.org/wiki/İsveç

Norveç, Wikipedia https://tr.wikipedia.org/wiki/Norveç

Çinliler, Wikipedia https://tr.wikipedia.org/wiki/Çinliler

Çin Dilleri, Wikipedia  https://tr.wikipedia.org/wiki/Çin_dilleri

Kore Wikipedi https://en.wikipedia.org/wiki/Korea

Pakistan Wikipedi https://en.wikipedia.org/wiki/Pakistan

Bangladeş Wikipedi https://en.wikipedia.org/wiki/Bangladesh

İran,Wikipedi https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ran

İran demografisi https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ran_demografisi

Dari, Wikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/Dari

Baltık ülkeleri hakkında bilmeniz gereken 8 şey https://www.milliyet.com.tr/molatik/galeri/baltik-ulkeleri-hakkinda-bilmeniz-gereken-8-sey-82877/1

Bülent Pakman Eylül 2023. İzin alınmadan, aktif link verilmeden alıntılanamaz.

al arça

Ala Arça nehri Bişkek

Bülent Pakman kimdir?       

 

Türk dili içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmezmiş

Aşağıdaki yazının ilk bölümü yorumsuz alıntıdır. Yorumlarımız alıntıdan sonradır.                     ……………………………………………………………………………………………………

Aziz Nesin’e atfedilen “Hiçbir Müslüman Atatürk’ü Sevmez” Sözü. Malumatfurusorg 19 Ağustos 2022 https://www.malumatfurus.org/musluman-ataturku-sevmez/

Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez niye sevsin ki yaptığı hiçbir şey İslam’ın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor hem de Müslümansa ya ahmaktır ya sahtekar ya da cahildir.” sözünün Aziz Nesin’e (20 Aralık 1915 – 6 Temmuz 1995) atfedilerek yaygın şekilde paylaşıldığı görülüyor.

Sözün geçmişini taradığımızda 1990’lı yıllardan aktarımlara rastlayabiliyoruz.

“Aziz Nesin: ” Müslümanlar Atatürk’ü sevmezler. Atatürk’ü sevmemekte haklıdırlar. Çünkü Atatürk Müslümanların seveceği hiçbir şey yapmamıştır” diyerek, Atatürk’e hakaret etmiştir. Ve Müslümanları Atatürk’e karşı kışkırtmış. (Cengiz Özakıncı (1995). İletişim Çağında Aydın Kirlenmesi. Bellek Yayınları. Sf: 211)

Kadir Mısıroğlu’nun Geçmiş Günü Elerken adlı kitabında (1993. Sebil Yayınevi. Sf: 62) Aziz Nesin’in bu sözüne şöyle yer verdiği görülüyor.

Böyle ahmaklara verilebilecek cevapların en güzelini bir dinsiz olan Aziz Nesin bakınız nasıl veriyor: “Gerçek müslümanlar Atatürkü sevmez!..” dedikten sonra ilâve ediyor: “Atatürk müslümanlar acısından sevilecek bir şey yapmadı, Türkiye’de Atatürk’ü sevdiğini söyleyen müslümanlar yalancıdır!..” (Bkz. Hürriyet Gazetesi 13 Ocak 1993 tarihli nüsha.)”

İnternet taramasında bahsi geçen 1993 yılından Hürriyet gazetesi haberinin aşağıdaki küpür olduğu anlaşılıyor.

aziz nesin 1

13 Ocak 1993 tarihli Hürriyet Gazetesinden

Hürriyet Haber Ajansı’ndan Oğuz Uçar (Abant (Bolu)) imzalı haberin ilgili bölümünün metni şu şekilde:

“AZİZ NESİN: ‘Gerçek Müslümanlar Atatürk’ü sevmez’

ÜNLÜ yazar Aziz Nesin, ‘Kara Ses’ olarak tanınan Cemalettin Kaplan’ı ‘İşte Gerçek Müslüman’ olarak tanımlayarak, gerçek Müslümanların Atatürk’ü sevmemelerinin normal olduğunu söyledi.

Abant’ta tatil yapan Nesin, ‘Atatürk, Müslümanlar açısından sevilecek bir şey yapmadı. Türkiye’de yaşayan ve Atatürk’ü sevdiğini söyleyen Müslümanlar, yalancıdır. Ben Atatürk’e hayranım, ama bu tapıyorum anlamına gelmez’ dedi.”

Metinden görülebileceği üzere Aziz Nesin’in “gerçek Müslüman”ı, “Cemalettin Hocaoğlu (Kaplan)” üzerinden tanımlamış.

‘Kara Ses’ lakabıyla tanınan Cemaleddin Kaplan, Kaplancılar olarak bilinen Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD) isimli örgütün kurucusudur. Adana müftülüğü yaparken lâiklikle uyuşmayan fetvalar verdiği için emekliliğe sevk edildikten sonra 1980 darbesinin ardından yurt dışına kaçan Cemaleddin Kaplan, 1984 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmıştı. Cemalettin Kaplan, Türkiye’yi “Darü’l-Harp” olarak ilân etmişti. Yerine geçen oğlu Metin Kaplan, halifeliğini ilan edip, Türkiye’ye yönelik cihat çağrısında bulunmuştu. Metin Kaplan, Almanya’dan Türkiye’ye iade edilmesinin ardından yapılan yargılamasında “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış ve 2016 yılında sağlık gerekçesiyle tahliye edilmişti.

Aziz Nesin’e atfedilen söze dönecek olursak…

Nesin’in farklı pek çok yerde “Müslüman – lâik” arasındaki farkı vurguladığı görülüyor.

Aziz Nesin, eserlerinde ve demeçlerinde bir Müslümanın lâik olamayacağını ileri sürmüş ve farklı gördüğü bu iki kesimin ancak hoşgörü ile bir arada barış içinde yaşayabileceğini belirtmişti:

Bir insan hem Müslüman hem de laik olabilir mi? Bana göre olamaz. (…) Müslümanın laik olamayacağı Kuran’dan bellidir, şeriattan bellidir. Kuran şeriattır çünkü. Şeriatı değiştiremezsiniz. Değiştirmek mümkün değildir zaten.” (Çuvala Doldurmuş Kediler: 173)

Laik olmanın biçok koşulu vardır; ama başat koşul, din işleriyle dünya işlerinin birbirinden ayrı olmasıdır. Müslüman olmanın da biçok koşulu vardır. Ama Müslümanlığın başat koşulu, Allahın kelamı olan Kuran’a inanmak, iman etmektir; yani bu, din işleriyle dünya işlerinin birbirinden ayrı olmamasıdır. Bütün yasalar ve anayasalar zamanla değişir ama İslamın anayasası olan Kuran değişmez ve bu anayasaya (Kuran’a) göre, dünya işleriyle din işleri birbirinden ayrılamaz. Çünkü Kuran, hem bu dünyanın hem öbür dünyanın değişmez kurallarını, yasalarını koymuştur. Müslümanlıkla laiklik arasındaki en büyük çelişki de burdadır. Hem Müslüman hem laik olunamaz. Bu yüzden laikliği kabul etmeyen, hatta laikliğe düşman olan gerçek Müslümanlar kendi açılarından kesin haklıdırlar.” (Bir Tutam Aydınlık: 44-45)

Müslüman, tek kitabı olan Kuran hükümlerini uygulamakla yükümlüdür. Bu hü­küm­ler şeriatın yasalarıdır. Hiçbir Müslüman şeriat yasalarının dışına çıkamaz. Oysa görüyoruz ki demokrasiyle şeriat hiçbizaman bağdaşamazlar. İşte buyüzden, bir Müslümandan laik olması beklenemez. Bir insan ya Müslüman değildir, ya laik değildir. Günümüzde ne yazık ki laik Müslüman yada Müslüman laik gibi uydurma kavramlar yaygındır. Aslında bu, tam Müslüman olmayan Müslümanların şeriatçılara verdiği bir ödündür. Düşünülmesi gereken şudur: Bir Müslüman laik olamayacağına ve şeriat hükümleri uygulamakla yükümlü olduğuna göre laiklerin Müslüman düşmanı, Müslümanların da laik düşmanı olması gerekmiyor mu? İşte sorun budur. Nasıl Müslümanlar, örneğin başka dinden olanlarla üzerinde yaşadıkları dünyayı paylaşmak zorundaysalar laiklerle de bu dünyayı paylaşmak ve bir arada insanca yaşamak durumundadırlar. Bunun yolu salt hoşgörüdür. Ancak hoşgörüyle Müslümanlarla laik olanlar ve başka dinden olanlar bir arada ve barış içinde yaşayabilirler. Yoksa laik Müslüman ya da Müslüman laik uydurma kavramlarıyla değil.” (Çuvala Doldurmuş Kediler: 167-168)

“Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’ye Batı’dan alınan üstyapı kurumları arasında bir de “laiklik” kurumu sokulmuştur. Ve sanılmıştır ki ileri Avrupa devletlerinde nasıl bir laiklik varsa, bizde de böyle bir laiklik olabilir. Bu sanıda olanlar, Müslümanlıkla Hristiyanlık arasındaki büyük ayrımı anlayamadıkları için, yaşamın acı gerçekleri karşısında durmadan yanıldıklarını görmüşlerdir. Oysa laiklik salt Hıristiyanlığa uygun bir kurumdurbir Müslüman’ın laik olabilmesi olanaksızdır. Çünkü laikliği, şöyle tanımlıyoruz: “Dünya işleriyle iman işlerinin birbirinden ayrılması.” Bir Hristiyan için, dünya işlerini din işinden ayırmak kolaydır; çünkü onun dini, İslamlığa göre dünya işleriyle daha az ilgilidir. Oysa Müslümanlık tümüyle dünya işlerinin düzenlenmesi üzerine kurulmuş bir dindir.” (Merhaba: 180)

Aziz Nesin’in Bir Tutam Aydınlık adlı kitabında yer alan 24 Ağustos 1993 tarihli “Ne Yapmalıyız” başlıklı yazısında Diyanet görevlilerinin ve tarikat Müslümanlarının Atatürk’ü sevmediği yönünde yorumu şöyleydi:

“Peki ama sonuç ne oldu? Türklerin yaşadığı biçok Avrupa kentinde pekçok cami var. Bir camiye gidenler, öbür camiye gidenlere düşmandır. Tarikat Müslümanları, Diyanet İşleri Müslümanlarına ve Diyanet İşleri de tarikatçılara düşmandır. Camileri bile ayrılmış Müslümanlar! Asıl düşmanlık nerden kaynaklanıyor? Diyanet İşlerinin din görevlileri sözde Atatürkçü sayılır, öbürleri de Atatürk düşmanı. Bana göre ikisi de Atatürk’ü sevmez! Asıl sorun, çıkar sorunudur. Diyanet İşlerinden olanlar parayı (aylıklarını) devletten alıyor, kaçakçının, rüşvetçinin, genel kadının, Hristiyanın, Yahudinin, dinsizin, yani hepimizin ödediği vergilerden toplanıp biriken devlet bütçesinden öbürleri de Müslüman saf Türk işçisinin gönüllü olarak cebinden verdiği paradan…

Peki ama bizi bize düşman eden kim? Bu düşmanlığı yok etmenin umarı nedir? Ne yapmalıyız? Sizin ne yapacağınızı bilemem ama bana göre bunun umarı ne yapmamız gerektiğini düşünmek, bir daha düşünmek, ille de düşünmek!”aziz nesin 2

Aziz Nesin, babasının Atatürk hakkındaki düşüncesini bir söyleşide şöyle aktarmıştı

– Babanız çok dindarmış…

Aziz Nesin: Dindardı ama, yobaz değildi. Aydınlık düşünceliydi.

– Onun Atatürk’ü sevmediğini yazıyorsunuz.

Aziz Nesin: Bırakın sevmemeyi, düşmandı. (Ahmet Kahraman (1990). İnsanlar ve İnsancıklar. Boyut. Sf: 28):

Nesin ayrıca, Türkiye’nin aslında lâik olmadığını da şöyle ileri sürmüştü:

“Türkiye’de Müslümanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla ve hükümet yoluyla devletin içindedir. Böyle olunca devletle din işleri birbirinden ayrılmıyor. Yani Türkiye laik değil demektir.” (Aziz Nesin / Bir Tutam Aydınlık: 1993)

1993 yılında BBC’ye verdiği demeçte bu görüşünü şöyle detaylandırmıştı:

“Şimdi efendim sorunu genel almak lâzım. Şeytan Ayetleri önemli bir olay değil. Türkiye’nin girdiği bir bağnazlık ve köktencilik akımı var. Bu Şeytan Ayetleri bunun içerisinde bir parça ve güncel olan bir ufak durumdur. Yani tek başına Şeytan Ayetlerini ele alırsanız Türkiye’yi anlamamış olursunuz. Türkiye gericiliğe köktenciliğe bağnazlığa adım adım giderken şimdi koşar adım gidiyor. Bugün artık Türkiye lâik değil, açık olarak lâik değil, anti-lâik İslamcı bir devlet hâline geliyor. Ve kendi bünyesi içerisinde de İslamcılık Sünnilik Alevilik gibi 2’ye ayrılmış durumda. Biz lâik olarak yani demokrasinin laisizmden ayrılmayacağını düşünerek hareket ediyoruz. Şimdi bunların çevrilmesi yayımlanması o büyük olayın bir parçası olarak gösterilen tepkidir. Başka bir şey değildir.”

* Katkısı için Aziz Nesin Arşivi‘ne teşekkürlerimizle… (https://twitter.com/AzizNesinArsivi)

ALINTI: Aziz Nesin’e Atfedilen “Hiçbir Müslüman Atatürk’ü Sevmez” Sözü Malumatfurusorg 19 Ağustos 2022 https://www.malumatfurus.org/musluman-ataturku-sevmez/

…………………………………………………………………………………

Yorum

Nesin’in yukarıdaki 13 Ocak 1993 tarihli gazete kupüründeki beyanı fesli-püsküllü Kadir tarafından cımbızlanıp değiştirilmiş “Gerçek Müslümanlar Atatürk’ü sevmez” haline getirilmiş. Bu dönmüş dolaşmış  Hiçbir Müslüman Atatürk’ü Sevmez”, “Müslümanlar Atatürk’ü sevmez şekillerinde de aktarılmış. Zokayı yutan Dinciler de bunlara mal bulmuş mağribi gibi atlamış ve atlamayı sürdürüyorlar. Halbuki Aziz Nesin orada bambaşka şeyler söylüyor. Arka planda demek istediği şu: Türkiye’deki Müslümanlar darbe yüzünden takiyye yapıyorlar, yalan söylüyorlar. Yurtdışındakiler ise, örneğin Kaplancılar korkmuyorlar, istediklerini söyleyebiliyorlar. Gerçek Müslümanlar onlar yani gericiler. Özetle Nesin İslam’ı topyekun kararıyor ve diyor ki: Farketmez, İslam gerici bir dindir, Müslümanlar da gericidir. 

Dincilerin böylece baştacı yaptıkları Aziz Nesin toplumda gördüğü ahlaksızlık, iki yüzlülük, çıkarcılık, sömürü ve yolsuzluk gibi temel sorunları çoğunlukla dine mal ederek çözümü ateist olmakla bulmuştur.  Dinciler aslında Aziz Nesin’i bu yüzden hiç sevmezler. Ateist olduğunu böyle açıkça ilan ettiği için İslam düşmanı olarak kabul ederler. Ona yapmadıkları hakaretleri kalmamıştır, öyle ki sonunda Sivas’ta Madımak Otelinde diri diri yakmaya kalkmışlar, Nesin ölümden kıl payı kurtulabilmiştir. İşte dincilerin her aksiyonları böyle çelişkilerle doludur.

Bunu biraz daha açalım. Yazılarımızda, İslamın artık Kuran’daki din ile ilgisi kalmamış hale getirildiğini ve dünyanın hiçbir yerinde varlığının kalmadığını anlatmaktayız.  Günümüzde geçerli olan İslam artık Siyasal İslamdır.  1980’lerde ise Türkiye’de tarikatlar, gericiler 12 Eylül darbesi yüzünden günümüzde olduğu kadar gemiyi azıya alamamışlardı. Örgütlenme, siyasallaşma aktivitelerini ancak yurt dışında sürdürebiliyorlardı. Aziz Nesin’e göre “Gerçek İslam”, yobazların, dincilerin Siyasal İslamıydı. Bu yüzden Nesin, 30 yıl önceki yukarıda adı geçen söyleminde “gerçek Müslümanlar” derken, yukarıdaki yazıda da vurgulandığı gibi, 1980’lerde 12 Eylül Darbesi yüzünden Almanya’ya kaçan ve oralarda cehaletin zirvelerinde faaliyet gösteren Cemalettin Kaplancıları işaret etmiş. Onların Atatürk’ü sevmediğini de eklemiş ki bu zaten herkesin bildiği birşey. Nesin anlatımına devam ederek, o günlerde Türkiye’de yaşamakta olan Müslümanları “Gerçek Müslüman” dediklerinden ayırmış, Türkiye’deki Müslümanların Atatürk’ü sevdiklerini bir taraftan kabul ederken diğer taraftan onları yalancılıkla itham etmiş. Nesin’in bu anlatımında dincilerin iddia ettiği gibi “Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez” diye bir saptaması yok. Ama arka planda yaptığı bir şey var ki, o da Müslümanları topyekun karardığı.

Aziz Nesin kimdir, bu konuların uzmanı mıdır? Bu saptamaları yaparken Türkiye’deki, yurt dışındaki bütün Müslümanlarla mı konuşmuş? Yalancı Müslüman dediklerine örneğin, Prof. Yaşar Nuri Öztürk de mi dahil? Tam tersine Atatürk’ü seven aynı zamanda İslam inancını, örfünü de yerine getiren dünya kadar Müslüman var.

Nesin, Atatürk Müslümanlar açısından bir şey yapmadı derken de çok büyük yalan söylüyor. Türkiye bir taraftan bu tür yalanlarla beyinleri yıkanmış kitlelerle de doludur ama diğer taraftan da hem Atatürk’ü seven hem de dini inançlarını, vecibelerini özgürce yerine getiren insanların da ülkesi olmayı zor da olsa halen sürdürebilmektedir. Anıtkabirin hala büyük rağbet görmesi bunun kanıtıdır.

Atatürk Müslümanlar açısından neler yapmış?

Hristiyan emperyalizmine karşı İslamın “cihat” ilkesini hayata geçirerek verdiği Kurtuluş Savaşı sonunda hem Müslüman Türk insanının namusunu, canını, malını, vatanını kurtarmış, hem de camilerinde ezanların susmasını engellemiştir. Din işlerini yürütmek ve din istismarcılarının dini kullanarak halk üzerinde baskı kurmalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. İslam dinini “Türk’ün milli dini” olarak görmüş, Hz. Muhammed’i sahiplenmiş ve bu konuları da içeren dinde öze dönüş projesini geliştirmiştir. Türk tarihinde İslam dini konusunda entelektüel düzeyde ciddi olarak bizzat çalışan tek devlet adamı Atatürk’tür. İslam dininin ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’i bu konunun uzmanlarına Türkçeye tercüme ve tefsir ettirmiştir, binlerce bastırılarak ücretsiz dağıttırmıştır, kitlelerin dinlerini anlamalarını, benimsemelerini sağlamıştır.

En güvenilir hadis kaynaklarından biri olan Buhari hadislerini Türkçeye çevirttirmiş, binlerce adet bastırılıp ücretsiz dağıtılmıştır.

Müslüman Türk halkının anlayarak, hissederek Tanrı’ya daha kalbi bir şekilde ve aracılara ihtiyaç duymadan yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutmuştur. Bunun için 1932’de İstanbul’un 9 hafızını özel olarak hazırlamıştır. Onlarca camilerde hafızlara önce Kuran’ın Arapçasını sonra Türkçesini nasıl okuyacaklarını eline Kuran’ı alıp tane tane Kuran’ın nasıl okunması gerektiğini göstermiştir.

İslam dininin akla ve bilime aykırı hiçbir şey içermediği gerçeğinden hareket ederek yeni Türk devletinin temeline “aklı” ve “bilimi” yerleştirmiştir. Din-bilim çelişkisi içinde savrulup gitmemiş, saf/öz İslam dininin akla ve bilime engel olmadığını düşünerek Müslüman Türkiye’nin aynı zamanda çağdaş bir Türkiye olabileceği formülünden hareket etmiştir. Atatürk, “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif terakkiye aykırı hiçbirşey içermiyor”, “İslam dini akla ve mantığa tamamen uygun bir dindir.” gibi açıklamalarıyla din, bilim arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan, zaman içinde ilgisini de kaybetmiş olan saltanat, halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, Mağribi kökenli fes gibi kurum, kavram ve objeleri kaldırmıştır. Cumhuriyeti ilan ederek yüzyıllar önce Emevilerin İslam dışı saltanata dönüştürdüğü devlet başkanlığını yüzyıllar sonra yeniden aslına, özüne, şura/berat/meşveret/danışma/halkın seçimi biçimine dönüştürmüştür. Laiklik ilkesiyle bir taraftan din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken diğer taraftan din istismarını önlemiş ve din özgürlüğünü garanti altına almıştır. Yüzyıllar boyunca sözüm ona “dini nedenlerle” erkeklere göre birçok konuda geri bırakılmış, sınırlandırılmış, baskılanmış, hatta insanlık onuru ayaklar altına alınmış kadına, “analık vasfına” yakışır bir şekilde, dünyanın birçok uygar ülkelerinden de önce, kadınlık ve insanlık onurunu yeniden kazandırmıştır. Atatürk’ün, Müslüman Türk kadınına verdiği medeni, sosyal, kültürel ve siyasal haklar her bakımdan İslam dininin ruhuna uygundur. Kazandığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmin ayakları altında ezilen bütün bir İslam dünyasına “bağımsızlık” modeli oluşturmuş, Cumhuriyet döneminde ise İslam dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurup, İtalya, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin yayılmacı emellerine karşı Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında Sadabat Paktı’nı kurmuştur.

Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etmiş, camiler açık olmuş, ibadet yasaklanmamış, Kuran ilk kez anlaşılarak okunmuş, din adamlarının Allah ile kul arasına girmemesi, yani İslam’da esasen olmayan ruhban sınıfının oluşması engellenmiştir. İnanç ve ibadet serbest bırakılmıştı. Namaz kıldığı için tek bir kişi suçlanmamıştır. Camiye gitmek suç sayılmamıştır. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi Allah’la kul arasında bir iç bağlantı olarak kalmıştır. Daha geniş açıklamaları OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Yani Atatürk varken camiler kapalıydı da O öldükten sonra mı açılmış, insanlar namaz kılmaya, oruç tutmaya, hacca gitmeye, Kur’anlarını sandıklardan çıkarmaya, cenazelerini namazla, duayla kaldırmaya başlamışlar, ezan okunmazmış da okunmaya mı başlamış? İnsanlar birden bire tekrar Müslüman mı olmuşlar?

Nesin, görüşleriyle Müslümanları birbirine düşürmek istemiş, bunu yaparken de çelişkilerle, uydurmalarla herşeyi karmakarışık etmiş. Nesin’in “laik”, “laiklik” anlayışları da yanlış. Gerçek şu ki, insan, dolayısıyla Müslüman, laik ya da anti laik olamaz. İnsan ya laik devlet taraftarıdır ya da değildir. Laik olan/olmayan Cumhuriyettir, Kraliyettir (Suudi Arabistan gibi) yani Devlet yönetimidir, erk/güç makamıdır. Nitekim, Türk Dil Kurumu Sözlüğü de öyle tanımlamış:

Laik: Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan: “Türkiye Cumhuriyeti … laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” – Anayasa

Laiklik: Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması, laisizm: “Türkiye Cumhuriyeti, laikliği umdeleri arasına koymakla dini, tecavüzden, istismardan, menfaate, şerre alet etmekten kurtardı.” – Orhan Seyfi Orhon

İşte Nesin daha bunları bilmeyen biri.

Sonuç

Atatürk’ü dindarlar nazarında değersiz kılmak için bir Tanrı tanımazın, bir dinsizin bir sürü palavrasının bir cümlesini, üzerine atlayarak cımbızlayan ve modifiye eden dincilerin haber değeri sıfır olan bir girişimi. Hepsi bu. Diğer dinci iddialarında olduğu gibi bunu da araştırıp, ortaya çıkarmak, belgelendirmek için dünya kadar zamanımı harcadım.

Not: Dinciler kendilerine dinci denmesinden hiç hoşlanmazlar. Dinciler demekle dindarların kastedildiği savını ortaya atarlar. O yüzden sıkça açıklamak zorunda kalıyoruz, dincilerin kimler olduğunu. Dinciler:

  • Ey insanlar, Allah’ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın.” (Fatr 5) olarak Kuran’da işaret edilen insanları Allah ile aldatanlar,
  • Kendilerini dini temsil konumuna koyarak çıkarlarını gözeten  ve bu çıkarları elde etmek için insanları kamplara bölen, dini kendi tutku ve çıkarlarına araç yapanlar,
  • Dini kurum haline getiren, mutluluk, barış ve esenlik aracı olmaktan çıkarıp kavga, kin ve ıstırap aracına dönüşmesine sebep olan, kendilerini din temsilcileri olarak görenler ile onlara bilerek veya bilmeyerek hizmet eden müritleri,
  • Allah ile aldatmayı insanın derinliklerine sokularak, onu yüreğinin en sıcak ve en temiz yerinden vurarak yapanlar.
  • Kendi mezhep ve/veya tarikatının ‘gerçek din’ olduğunu, bunun dışında kurtuluşun ya hiç olamayacağı yahut da imkansıza yakın ölçüde zor olduğunu iddia edenler.
  • Yanlış algılamalar, saptırmalar, dayatmalar, akıl dışılıklar, hatta din dışılıklarıyla İslam dünyasını sorunlu hale getirenler.
  • Ulema denilen dinde olmayan kadrolarla dine zarar verenler v.b.

Dincilerle ilgili daha geniş açıklamaları OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Bülent Pakman Nisan 2023. İzin alınmadan, aktif link verilmeden alıntılanamaz.

al arça

Ala Arça nehri, Bişkek

Bülent Pakman kimdir?

face

 

Atatürk, İnanç içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 2 Yorum

Azerbaycan’da Türkiye Türkçesini kabul etme çağrısı

Şahbaz Kuduoğlu, Azerbaycan dilinden vazgeçme çağrısı yaptı: “Şamahı, Kazak lehçesinden toplamadır

“Türkiye Türkçesini devlet dili olarak kabul etmeliyiz – Bir millet, bir dil.”

“SAVAŞ”ın (online gazete) bildirdiğine göre, “Kanun” Yayınevi’nin başkanı Shahbaz Kuduoğlu’nun Facebook sosyal ağında bu cümleyle başlayan paylaşımı itirazlara yol açtı.

Yayınevinden yararlananlar tarafından kınanan bu paylaşımın devamı şu şekilde: “30 yıldır kitap yayınlarım. Çok satan kitapların sayısı iki bini geçmez. Yerel yazarların eserleri daha da zayıf. Yıl boyunca 200, 300 veya 50-60 adet okunur. Asıl çeviri edebiyatı okunur. Okuyucular bundan hiç memnun değiller. Buna karşın, kitap pazarında Rusça, Türkçe ve İngilizce kitapların hacmi artmaya devam ediyor. Bakü’de daha çok Rusça okunmaktadır. Bölgelerimiz, gençlik ise Türkçe okumayı yeğliyorlar. Çağdaş okuyucular Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Turgenov’u ve diğer Rus klasiklerini Türkçe okuyorlar. Bağımsızlığın tarihinden 30 yılı geçmesine karşın dilimiz özel bir ilerleme kaydetmemiştir. Geride kalan yıllarda eğitim sistemi kurulmamıştır. Nitelikli uzmanlar yetiştiren eğitim kurumlarımız doğru dürüst ders kitapları yazamadılar. Öğrenciler sadece yabancı dil eğitimi alarak pozitif bilimlerde; tıp, ekonomi, kimya, fizik, matematik alanlarında bilgilerini artırıyorlar ya da yurt dışına okumaya gidiyorlar. Hukuk alanında ise hala Rusça kitapları çevirerek öğrencilere okutuyorlar.”

Huduoğlu dilimiz büyüktür desek de kendi dilimizde okumuyoruz diyor ve ekliyor: “Şu anda konuştuğumuz dil, Kazak lehçesi olan Şamahı’dan toplanmış, edebi bir dil şeklini almış ve görüldüğü gibi, hiç de herkesin sevgisine erişebilmiş değil. Dilimizin anayasal adı Azerbaycan dili olmasına karşın bu dil taşracılıktan kurtulamamış ve milli birlik yaratamamıştır.

Bütün elit tesislerde, restoranlarda ve otellerde Rusça konuşulmaktadır. Üst düzey görevliler kendi aralarında Rusça konuşurlar. Günümüz gerçeğinde Rus okulları Azerbaycan okullarını “gölgede bırakıyor”.

Kendilerini entelektüel ve uygar görenler bu dili konuşmazlar, hiç konuşmak da istemezler. İnsanlar var, bu ülkede doğmuş, adı ve inancı olmuş amma bu dili bilmiyor. Kendileri açısından gerek görmüyorlar. Azerbaycan’da sürekli Rusça konuşan ve ben Azerbaycanca bilmiyorum diyen biri nasıl olur da İstanbul’a iner inmez Türkçe konuşmaya başlar? Azerbaycan şairlerinden tek bir şiir bile bilmeyen, Rusça konuşan bir Azerbaycanlı nasıl olur da Nazım Hikmet’i ezbere bilir?

Şimdi beş altı yazar çıkıp diyebilir ki bizim klasiklerimiz, güzel dilimiz… Demek ki geleceği göremiyorlar. Bu gidişle bu dilden yakında bir meyhane dili de kalmayacak. Cumhuriyet kurulduğunda dilimizin adı Türkçeydi ve kitaplarımız Türkçe olarak çıkardı. Öyleyse neden şimdi gerçek dilimizi sahiplenmiyoruz?

Güneyde 30 milyon Azerbaycan Türkü var diyoruz. Tahran kitap fuarındayken şahit oldum ki onlar da Türkçe kitap okumayı tercih ediyorlar ve Türkçe film izliyorlar. Onlara özgür seçme hakkı verilse, yüzde 99’u eğitim için Türkiye’ye gider. Yarın özerklik hakkını kazanırlarsa Türkiye-Atatürk Türkçesini seçecekler Azerbaycan Türkçesini değil. Çünkü bizim Türkçemizde mantıklı olan hiçbir şey yoktur. Bu dilde ne hukuk sistemi, ne sağlık, ne eğitim kuruldu. Kitap okuyan da yok.

Çoğu ortak bir Türkçe olsun der. Bu sadece yapmacılıktır. Türkiye’nin gül gibi Türkçesi var, daha cesaretli hareket edip o dili olduğu gibi kabul etmeliyiz. Aslında çağdaş Türk alfabesinin müellif biri de Mirza Feteli Ahundov’dur. Akhundov alfabesinin kabulü aynı zamanda o mirası sahiplenmek demektir. Eğer dilimizin adı Azerbaycan’da yaşayan diğer halklara daha hoşgörülü bir ilişkiyle bağlıysa, onlar da eğitim, sağlık ve iş için yüzlerini Rusya’ya ve Türkiye’ye dönüyorlar. Onlar da uygar görünmek için Rusça veya Türkçe konuşurlar. Son zamanlarda Azerbaycan’da Türkçe yazanların sayısı arttı. Hep düşünmüşümdür iyi olacak, dilimizin gelişecek. Umut beni ileriye götürür gerçeklik ise geri çeker. Gelişmemizin tek yolu Ahundov’un mirasına geri dönmek ve öz Türkçemizi kabul etmektir.”

Alıntı: Şahbaz Xuduoğlu Azərbaycan dilindən imtinaya çağırdı: “Şamaxı, Qazax ləhcəsindən yığılıb” Savash.org 16 Şubat 2023. https://www.savash.org/mvqe/59127-sahbaz-xuduoglu-azerbaycan-dilinden-imtinaya-cagirdi-samaxi-qazax-lehcesinden-yigilib.html  Türkiye Türkçesine çeviren Bülent Pakman.

Görüşler yazarına aittir. İzinsiz ve aktif link verilmeden alıntılanamaz. Bülent Pakman. Şubat 2023.

 Bülent Pakman kimdir?

face

IMG_1088
Taş babalar _ Bişkek Tarih Müzesi
Azerbaycan, Azerice Azerbaycan Türkçesi içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Yobaz Kullanım Kılavuzu

Tıbbiyeli Hikmet benim sıkça karşılaştığım durumları gayet güzel anlatmış.

Başlık biraz ilginç gelmiş olabilir. Özellikle bu başlığı seçtim, çünkü yobazlar da tıpkı bir bulaşık makinası, çamaşır makinası, cep telefonu, televizyon gibidir. Belli bir kullanma kılavuzları vardır. Eğer bu kılavuzu bilmezseniz, yobazı anlayamazsınız. Yobaz programlanmış bir makinaya benzer. Hangi durumda ne cevap verecekleri önceden bellidir ve çoğu zaman noktasına virgülüne kadar değişmeden cevap verirler. Şimdi bir yobazın kullanma kılavuzunu paylaşmak istiyorum…

  • Bir yobazın en önemli özelliği sürekli soru sormaktır. Hiçbir konuda cevap vermezler, daima size soru sorarlar. Bu bir taktiktir. Amaç soru yağmuruna tutup hem sizin soru sormanızı engellemek, bu sayede de kendi cahilliğinin ortaya çıkmasına mani olmak, hem de cevap veremediğiniz bir soru çıkarsa ”noldu cevap veremedin” diyerek sizi susturduğu imajını vermektir. Bu yüzden yapılacak şey yobazın soru yağmuruna engel olup, karşı soru sormak ve cevap vermediği sürece soruda ısrar etmektir.

  • Bir konuda önüne belge koyduğunuzda belgeye bakmadan reddederler ve size şu cevabı verirler. ”Bunlara mı inanacağız geç bunları.” Tamamen koyduğunuz belgeyi itibarsızlaştırmaya yönelik bir taktiktir. Bu taktiğin amacı ise belgeyi baştan reddederek, sizin vereceğiniz cevapları boşa çıkarmaktır. Bu tartışmayı başlamadan kapatma çabasıdır. Belgeyi görür görmez yok saymak bir yobazın en tipik özelliklerinden biridir.

  • Bugüne kadar karşılaştığım en saçma cevaplardan biri de ”Resmi tarihin yalanlarına karnım tok, ben bunları ilkokuldayken biliyordum” cevabıdır. Bu cevaba bakarsak, ilkokul kitaplarında “Vahdettin’in gizli belgelerinin, İngiliz istihbarat raporlarının” okutulduğunu zannedersiniz. Bir ilkokul çocuğunun bunları bildikten sonra bu kadar cahil olması karşısında ”o vahim kazayı ne zaman geçirdin” diye sormak gerekir. Bu saçma cevabın nedeni de sizi ilkokul bilgisiyle konuşan bir cahil olarak göstermek ve yine koyduğunuz belgeyi itibarsızlaştırmaktır. Yani size ”sen daha bunları yeni mi duydun, uyan da balığa gidelim” diyerek aklınca dalga geçiyorlar.

  • Yobazlar, Cumhuriyet kurulduğundan beri 90 yıl geçmesine rağmen hala sağlam bir tarihçi çıkaramamışlardır. Çıkardıkları en iyi tarihçi ”üstad” dedikleri Kadir Mısıroğludur. En iyi derken yanlış anlamayın; bilgi açısından iyi demiyorum. En eski ve tanınmış yobaz olduğu için en iyi dedim. Yoksa Kadir Mısıroğlu’nun bilgi düzeyi her hangi bir liselinin tarih bilgisinden bile düşüktür. Bir yobazın can simididir, sıkıştıkları noktada verecekleri cevap şudur: “beynin yıkanmış senin, biraz üstad Kadir Mısıroğlu dinle” (oku demiyor, dinle diyor çünkü onu bile okumuyorlar). Bu da sinsi bir taktiktir. Sizin bu fesli delinin videosuna itibar etmeyeceğinizi bildiği için konuyu ”resmi tarih yalan söylüyor” sloganına kaydırmaktır. Kadir Mısıroğlu’nun çok bilgili bir tarihçi olduğunu, hatta kimsenin onun karşısına çıkamadığını söylerler. Bu da tartışmadan kaçmanın farklı bir yoludur.

  • En saçma taktiklerinden birisi de tıkandıkları noktada; ”sana cevap verirdim de, anlatsam da anlamazsın, boşver” diyerek sözde sizi yobaz, kendilerini aydın gösterme taktikleridir. Yani size ”beyni yıkanmış, ne anlatılsa anlamayacak bir yobazsın” demek istiyorlar. Aslında bizim onlara bu cevabı vermemiz gerekmiyor mu? Bugüne kadar üç kitap okumadan, ansiklopedi yazacak kadar konuşmak için ancak bir yobaz olmak lazım. Bu yetenek yobazdan başka kimsede yoktur.

  • Hayatı boyunca Kuran’ı bir kez dahi okumayan, Fatiha‘nın anlamını bile bilmeyen bu cahil takımı, sıkıştıklarında Kuran’ı bile kullanmaktan geri durmazlar. (Maide-44 ü kopyalarlar). “Bunu oku, gerisi boş” diye cevap verirler. Bu taktiğin nedeni de, kendi koyduğu belgenin kutsal kitaba dayandığı için, diğer tüm belgelerden üstün olduğunu ve ne dersen de, Kuran’dan daha üstün bir belge koyamazsın diyerek, aklınca tartışmaya set çekme çabasıdır. En çok uyguladıkları taktiklerden biridir.

  • Yobazların en çok sevdiği videolardan birisi de “son meclis konuşmasıdır”. Allah‘tan Can Dündar bir belgesel yaptı, şimdi hepsi Can Dündarcı oldu. Her yerde bu videoyu görmek mümkün. Size cevap veremedikleri zaman, “Gökten indiği sanılan” videosunu koyarlar. “Bak atan ne diyor, hadi bunu da açıkla” diyerek her zaman olduğu gibi sizden açıklama beklerler. Klasik bir konuyu karambole getirme çabasıdır. Cevap vermezseniz, ”hadi cevap versene noldu? Bak atan ne diyor?” diye üzerinize gelirler. Amaç hiçbir cevap vermeden sadece soruyla sizi çaresiz bıraktığını göstermektir. Diğer silahları da “medeni bilgiler” ile ”Tarih II Orta zamanlar” kitaplarıdır. Bu kitapları da okumadıkları için saçmalamaktan öteye geçemezler.

  • Yobaz komplodan beslenir. Komplo yobazın havası, suyu, ekmeğidir. Bu yüzden çoğu zaman komplo ile cevap verirler. En çok kullandıkları komplolardan biri; ”Kurtuluş savaşında savaştığımız devletlerin hukukunu aldık yalan mı? Bırak belgeyi, mantıklı düşün” saçmalığıdır. Burada cümlenin sonuna iyi bakın. ”Bırak belgeyi, mantıklı düşün”. Yine belgeden kaçma, yine karşısındaki aptal beyni yıkanmış yaratık gösterme çabası. Yobaz belgeden korkar. Ona uydurma hikayeler, komplo teorileri lazım. Komployla her şeyi çözebileceklerine inanırlar. Belgeyle konuşana ise ”resmi tarih ezbercisi” gözüyle bakarlar. Oysa tarihin en önemli unsuru belgedir. Belgesiz tarih dedikodudur uydurmadır.

  • Yobazın çaresizlikten kıvrandığı, perişan olduğu cevaba geçelim. Bu cevabı ne zaman duysam, gülme krizine giriyorum. Söyleyebileceği her şeyi söyledikten sonra geriye tek bir soru kalır. O soru da “bir şey soracağım, sen Müslüman mısın?” sorusudur. ”Artık kaçacak yerim kalmadı” cümlesinin soru halidir. Eğer bu soruya ”neden sordun?” diye cevap verirseniz, alacağınız karşılık “Müslüman değilsen tartışmaya gerek yok” cümlesidir. Bu aslında “inşallah ateisttir de şu tartışma biter” duasıdır. “Sana ne benim inancımdan” derseniz; ”noldu niye inancını gizliyorsun” derler. Sanki köşeye sıkıştırmış gibi… Bu bir yobazın sorabileceği son sorudur. Eğer “ateistim” derseniz, tartışma biter. “Müslümanım” derseniz ”Sen nasıl müslümansın, bu kafire inanıyorsun” diyerek ardından bir sürü hadis paylaşarak, doğru yola girme nasihatları vererek tartışmayı bitirirler.

Yobazların anlamadıkları ve hiç bir zaman anlamayacakları gerçek şudur: Bu ülkede ve dünyada Atatürk’ü seven milyonlarca ateist ve milyonlarca Müslüman vardır. İkisi için de Atatürk’ün inancı önemli değildir. Ateist için Atatürk’te ateisttir zaten. Müslüman için ise Atatürk’ün dini değil, vatana hizmetleri önemlidir. Size tavsiyem; Atatürk’ü ateist gösterirsek, millet Atatürk’ten soğur beklentisinden vazgeçin. Eğer doğru bir yolda olsaydınız, 90 yılda bunu başarırdınız. Eğer ölümünden 75 yıl sonra bile milli bayramlarda Anıtkabir’e 1 milyon kişi gidiyorsa, bu sevginin altında yatan nedeni düşünmek lazım. Sizce 1 milyon kişi ”Atatürk Müslümandı” diye mi Anıtkabir’e koştu?

TIBBIYELİ HİKMET 18 Ocak 2004  https://tibbiyelihikmet.wordpress.com/page/8/

Alıntıdır. Görüşler yazarına aittir. Bülent Pakman. Ocak 2023.

 Bülent Pakman kimdir?

face

IMG_1089

Taş babalar ve Taş Nine _ Bişkek Tarih Müzesi

Atatürk, Uncategorized, İnanç içinde yayınlandı | , , , , , , , ile etiketlendi | 2 Yorum

Hıncal Uluç’la bir anı

Komşumuz merhum Ahmet Taner Kışlalı 23 Ekim 1999’de toprağa verildikten sonra akşam Hıncal Uluç, Ankara, Çayyolunda, günümüz adıyla Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi, Kışlalı Caddesindeki olay yerine gelmiş, kendisine çevre hakkında bazı bilgiler vermiştim. Görüldüğü gibi herkes çok üzgündü.

hıncal

Bülent Pakman. 22 Kasım 2022

Pakman, Uncategorized içinde yayınlandı | , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Arap Televizyonu Müslüman ümmetini eleştiriyor

Arap Televizyonunda Müslüman – Gayrımüslim karşılaştırması

Sayın seyirciler,
1400 yıldır biz, ne dediler, ne demek istediler?
Ve neyi demek istediler’ diye, dediklerini tefsir etmeye (yorumlamaya) çalışıyoruz? Bir türlü, 1400 yıldır sonuca ulaşamıyoruz.

1400 yıldır Yahudi ve Hristiyanlara beddua ediyoruz ve salavatlar getiriyoruz.
1400 yıldır “Onların gözyaşları daha fazla olsun” diye beddua ederken; Tam aksine bizim gözlerimizde yaş kalmadı.
1400 yıldır “Vatanları yıkılsın” diye beddua ederken; Tam aksine bizim elimizde yıkılmadık vatan kalmadı.
“Biz onların kadınlarına hakaret edelim” derken; Bizim kadınlarımız hakaretler içinde kaldı.
1400 yıldır biz yağmur duası ederken, onlar bulutları harekete geçirip yağmur yağdırıyor. Müslüman çoğunluklu bizim topraklar kuraklıktan kavruluyor.
1400 yıldır zekat topladık, ama her geçen gün Müslüman çoğunluklu topraklarda açlık ve sefalet daha da artıyor. Rabbimiz dualarımıza rağmen bizi cezalandırıyor, onlara veriyor.
Eeyyy uyuyan ümmet! Beddua ettiklerimiz uzaya çıktılar, aydan uzanıp dünyaya baktılar. “Bölünmez” denilen hücreyi böldüler. İkinci bir bilimsel devrim yaptılar. Allah, her şeyi kendisinden bekleyen aklını kullanıp çalışmayan Müslümanların duasını kabul etmedi de, Allah’ın “Oku ve çalış” emrini uygulayan Yahudi ve Hristiyan  kullarını bilim, güçlü seziş (irfan) sahibi yaptı.
Sizler sadece 2 bacak arası devrimlerle ve derslerle uğraştınız.
Bu günlerde bile derslerinizde “Cinsellik nasıl olur, abdesti neler bozar, Kadının veya kara köpeğin önünde nasıl namaz kılınacak” gibi dersler alıyorsunuz.
Onların alimleri, bilim, güçlü seziş (irfan) ile uğraşırken; Bizim alimlerimiz, içtihat (görüş) ile cihatta nikah için yaşlı adamı emzirmek, ölen eşi ile son defa cinsel ilişki üzerine bağlaştılar (ittifak ettiler). Bunlar hakkında kitap yazdılar. Tecavüze uğramış kadınla nikah da yazdılar. Çok büyük iş becerdiler.
Eeyyy uyuyan ümmet! Bizler de diğer gayrimüslimler gibi aklımızı ve mantığımızı kullanmayı hak etmiyor muyuz?
Bizim akıllarımız bu bilgiden bu teknolojiden, bu uygarlıktan yararlanmayı hak etmiyor mu?
1400 yıldan beri aklımızın rehin oluşuna hayret etmiyor musunuz?
Biz yarış atlarımız ile tarla sürüyoruz da, eşeklerimizi koşmaya hazırlıyoruz.
Bundan ne zaman vazgeçeceğiz? Uyumayan ve çalıştıkları için Allah’ın daha çok ödüllendirdiği uygar milletlere köle olmaya devam mı edelim? Yoksa silkinip onları da geçecek bir proje mi yapalım?
Ne dersiniz?

YORUMSUZ ALINTIDIR. GÖRÜŞLER SAHİBİNE AİTTİR. Bülent Pakman Kasım 2022. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz. 

Bülent Pakman kimdir? 

IMG_1089

Taş babalar ve Taş Nine _ Bişkek Tarih Müzesi

Orta Doğu, İnanç içinde yayınlandı | , , , ile etiketlendi | 1 Yorum

Metaksas

“Türk ve Müslüman nüfusun çoğunluğunun, kültür merkezleri ve zenginlik kaynakları Anadolu içlerinde bulunmakta ve bunlar Türk ordusu tarafından korunmaktadır. Ordu silah ve cephane hariç her türlü ihtiyacı için bu bölgelere dayanma olanağına sahiptir.

Bu bölgeler yiyecek açısından kendi kendine yetebilecek durumda olduklarından, deniz ulaşımının kesilmesi ya da limanların işgal edilmesi Türkleri endişelendirmeyecektir. Çünkü limanlar ve kıyı şeridi Avrupalıların ve Helenlerin ticaret merkezidir. Türk halkı Anadolu içlerinde yaşamaktadır.

İstanbul, Çanakkale’de bulunan savunma sistemi sayesinde denizden gelebilecek saldırılardan korunmaktadır. Çanakkale iyi korunduğu takdirde İstanbul’un düşman donanması tarafından tehdit edilmesi mümkün değildir. Çanakkale ve karşı kıyısına büyük miktarda asker çıkartılabilirse ve bu kuvvetler Türk ordusunu bertaraf edebilirse Marmara’ya geçilebilir. Ancak tam anlamıyla bertaraf edilemezse ve Türk kara ordusu karşı cephe açacak olursa donanmanın Marmara Denizi’nde hapis kalma tehlikesi ortaya çıkacaktır.

Donanma İstanbul’a ulaşabilse bile, bu şehrin kaybı Türkiye için kesin bir yenilgi sayılmayacaktır. Çünkü Türk ordusu yerinde durmaktadır. İstanbul’un askeri değeri ikmal merkezi olmasındadır. Askeri depoların zamanında başka yerlere nakledilmesi durumunda, İstanbul’un askeri açıdan hiçbir değeri kalmayacaktır. Başkentin kaybı Türkleri sadece manevi açıdan etkileyecektir. Kaldı ki, İstanbul’un kaybedilme olasılığını düşünerek başkentlerini Anadolu içlerine taşımayı planlamış olabilirler.

Yunanistan’ın Türkiye’yi tam manası ile işgal edebilmesi için Yunan askerinin Türk ordusunun asıl kuvvetlerini yok etmesi şarttır. Yunan ordusu bunu Anadolu’nun içlerine ilerleyerek yapmak zorundadır. Anadolu içlerine ilerlendikçe ikmal merkezlerinden uzaklaşılacak, Türkler ise aksine ikmal merkezlerine yaklaşacaktır.

Yunan devletinin böylesine geniş bir ülkeden sömürge olarak yararlanması ve onu yönetmesi zordur. Bölgenin güvenliğini sağlamak için Yunan ordusunu uzun yıllar burada bulundurmak gerekecek, bu şartlar altında Yunan devletinin tüm imkanları seferber etmesi durumu ortaya çıkacaktır.”

Bu uyarıları yapan Yunan General Metaksas. Şimdi denebilir ki, ne var bunda. İyi de adam bunları daha 1913’de söylüyor. İki yıl sonra dedikleri bir bir gerçekleşmeye başlıyor.

Çanakkale geçilemez diyor. 2 yıl sonra Çanakkale geçilemiyor.

İstanbul’un işgal edilse de bir işe yaramaz diyor, yaramıyor.

Türk vatanının merkezi Anadolu. Anadolu potansiyelini kullanır diyor. 6 yıl sonra Anadolu ayağa kalkıyor.

Silahlar Anadolu’ya kaçırılır diyor, kaçırılıyor.

Anadolu’ya ilerledikçe ikmal zorlaşır diyor, 8 yıl sonra Yunan Sakarya’dan geri dönüyor.

Yetmiyor. 1921’de bir daha uyarıyor: “Kemal’in İzmir’i size bırakacağını mı sanıyorsunuz? Yok oldu zannettiğiniz ordularını Türkler yine toparlar ve bir sabah aniden karşınıza çıkarlar.”

Ertesi yıl bu da tam tamına gerçekleşiyor. 100 yıl önce bugün.

Kaynak: Taner Erim. İndigo Dergisi 26 Ağustos 2021 https://indigodergisi.com/2021/08/metaksas-ataturke-hayran-yunan-general/

Bülent Pakman. Ağustos 2022. Kaynak gösterilmeden, aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.

Atatürk, Kurtuluş savaşı içinde yayınlandı | 1 Yorum

Ekşi Sözlük

Epey bir süre önce kuş kadar beyniyle sayfamı sulandıracağını zanneden bir dinciyi layık olduğu yere, dönüşüm kutusuna yollamıştım. Bu konularda çok deneyimli olduğum sayfamın girişinde yazılıdır. Nasıl olmuşsa Ekşi Sözlüğe girip aleyhimde aklınca atmaya tutmaya çalışmış.

Ne diyeyim. Ekşi sözlüğün kalitesi demek ki o gereksize kadar düşmüş. Bir kez de Ekşi Sözlükte olup sayfamdan bir şeyler çalan birinin ipini pazara çıkarmıştım.

Oğlum/kızım sen gelirken ben gidiyordum. Oğlum/kızım diyorum nesin bilmiyorum. Zira sayfamda adın uyduruktu, ortaya koymaktan ödün patlamış. Bak benim herşeyim açık.

Yazık zamanıma. Bu yaşımda çalışıyorum. Aileme, ülkeme yararlı oluyor, döviz kazandırıyorum.

Uncategorized içinde yayınlandı | 1 Yorum

Ali Bardakoğlu İslam’ı anlatıyor

Diyanet eski Başkanı diyor ki…”İslamiyet bize bazı ibadetleri yerine getirdiğin zaman anahtar teslim bir mutluluk da vaat etmiyor. Diyor ki, başarmak ve iyiliğe ulaşmak istiyorsan elini taşın altına koyacaksın. Çalışma, üretme, hak, hukuk, adalet, bir toplumun kalkınması, özgürlüğün korunması için bir şeyler yaparsanız gelişirsiniz. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler…”

Yazının tamamını OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Bülent Pakman Eylül 2021

Bülent Pakman kimdir?

04072009009
İnanç içinde yayınlandı | , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın