Babalar günü

Akşam olmuş, bütün günün yorgunluğu üzerimde, sıcak hava ve nem hiçbirşey yapmayan insanı bile yoruyor. Starbucks da Dilek’le ancak namazdan sonra yer bulabiliyoruz hem de koltuklu. Namaz sırasında “mall”ların bütün kafelerini çocuklu-çocuksuz çarşaflı Arap ve yabancı bayanlar dolduruyor. Önceden aldıkları servislerle namaz süresini idare ediyorlar. Namaz süresince hiçbir servis yapılmıyor çünkü. Market ve mağazalar da kapalı, yapacakları baska bir şey yok. Peki namaz kılmıyorlar mı diye soracaksınız. “Mall” larda bayan mescidleri de var. Bizim hanım bir kez tuvalete gidecek oluyor, zira tuvaletler mescid yanında ama pişman oluyor. Ben de bir kez namaz saatinde erkekler tuvaletine gidecek oluyorum.

Daha doğrusu gideceğime pişman oluyor ve bir süre iştahım falan kesiliyor. Zenginliğin diz boyun olması gereken yerde tuvaletle mescid nasıl iç içe olabilir? Başka yer mi bulamadınız?

Neyse konuya donelim. Türkiye’deki Starbucksların neredeyse yarı fiyatına Frappucinolarımızı içip “bizler niye kendi ülkemizde hep kazıklanıyoruz acaba” diye düşünürken hanım “Sen otur ben gidip şu karşıdaki Debenhams’a  bir bakayım” diyor.

starbucks

Biliyor benim yorgun olduğumu. Buralarda, araba kullanmasına izin verilmeyen, tek başına taksiye binmesi tavsiye edilmeyen, tek başına dışarı çıkma olanağı olmayan bir yabancı bayan bütün gün evde kaldıysa ve yorgun da olsan, akşam onu dışarıya çıkarmazsan sonu bunalım olur. Bunu deneyimlerimden gayet iyi biliyorum.

cafeYalnız otururken yandaki masaya çarşaflı bir Arap bayan geliyor. Arap diyorum zira hemen anlaşılıyor farklı yüz hatlarından, teninin esmer tonundan, kılık kıyafetinden. Bayanın sadece yüzü, elleri ve ayakları görünebiliyor. Yüzü acayip makyajlı, el ve ayakları da itinalı pedikürlü ve manikürlü, buralarda sayısı epey fazla olan kuaförlerin birinden yeni çıkmış o kadar belli ki. Son model kızaklı cep telefonunu açıyor, bir taraftan kahvesini yudumluyor bir taraftan da 15 dakika telefonla konuşuyor. Kiminle? Anlayamıyorum. Zira buralarda çöpçü bile İngilizce konuştugu için insan bildiği az buçuk Arapçayı da unutuyor. Neyse konumuza dönelim. Nerede kalmıştık? Ha, soruyoruz burada uzun süredir yaşayan Türk bayanlarına “bunların kırdıkları ceviz bini aşıyor” diyorlar, valla günahları boyunlarına.  Sonra Dileğe anlatıyorum, “O Lübnan’lı metrestir” diyor. Buralarda onlardan çok varmış duyduğuna göre.

Yabancı, gayrı müslim bayanlar (çok sayıdaki Hristiyan Arap bayanlar da dahil) genelde başlarını kapatmıyorlar. Dinci olmayan Türk bayanlar da öyle. Arapların yerlileri peçeyle geziyor. Peçeyi getiren Osmanlı. Osmanlıdan önce buralarda peçe falan yokmuş. Gel de Atatürk’e “yahu ne iyi etmişin Osmanlı’yı yurt dışına sürmekle” deme. Yüzünü örtmeyip başlarını ve geri taraflarını örten bayanlar ise genelde buranın vatandaşı olmayan müslüman Arap ve diğer müslüman (Pakistanlı, Hintli gibi) bayanlar. Aslında hanımla onların fizyonomisi ve bizim göz zevkimiz açısından hemfikir oluyoruz peçenin varlığı konusunda, iyi ki peçe var diyoruz. siyahla siyah

Bizimkiler mecburen abaye (normal giysinin üzerine sabahlık gibi giyilen uzun siyah elbiseye burada verilen ad) giyiyorlar ama bunalttığı icin başını örtmemeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de arasıra Mutawwalardan (dini polisler) azar işitiyorlar, “Cover, cover” diye. BAKINIZ Aslında “cover”in yararları da var. Bir kere Müslüman farzedip kimse başını çevirip bakmıyor. Başı açık bayan ise erkeklerin dikkatini çekiyor. Uzun yolda checkpointlerde arabada, pasaport geçişlerinde, coverlı bayanı gören polisler bunlar bizden, rahatsız olmasınlar deyip “geç” diyorlar. Uzun uzadıya sorgu sualden, bagaj açmaktan kurtuluyorsunuz. Bu nedenle her seferinde checkpointlere yaklaşırken hanıma “hazırlan” diyorum.

Bir tarafta böyle bir günlük hayatın yanında seçme ve seçilme hakkı olmayan, sadece hizmetçi (bunlara maid deniliyor, köle gibi çalışıyorlar, neredeyse hepsi Filipinli, genelde 200 $, yabancıların oturduğu compound yani sitelerde maksimum 400 $ maaşlı), diploması varsa hastabakıcı, bayan hastanesinde doktor, kızlar okulunda öğretmen gibi işlerde çalışabilen, bir erkeğin imzası olmadan iş kuramayan kız ve kadınlar yanında, 30 km ilerdeki Bahreyn’e gidince bambaşka bir dünyaya gelmiş gibi oluyoruz. Orası da Arap ülkesi sonuçta ama araba kullanan çarşaflı bayanlar, sokakta yürüyen atlet bluzlu, şortlu bayanlar, çalısan bayanlar vb. Buna karşılık pahalı-marka oteller dışında bir otelde kalırsanız gecenin 3 ünde resepsiyonun dışarıda 40 derece sıcak varken “battaniye istermisiniz” gibi size garip gelen telefonlarına, kapıyı çalan yüzünüzde alışık olmayan şaşkın ifade görürse bunun burda ne işi var gibilerinden“sorry wrong room” diyen uzak doğulu bayanlar tarafından uyandırılmayı göze alacaksınız. Zaten gece saat  3 e kadar oteldeki barın beş para etmeyen bizdeki pavyon müziği ayarındaki Live Music gürültüsünden uyuyamıyorsunuz. Sonuçta Bahreyn’e o tür işler  için gelmeyenler Ritz Carlton gibi bilinen namuslu-zincir aile otellerine tonla para vermek zorundalar. Artık öyle çivisi çıkmış ki bizim buralarda yani Al Khobar Suudi Arabistan’daki zengin Arap erkekleri Bahreyn’e degil Kuveyt’e gitmeyi tercih ediyor. Duyduğumuza göre yakında Bahreyn’de sadece otel odalarına alkollu içki servisi yapılmasına izin verilecekmiş.

Dünyanın büyük bir bölümünde kadınların yaşam biçimlerini babalar tayin ediyor. Onlara her gün babalar günü olduğu halde ayrıca yılın bir günü daha onlara adanmış.

2 Responses to Babalar günü

  1. Geri bildirim: Suudi Arabistan « Pakman World

  2. Geri bildirim: Suudi prens muhaliflere katıldı | Pakman World

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.