Alman Milliyetçisi Dr. Hans Froembgen’in Atatürk ile ilgili değerlendirmeleri

Lozan Barışının 10. Yılında, 24 Temmuz 1933 tarihinde Alman tarihçi bilim adamı Dr. Hanss Froembogen tarafından bir Alman radyosunda yapılmış konuşma:

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı devleti Alman devletinin 1. Dünya Harbindeki en sadık müttefiki, düşmanın on misli gücü karşısında o kadar ümitsiz surette hezimete uğradı ki, İtilaf Devletleri kendisini 2 sene müddetle kaderine terk edebilmeye cesaret edebildiler. Onunla görüşene kadar da Avrupa’daki işlerini bitirmek istedikleri Almanya’nın Versailles’de şerefini ezdiler. Saint Germain’de Avusturya’yı parçaladılar. Trianon’da Macaristan’ı boğdular. Neuilly’de Bulgaristan’ın kolunu bacağını kestiler. Yenilmiş 5 devletin kurduğu ittifakta sonuncu uzuv olan Osmanlı Devleti ile ise hemen masaya oturmadılar. Zira Doğu’da yapılacak olan sözde barış, Avrupa ülkeleri ile yapılan diğer barış anlaşmalarını büsbütün geride bırakmalıydı. Çünkü burada söz konusu olan husus, genel harbi tasfiye etmek değil, yarım asırlık emperyalist şark siyasetinin hesaplarını görmekti. Bu siyasetin hedefi; Türkiye’nin imhası ve taksimi idi. Alman Kayserliği Türkiye’yi bu mukadderattan kurtarmak için savaşta elinden gelen her şeyi yapmıştı, fakat sonuç alamadı, İngiltere baskın çıktı. İngiltere’nin o zamanki başbakanı Lloyd George, Türkleri adeta sadist denilebilecek derecede bir kin ile takip ediyordu. Türkler harpte Almanya’nın dostu olması nedeniyle, onlarca insaniyetin gözardı edildiği harp ortamında itilaf devletlerince bir hiç olarak kabul ediliyordu. Dünyayı Türklerden kurtarmayı, tıpkı müttefikleri olan Prusya militarizmini kökünden söküp atmak gibi mukaddes bir vazife sayıyorlardı ve Paris ile Londra’dan bütün dünyaya bunu böyle ilan ediyorlardı. Mondros Mütarekesi ile Türklerin limanları, demir yolları ve ticaret mevkileri düşman tarafından işgal edilmişti. Yalnız Ankara civarına ve bir de şark vilayetlerine dokunmadılar. Fakat Doğuda bağımsız bir ülke yapılması düşünülen Ermeniler, fırsattan istifade ortalığı velveleye veriyorlardı. Savaşacak asker bulmakta zorlanan İngiltere, Yunanistan’ı jandarma tayin etti. Polonya’nın Almanya’ya karşı oynadığı rolü Yunanlılar Türklere karşı oynayacaklardı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’i Yunanlılar işgal etti, bu barut fıçısına ateş atılması demekti.

Polonyalıların Korfanty çetelerinin tahriki ve Danzig konusu Almanya’yı uyandıramamıştı, fakat Ermeni çeteleri ve İzmir’in işgali, Türk milletini isyan ettirdi. Öyle bir işgal hazırlanıyordu ki, bunun sonlandırılması için yakılan ateş, 20. Asır için bir meşale olacaktı. Almanya enternasyonalizme tabi olurken, Türkiye’de ise milli düşünce Kemal Paşa ismindeki kahraman askerin kıvılcımı ile parladı. Kemal Paşa dizginleri eline aldı ve ilk olarak yeni bir devlet idealini ulus bilinci ile ilan etti. Faşist devlet fikrine ise karşı koydu. Dünya tarihinde bu fikrin kuvveti ilk defa 1920 senesinde Türkiye’de yeşerdi. Boğazın öbür tarafında patlayan ve iki sene büyük bir dehşette devam eden muharebe ile çok nadir bir zafer elde edildi. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sultan Vahdettin’nin korkak ve sefil hükümeti, nihayet Sevr Sulh antlaşmasını imza ettiği vakit, milli hükümet gerek İstanbul ve gerek itilaf devletleri hükümetlerine karşı tam isyan halinde bulunmakta idi. Cepheden dönen Türk askerlerinin ve zabitlerinin apoletlerini Almanya’da olduğu gibi kimse söküp atmadı. İtilaf devletlerinin Türk askerlerinden silahlarını almak emri, Kemal Paşanın azmi sayesinde uygulanamadı. Kemal Paşa İstanbul’da kendisine idam hükmü verilmesine ise hiç aldırmadı. Gazi, cesur gönüllülerden Anadolu’nun içlerinde kalan asker bakiyelerinden mürekkep olarak, bir milli ordu kurdu. Bu esasen bir ordu değil, daha ziyade korkuluk gibi bir şeydi. Takriben 20.000 kişinin elinde birkaç Krupp topu vardı, bunlar için gerekli mühimmat başka çare olmadığı için evvela İngilizlerden elde edilmek istenmişti. Süngü yerine tüfeğin namlusuna bağladıkları ve kendi imal ettikleri demir parçaları vardı. Üniforma mı, bu bir lüks eşya idi. Üniforma namına bulunabilen Prusya pantolonları ile Fransız ceketleri giyiliyordu. Birçok tabur sivil kıyafetleriyle cepheye ilerliyordu. Fakat bütün bu olumsuzlukları bir şey ters yüz etti; Kemal’in başlattığı vatan aşkı! Fes yerine kalpak giyiliyordu, Türk ırkına yabancı olan ve arkadan hançerleyen Rum, Ermeni ve Levantenlere ve bir de İngiliz ve Fransızlara karşı kin vardı. Cihan harbindeki muzaffer milletlere, itilaf devletlerinin filolarına ve takriben 200.000 kadar gelişmiş harp silah araçları ile donanmış ordulara karşı kıyafeti bile olmayan bu derme çatma ordu, Kemal Paşanın hazırlık, manevra ve direktifleri ile dünya tarihinin en şerefli zaferlerinden birini elde etti.

Sevr Antlaşması imza edilmiş, Anlaşma gereğince Türk olmayan Arabistan, Suriye vs. vilayetler İngiltere ve Fransa’ya teslim edilmişti. Kemal Paşa buna pek aldırış etmedi. Zira bu vilayetler tam olarak Türk milli devletine ait nitelikte görülmüyordu. Ona göre, Türk devleti Türklüğün fazla karışmadan safiyet ve kuvvetini muhafaza ettiği Anadolu ve Avrupa Trakya’sında idi. Kemal Paşa bu topraklar için “bizimdir” dedi, dünya buna güldü, “çılgın General isteye dursun” dediler. Anadolu işgal edilmişti ve işgal edilmiş olarak da kaldı. Boğazlar İngiltere’ye düştü, Fransa Klikyayı aldı, İtalya Antalya taraflarını, Yunanistan İzmir’i ve hinterlandını işgal etti. Şarkta Ermeni cumhuriyeti kuruldu ve Karadeniz’de bir Yunan-Levanten mahiyette Pontus Hükümeti dünyaya geldi. Sultan İslam’ın en yüksek ruhani lideri olarak İstanbul’da kaldı. İşte itilaf devletlerince istenen sulh bu idi. 35.000 kişiden mürekkep silahsız bir ordu için lütfen müsaade edildi. Kalan mıntıka iktisaden üç menfaat heveslisi emperyal devlete pay edildi. Yunanlılara verilen İzmir, İngiliz ticareti için bir kapı olacaktı. Böylece yıllarca sömürdükleri Anadolu pazarından Almanya’yı kovmuş olacaklardı.

Londra ve Paris’te asi general ve Ankara parlamentosuna kıs kıs gülüyorlardı. Tam bu sırada Kemal, sulh antlaşmasına ilk darbeyi vurdu ve dört hafta süren bir doğu seferini müteakip Ermeni Cumhuriyetini haritadan sildi. Aynı zamanda Kemalin Askerleri, Adana’da Fransızlara ateş açtıkları vakit, gülenlerin ağzı açık kaldı. 80 gönüllü milis, 600 teçhiz edilmiş Fransız askerini esir etti ve bütün memlekette bunları teşhir etmek sureti ile gezdirdi ve ondan sonra da esir olarak mecburi işe soktu. Bu suretle galiplerin aczi, sarsılmaz bir irade karşısında büsbütün meydana çıktı. İtilaf devletleri şarkta yeni bir harbin ikinci bir dünya yangını olacağını nazarı dikkate almaya başladılar. Fakat Lloyd George buna bir çare buldu, Yunanlıları ateşten yanan kestaneleri kurtarmaya sevk etti. Arada geçen zaman zarfında Kemal Paşa ordusunu düzeltmeye devam etmişti ve bu defa yaptığı şey ise dahiyane idi. İngiliz parası ile tepesinden tırnağa kadar donatılmış ve adet olarak üç misli olan Yunan ordusunun taa Anadolu içlerine kadar sokulmasını seyirci gibi izledi ve onu zayıf düşürdü.

İşte tam burada yani Anadolu içlerinde Türklüğün bütün kuvveti kendisini gösterecekti. Burada her Türk neferi “ya hürriyet ya ölüm” emrinin mevzu bahis olacağını tahmin edebiliyordu. Hâlbuki düşman her gün yeni zorluklar karşısında idi. Kemal Paşa akla sığmayacak derecede sinirlerine hâkim olarak, ülkesi ve ordusu içindeki isyanlara, anlaşmazlıklara ve zorluklara karşı dayandı ve yalnız hedefini ve doğru olarak gördüğü fikri takip etti. İnsan üstü ızdırap ve gayretler neticesinde 1921 Eylül’ünde şu harita vücuda geldi; 3 hafta Sakarya’da süren cenkleşme neticesinde Türklerin başarılı harp sanatı ve milli kıtanın emsalsiz yiğitliği Yunanlılara kati mağlubiyeti getirdi.

Beklenmedik zafer sonrası İngiltere hemen işten kendini çekti. Diğer İtilaf devletleri de tarafsızlıklarını bildirdiler. Fransa durumun farkına varıp hemen Ankara ile bir anlaşma yaptı, silahlar bir süreliğine sustu. Kemal Paşa iyilikle fikrini beyan etmeye çalıştı ve Türk milli devletinin toprağının tahliyesini istedi, ama nafile kimse onu dinlemedi. Londra ve Paris, yeni genç bir hareketin doğduğunu tam anlamamışlardı. Yalnız İtalya akıl erdirmeye başlamıştı. Türk ve Yunan orduları halen karşı karşıya idiler. Yunanlıların ordu mevcudu ve malzemeleri yeterli idi ve İngilizlerin hala desteği vardı. Türkler dışarıdan destek bulamadıkları için belki Anadolu’ya kapanmış bir halde aç kalıp helak olacaklardı, ama fakir Türk halkı son ekmeğini ordusuna tahsis etti. Bu durumun Avrupa’da kimse farkında değildi, İzmir’deki Yunan genelkurmayı ise gafil idi. Tam bu esnada hayret ve dehşetle karşılanacak bir olay meydana geldi; 26 Ağustos 1922’de Türkler Yunan cephesini aniden yarıverdiler. Kemal Paşa tarafından dahiyane planlanan ve Prusya kesinliği ile takip olunan büyük ölçekli bir manevra ile Türkler birkaç kat güçlü Yunan ordusunu kısa sürede mahvetti.

Türk askerleri dokuz gün süre ile İzmir’e doğru emsalsiz zafer yürüyüşünü gerçekleştirdiler. Türk atlıları İzmir rıhtımında durdular ve denizde boğulan Yunanlıların arkasından yıldırım gibi diğer cephelere ileri diye haykırdılar. Londra aklını kaybetti. Zira bundan sonraki olaylar hiç beklenmiyordu. İzmir’den itibaren Kemal Paşa hiç tereddüt etmeden kuzeye doğru dönerek, süratle Boğazlardaki İngiliz mevzilerine doğru yürüdü ve İtilaf devletlerinin hiçbir uyarısını dikkate almadan yoluna devam etti ve Trakya’nın tahliyesini talep etti. Muzaffer milli kıtalar boğazlardan Avrupa’ya doğru bağırıp seslerini aksettiriyorlardı. Muzaffer Paşa Garp diplomasisinin yüzüne kapıyı çarptı, hiç öyle mukaveleye filan bakmadı ve zorla İngiliz mıntıkasına doğru yürümeğe hazırlandı. Nerdeyse Çanakkale’deki İngiliz askerlerinin başına tıpkı Yunan ordusunun başına gelen felaket gelecekti. Bu büyük değişim bir hafta zarfında o kadar çabuk ve ani olmuştu ki, kimse ne yapacağını bilmiyor ve şaşırmış bir vaziyette idi. Kemalist tüfeklerin boğazlarda patlayacağı gün, bütün Balkanlar alev alacak, Rusya Basarabya’ya (Romanya da bölge) girecek ve fakat Almanya fırsat doğduğunu anlayamayacaktı. Londra ve Paris, imzalanan sulh anlaşmalarının iskambil kağıttan yapılan ev gibi çökeceğini hissetmeye başladılar. Kendini büyük ve tehlikeli bir diplomat olarak göstermiş olan bu çılgın paşa, itilaf devletlerinin zaferini şüpheli bir vaziyete koymuştu. Fransa bu anda sadece Versailles anlaşmasını kurtarmayı düşünüyordu. Bir de şunu ilave edelim ki, Kemalistlerin mücadelesi Seine nehri kenarında oturanların pek gözünü kamaştırmıştı. 19 Eylül 1922 tarihinde Fransa, İngiliz müttefikine bir hançer darbesi vurdu. Boğazlardaki Fransız kıtalarını acele geri çağırdılar. İtalya’da Fransa gibi askerlerin geri çağırdı. İngiltere büsbütün yalnız bir halde barut fıçısı üzerinde donup kaldı. Mevcut buhran süratle genişlemeye başladı, Lloyd George dominyonlarından imdat diledi, ama onlar da harpten bıkmış usanmışlardı, İngiltere’nin sözüne kulak asmadılar. Kemal Paşanın vaziyeti bu suretle taarruz edilemeyecek bir hale gelmişti. Anadolu artık Almanya’nın da sesinin çıkacağını tahmin ediyordu. 1918 senesinden beri ilk defa olarak itilaf devletleri için nazik bir an gelip çatmıştı. Almanya bu fırsattan istifade etmesini bilemedi, uyudu. Lloyd George Türkiye’nin karşısında eğilmeye ve sulh teklifine mecbur oldu. Kemal Paşa muzaffer olmuştu. Umumi harp doğuda itilaf devletleri için kaybedilmişti!

İşte bu sırada yıllardır Türk askerini arkadan hançerleyenlere karşı büyük temizlik harekatı başladı. Ne kadar Türk ırkına yabancı olup ihanet eden unsur varsa bunlar memleketi terke mecbur edildi. Hain Sultan’ın hükümeti azledildi, bütün memleket milli hükümetin idaresi altına geçti. Genç paşalar ve valiler her tarafta öyle işe sarıldılar ki İngilizlerin ödleri patladı. Türkiye’de hiç böyle şey görülmemişti. Bu millet büsbütün baş kaldırmıştı. Ondan sonra diplomasi mücadelesi başladı ve bu mücadele de genç ve milli inkılapçı hükümet ve devlet adamı kabiliyetinin askeri kabiliyetinden aşağı olmadığını ispat etmiş oldu.

20 Kasım 2022 tarihinde Poincare, Mussolini ve Lord Curzon’un hazır olduğu halde Lozan sulh konferansı düzenlendi. Milli ordunun Başkumandanı İsmet Paşa Türkiye’yi temsil ediyordu, İtilaf devletleri Sevr Anlaşmasında yapılacak bazı düzeltmeler hakkında müzakere etmek üzere toplanıldığını söylediler, ama yanılıyorlardı. General İsmet Sevr adında bir anlaşmanın mevcut olmadığını söyledi. Müzakerelerden kast olunan noktanın Türkiye’nin muzaffer bir devlet sıfatı ile akdettiği Mudanya Mütarekesi olabileceğini ve bir de ancak eşit hakkaniyetli akitler arasında müzakerelerin söz konusu olabileceğini ilave etti. Harpten hangi tarafın sorumlu olacağını ve zaten kabahat meselesinin daima yalnız galip olan taraftan mağluba atfedilmekte bulunduğunu, halbuki şimdi artık bunun söz konusu olmayacağını da söyledi. İngiltere dişlerini gıcırdatarak yumuşamaya mecbur oldu ve sulhun dikte ile değil, müzakereler ile elde edilebileceği ilk defa olarak görüldü. İsmet Paşanın diplomatlığı pek parlaktı, kendilerini önde gören Fransa ve İtalya‘yı Türk talepleri lehine İngiltere’ye karşı dahiyane surette kullanmayı bildi. İlerde iktisadi hak elde edeceklerine inanan Fransızlar, Türklere her konuda yardımcı oldular. İngiltere işi anladı ve Fransa’yı atlatarak Türkler ile anlaşmaya teşebbüs etti.

Topraklar konusunda çabucak anlaşma sağlandı. Milli hükümetin talepleri o kadar haklı idi ki, bunlar ret edilemezdi. Fakat iktisadi meseleler pek öyle değildi. Türkler Osmanlının verdiği birçok imtiyaz ve kapitülasyonlar ile bağlanmıştı. Türkiye’nin kendi iktisadi gücü ile yaşayabileceğinden şüphe ediliyordu, İtilaf devletleri bunu hesap ediyorlardı ve genç devletin boynuna ip geçirmek istiyorlardı. Fakat onların hiç beklemediği tarzda İsmet Paşa, Kemal Paşadan aldığı direktifle bütün bu taleplerin beyhude olduğunu ve ileride Türkiye’de yalnız bir milli iktisadın olacağını ve imtiyazların ve kapitülasyonların hepsinin tarihe karıştığını söyledi. Yabancılar için herhangi bir iktisadi imtiyazın ölümden daha fena olduğunu belirtti. İmtiyazlar ve kapitülasyonlar hiç süre verilmeden toptan kaldırılmış ve bunlardan eser kalmamıştı. Eski sözleşmelerden kalan tazminat taleplerine karşı Paşa hiç muvafakat etmedi. Milli Türkiye kendi mukadderatını eline almıştı. Kayıplardan ise mahrumiyete katlanmak tercih edildi. 4 Şubat 1923 tarihinde Lord Curzon bu taleplere çok şaşırdı, akşam üstü saat 9 da treninin kalktığını ve o vakte kadar İsmet’in İngilizlerin tekliflerini kabul edip etmeyeceğine karar vermesini istedi. Paşa soğuk kanlılıkla omuzlarını silkti. Konferansı başarısızlığa uğratmamak için kendisine çok rica ettiler, Lord Curzon bir saat müddetle peronda dolaşarak boşuna paşayı bekledi, İsmet Paşa gitmedi, nihayet Curzon hiçbir şey yapamadan İngiltere’ye döndü. Konferans yarıda kalmıştı. Ancak 9 Nisan’da tekrar toplanabildi. Bu defa Curzon gelmedi, onun yerine daha itidalli Sir Horace Rumbold’u getirdiler. İsmet Paşa aradan geçen zaman zarfında evvelce yaptığı bir iki tavizini geri aldı ve eski noktai nazarında ısrar etti ve taleplerinden vazgeçmedi. Yine Fransa’yı arabasının önüne koştu ve yardımından istifade etti. Bir taraftan diğer itilaf devletlerinin hesabına İngiltere ile gizlice anlaştı. İngiltere gerçekler üzerine dönerek, hesaplaşmayı da diğerlerinin cebinden karşıladı. Fransa kendi tekliflerini ileri sürdüğünde artık herşey ihale edilmişti ve Fransa’nın kendi yardımı karşılığında elde etmek istediği iktisadi haklara gelince, İsmet Paşa maalesef bu gibi şeylerin artık ileride mevzubahis olabileceğini beyan etti. Akıllı Paşa hepsi ile oynamış ve hepsini mat etmişti. Nihayet 24 Temmuz 1923’te öğleden sonra çanlar çaldı, sulh akdedilmişti. Türkiye istiklalini tamamen elde etmiş ve bütün zincirlerini kırmıştı. Türkiye galip devletler halkasına yeni bir kuvvet olarak katılmıştı. Yabancı yardımı olmadan genç milli devlet kendi ayakları üstünde istikbale doğru yürüyüşe başlamıştı. Yalnız iktisadi kazançlar değil kültür açısından da ne kadar yabancı şey varsa kendinden söküp atmıştı. Lozan anlaşması ile şarkta artık sulh yerleşmişti, Kemal Paşa hedefine varmış, kendi milleti için barış ve kalkınma imkanını elde etmişti.

Kemalist siyaseti Türkiye’yi bilerek tamamen ona yoğunlaşan bir vaziyet içinde hareket etmişti. Türkiye artık bugün komplikasyonların tümünden uzak ve ancak kendi milli vazifeleri için yaşamaktadır. Kemal Paşanın ülkesindeki yabancıları temizleme ameliyesine gelince, bunun ileride birçok semereleri görülecektir. Büyük devlet kurucusunun mücadelesinin başında söylediği şu sözlerin ne kadar doğru olduğunu görmekteyiz; “Hürriyetini ve şerefini müdafaa için azmetmiş olan bir milleti dünyanın hiçbir kuvveti ezemez.

Kaynak: DR. HANS FROEMBOGEN’İN MİLLÎ MÜCADELE VE 10. YILDÖNÜMÜNDE LOZAN KONFERANSI’NA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERİ Yaşar ÖZÜÇETİN Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research Cilt: 14 Sayı: 77 Nisan 2021 & Volume: 14 Issue: 77 April 2021

Bülent Pakman, Mayıs 2024. İzin alınmadan, aktif link verilmeden alıntılanamaz.

 

al arça

Ala Arça nehri Bişkek, Kırgızistan

 

Bülent Pakman kimdir?